sen yorulmayacak, sıkılmayacak, bıkmayacaksın da kim yaşayacak bunları felix?

1.8K 347 252
                                    

tam tamına kırk bir geçtikten sonra, doktor tekrar içeri girdi. felix onun içeri girdiğini gördüğü gibi tekrar tuttu elimi. eli bir hayli küçük duruyordu benimkine kıyasla, iki elimle birden kavradım bu yüzden.

"senin baban ne iş yapıyor?" diye sordum bir anda.

"doktor ama annemle birlikte uzakta yaşıyor." diye tek nefeste söyledi. babaannesi ile yaşama sebebi de belli oldu.

"sen neden gitmedin onlarla?"

"üf, gerek yok. benim buradaki düzenim gayet yerinde."

"anladım. benim annem de, babam da öğretmen."

"hadi ya?"

"ortaokulumda ikisi birlikte çalıştığı için kuzu gibiydim." dediğim şeye ikimiz birlikte gülümsedik.

"yazık sana. ortaokul bence liseden daha eğlenceli, o eğlenceleri yaşayamamış olmana üzüldüm."

"olsun ya." diye mırıldandım doktora bakarken. serumun bağını felix'ten tamamen kesmişti bile, ardından oraya küçük bir bant yapıştırdı.

"daha ne kadar devam edecek?" diye sordu felix bıkkın bir sesle doktora karşı.

"iki hafta sonra tekrar kan tahlili yapılacak, ondan sonra yolumuza bakacağız. tamam mı?" samimi bir dille konuşan doktor, felix'ten yorgun bir gülümseme kazandı. çok yorgun.

"tamam, teşekkür ederim."

doktor da kafasını hafifçe eğmiş, eline bir şeyler alarak çıkmıştı odadan.

yine ikimiz kaldık ve birbirimize baktık.

"evin nerede?"

"buradan çok uzakta değil."

yavaşça sırtını doğrulttu yaslıyor olduğu sedye başlığından.

"kolun ağrıyor mu?" o an aklıma gelen şey ile koluna baktım, giydiği üstün kolu yarıya kadar sıyrılmıştı ve bileklerindeki derin yaraların izleri duruyordu. çok derindi izler, belki minho o tuvalete gitmese, birkaç dakika bile geç kalsa felix şu an ölü olabilirdi. hatta bu kadar derin yaralarla direkt hayatta kalması bile bir mucize sayılmalıydı-ki mucizelere inanmam.

yavaşça yarıya çekilmiş kumaşı indirirken başını sağa sola salladı, "biraz ama sorun yok."

"evim yakın demiştin... evine brlikte yürüyelim, ister misin?" serum, serumun (varsa) olası etkilerini bilmiyordum ve belki yolda yürürken bir şey olabilirdi, bu geldi direkt aklıma. endişelendiğime göre, teklifimi reddetse bile asla aklımdan çıkmazdı bu.

bu teklifi yöneltmem ile ayaklarını sedyeden ağır hareketlerle uzatırken bana baktı, ben de ayağa kalktım.

"gerek... yok aslında." diye mırıldandı.

bir teklif, net bir şekilde reddedilmedi ise karşı taraf önerilen şeyi istediğini söylemekten çekiniyordur. asla sapmadı, sapmaz da.

"bence var, ne olacak sanki? birlikte yürüyelim o zaman. hadi." sedyeden inmesi için nedenini bilmesem de elimi uzattım ona, kendisi de anlamamış olacak ki çekingen bakışlar ile önce elime, sonra yüzüme bakıp kısa bir süre geçmesinin ardından elimi tutarak indi oturuyor olduğu sedyeden.

sonra, birlikte çıktık hastaneden. inatla onun çantasını taşımak istesem de kendisi kabul etmemiş, daha büyük bir inat ile sırtına takmıştı.

çıktığımızda saat, sekizi beş geçiyordu ve belli ki daha yeni kararmıştı hava. ikimiz de bir şey demeden yürüyorduk. daha doğrusu o yürüyor, ben onun adımlarını izliyordum.

la di die ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin