ve bu sefer ölmek istemiyorum diye bağırıyor o kız, bu sefer izin verme ölmeme!

1.6K 327 208
                                    

labirent'i ikinci kez ertlemesinin ardından, çarşamba günü onu kenara sıkıştırma kararı aldım.

okul bitmişti, son dersin zili çalalı birkaç dakika oluyordu ve felix ile sınıflarımız karşılıklı olduğu için kendi sınıfım önünde durmuş bir şekilde, onun çıkmasını bekliyordum.

çok geçmeden yere bakarak çıktı sınıftan. kimseye bakmadan, kimseye bir şey demeden direkt koridora adımlarken koluna yavaşça dirsek attım. bir anda korkmuş ve sonuna kadar açılmış gözlerini odakladığı yerden kaldırdı ve ona kol atan kişinin changbin olduğunu fark edince yumuşadı bakışları.

"nereye?" diye sordum.

"araya gideceğim, oradan da eve."

başımı salladım, birlikte yürümeye başladık araya doğru. öğrencilerin birkaçı bizim girdiğimiz yola doğru ilerlerken konuşmadık, düz kısma ulaşınca da insanlardan en uzak noktaya ilerledik. minho da oradaydı, bize sinirle bakıyordu. labirent'in günlerdir birleşememesine sinirlidir herhalde dedim çünkü sınava on gün kala oldu mu, birleşmeyi bırakıp sınavdan sonra devam edeceklerdi etkinliklere. o yüzden bu hafta içinde şarkının tam halini tekrar edip kayıdını almak, düzenlemek ve spotify'dan onay almak için dosya halinde atmaları gerekiyordu. daha tabii on gün kalmasına vakit vardı ama halletseler iyi olurdu

neyse, yaparlar bir ara. herhalde.

felix, çantasından sigarasını çıkarıp yakarken onun yüzüne baktım. elmacık kemiğinde duran yara bandını çıkarmıştı ama kabuğu tutmuş bir şekilde derin çizik duruyordu orada. ikinci yara, kaşının üstündeydi. oradaki, diğerine kıyasla çok da derin değildi ama yeni bir yara olduğu belliydi.

"ne var?" diye sordu net bir dille. hayata düşman kesilmiş.

hayatında şu an ne oluyorsa, bok gibi olduğu belliydi.

"yüzündeki yaralar." dedim sadece.

"ev kazası."

"bunun yalan olduğuna inancım, bir ilâ on arasından dokuz."

sert tutmaya çalıştığı gözleri, sayılar ile açıklamam ile yumuşadı hızlıca. bir şey demedi, uzun bir süre sustu ve sigarasını içti.

"doğru düşünüyor olman bir ilâ on arasından dokuz nokta dört."

yere bakıyordu bunu söylerken.

"senin için endişeleniyoruz."

tekrar ediyorum; felix ilgi istemiyor, felix sadece takdir edilmek istiyor. felix, zor bir dönemden geçiyor çünkü.

"neden iki gündür yüzünde yaralarla çıkageliyorsun bilmiyorum ama eğer ortada bir tehlike varsa, birine söyle."

kafasını kaldırıp bana bakınca, gözlerine bakarak söyledim cümleyi. başını salladı sakince, dumanı dudaklarının arasından bıraktı.

"şimdi, bana anlatmak ister misin?" diye sordum.

onunla neden bu kadar ilgileniyorum ve hakkında neden bu kadar endişeleniyorum soruları aklınıza gelirse, cevabı hazır. felix'in sonu da o kız gibi olsun istemiyorum. o kızı, felix'in içinde görüyorum ve bu sefer ölmek istemiyorum diye bağırıyor o kız, bu sefer izin verme ölmeme! bu sefer, istemiyorum.

felix, yavaşça olduğu yere oturunca ben de onun yanına oturdum. sigarasından son nefesi alıp izmariti yere sürttü, sürttü ve sürttü. en son, parmakları bile bu sürtme işleminin kurbanı oldu ama felix umursamadı. parmaklarını da sürttü, ilkel bir zamanda yaşayan ve hayatta kalmak için ateş çıkarmak isteyen biri gibi sürttü parmaklarını. ama yüzünde, bunun farkında olduğuna dair bir iz dahi yoktu. sanki hâlâ izmariti sürttüğünü sanıyordu.

la di die ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin