|Sen bilirsin en iyisi kollarında ölmeden
Mutlu olmak zordur derler
Kötü günler görmeden|Buyrun, yüzleşme geldi.
Karaca uzun bir süre boyunca uyanmadı, Azer de başından bir saniye bile ayrılmadı. Deva, oturduğu sandalyesinde uyuklarken Azer gülümsedi.
''Deva?'' diye fısıldadı ona yavaşça. Kız irkilip omuzlarına düşmüş kafasını kaldırınca Azer merhametle gülümsedi ona.
''Sen yat. Annen iyi olacak.''
Deva uyku mahmuru gözleriyle kafasını sallasa da yerinden kalkmak için hamle yapmadı.
''Sen gidecek misin?'' dedi Azer'e. Birden bulunduğu durumun ne kadar garip olduğunu fark etti Azer. Deva akıllı bir kızdı, birkaç saatte onunla konuştukça bunu anlamıştı; işin garip tarafı Azer'e bu kadar sıcak davranmasıydı. Ona 'sen' diye hitap ediyor, annesinin başında durmasını istiyordu.
''Hayır, buradayım ben. Annenin ateşi düşsün, öyle gideceğim.''
Deva ayağa kalkıp odasına gitmek için adımladı, ama Azer'in sesiyle durdu.
''Deva, kağıt kalem var mı kullanabileceğim?''
Deva sorunun yanıtını bilmezmiş gibi dudaklarını bükünce Azer dudaklarını birbirine bastırıp kafasını salladı.
''Tamam, ben başka bir şey bulurum. İyi geceler.'' dedi kıza el sallayıp. Deva da el sallayıp odasına giderken, kızın yanında sakin durmaya çalışan Azer derin bir nefes verdi. 'İyi geceler baba!' deyip yatmaya gitmediği, belki de kötü bir rüya görüp Karaca'yla yatarken aralarına girmediği, ona masal anlatması için ısrar etmediği geceleri düşündü. Ardından, gelmeyen babası için açıklama yapmak istedi. Kızı karşısına alıp, 'Elimde olsa, bir saniye bile sizsiz durur muydum?' diyebilmek istedi, ama bunu yapması doğru olmazdı kendi de biliyordu. Deva'yı böyle bir gerçekle bir anda buluşturamazdı, kızına iyi gelmezdi bu.
Ardından bakışlarını Karaca'ya çevirdi. Ateşinin düştüğüne emindi artık. Onunla konuşmayı istemiyordu; buna ihtiyacı vardı. Ama onu uyandırmaya kıyamazdı, uyanmasını beklemek zorundaydı. Gerçi bu bile mantıklı bir seçim olmazdı, Deva'nın duymaması gereken şeyleri konuşacaklardı çünkü. Bu yüzden çareyi, gitmekte buldu.
Ayağa kalkıp ortalıkta kalem kağıt aramaya başladı. Salonda bir şey bulamayınca, mutfağa yöneldi. Küçük, eski eşyalara sahip mutfağa. Yalnızca iki sandalye vardı, bu Azer'in nefesini zorlaştırsa da kafasını çevirdi ve masaya baktı. Masada duran, belli ki Karaca'nın sıkılınca çözdüğü bulmacaya ve kaleme baktı. Üzerine buraya geldiğinden beri kaldığı otelin adresini yazdı, saat ve zaman yazmadı bile, başka bir işi yoktu zaten. Gerekirse o otelden çıkmayacak, Karaca'nın gelmesini bekleyecekti.
Yazdığı kağıdı kopartıp salona geri döndü ve oturduğu sandalyenin üzerine bıraktı. Deva içerideki odasındayken ve Karaca da derin bir şekilde uyurken, eğilip saçlarını öpmek istedi. 5 yıldır hasret kaldığı kokusunu sonunda içine çekebilirdi. Bunu yapmak için eğildi, ancak dudakları ve alnı arasında birkaç santim kala yıldırım çarpmış gibi irkilerek geri çekildi. Geldiğinde ve Karaca'yı bulduğunda yapmayı planladığı ilk şey tek bir soruyu sormaktı. Nedenini, sebebini, halini hatrını sormayacaktı. Aklında gezen asıl soru bunlar değildi zaten. 'Bize bunu nasıl yaparsın?' diyecekti Azer. Bir yandan da biliyordu, onu gördüğünde 5 yıldır içinde tuttuğu öfkesinin yok olacağını biliyordu. Ama Deva'yı öğrenmesiyle, her şey değişmişti şimdi. Sinop'ta doğru kadının peşine düştüğünü biliyordu, kızının söylediği de bunu doğrular nitelikteydi. Buluşabileceklerken, tekrar kaçmıştı Karaca. Bütün bunlar öfkesini artırıp onu delirtirken, mantıklı olan tek şeyi yaptı. Kapıdan çıkıp gitti. Bu sefer gelmeme ihtimali olduğunu düşünmüyordu zaten.