öleceğini bilerek savaş meydanına çıkan bir asker gibi farkındaydı her şeyin.

1.5K 321 151
                                    

çarşamba günü, okulun çıkış zili çaldığında sınıf kapı açılır açılmaz felix kapıda bekliyordu. ben çıkar çıkmaz dedi ki, "konuşalım."

"şimdi değil." hazır hissetmiyorum çünkü.

"ne zaman?" yalvarır gözleri, aynı tamamen.

"sonra, felix." deyip hızlı adımlarla yanından geçtim.

perşembe günü de aynı şey oldu.

ama cuma günü, daha farklı ilerledi olaylar.

derslerin sonuna kadar aynıydı gerçi. cuma günü, felix yine sınıf kapısının önünde bekliyordu sırtındaki çantası ile.

bu sefer gözlerinde yalvarır bir ifade değil, bıkkın bir surat vardı. ben sınıftan çıkar çıkmaz bileğime asılıp bir anda çekiştirmeye başladı.

şimdi, şöyle bir şeyi de belirtmem lazım, bizim okulumuzda iki tane merdiven var. biri ön merdiven, okulun ortasında ve büyük, genelde giriş çıkışlarda kullanılan; diğeri de arka merdiven, binanın bir diğerinde bulunuyor ve oldukça dar. üç kişi yan yana zor yürür yani. zaten oradan inince ya yemekhanenin önüne çıkarsınız ya da arka bahçeye çıkan kapıdan ilerlersiniz.

felix beni, bir anda herkesin tersi yönde ilerletip kalabalığı yararak arka merdivenlere soktu ve sadece ikimiz, adımlarımız ile yankı sesleri çıkara çıkara indik.

öyle sıkı tutup çekiyordu ki kolumu, dört kez yere düşme tehlikesi atlattım fakat kendisi hiçbir şeyi umursamadan merdivenlerden son hızla indi ve sonunda, arka bahçeye çıkan küçük kapıdan çıktık.

kimse yok, haliyle.

elimi bıraktığı gibi önüme geçti ve aramıza bir adımlık mesafe koyup dedi ki, "anlatmadığın sürece gitmene izin vermeyeceğim."

kendinden emin.

derin bir nefes aldığımda, sanırım gideceğimi sanarak bir anda daha çok yaklaştı gözlerini daha çok açarak. dedim ki ona, "gitmiyorum bir yere. sakin ol."

dudaklarını birbirine bastırdı patlatmak istercesine.

tam ağzımı açacak iken, yine konuştu, "bak ben cidden özür dilerim, tamam mı? yemin ederim, anlık sinirdi sadece. ben... kullanıldığımı falan düşündüm. kafam attı bir anda. dinlemedim de seni, ben bunların hepsinin farkındayım. hepsi için de özür dilerim."

geçen günlerde kurduğum cümleyi ona da söyledim, "hiçbir devrimci, sır açıklamaz felix."

ben bunu dedikten sonra yaklaşık üç dakika boyunca gözleri arada bir dolsa dahi ağlamamaya yeminli gibi resmen, bir damla bile süzülmüyor yanağından.

"özür dilerim."

"özür dileme artık!" şu son üç gündür, ondan en az kırk kez özür dilerim lafını duymuşumdur.

"ne yapmamı bekliyorsun benden?"

bunun cevabını ben de bilmiyorum.

"konuşalım diye çağırdın." dedim.

"konuşuyoruz işte, changbin." ellerini havaya kaldırmış artık, "bana bir şey söyle artık! bana ne yapmam gerektiğini söyle, ben seni kaybetmek istemiyorum çünkü! bana... söyle. anlat. anlatacağın ne varsa anlat, o gün neyi dinlemediysem anlat, kendin hakkında her şeyi anlat. ben seo changbin'i merak ediyorum, onu tanımak istiyorum, onu kaybetmek istemiyorum ben!"

sesli ve uzun bir konuşma.

içimi titreten bir konuşma.

'seni kaybetmek istemiyorum' derken sesi öyle bir çatladı ki, çarşamba günü yaptığı gibi ben yere çökmek istedim bu sefer. ben yaşamım için yalvarmak istedim ona.

la di die ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin