Gün 25Kendine zarar verme eğilimi olan insanların bileklerine kelebek çizilir.
Eğer kendine zarar verirse kelebek ölür.Kış kendini oldukça iyi hissettiriyor. Soğuk rüzgarlar duvarları yalarken evimin içine, bedenime işliyor.
Elime bir kağıt, kalem aldım ve tek tek yazdım yalnızlığı. Benim için yalnızlığın anlamı, tadı tam olarak nasıl açıklanır bilemiyorum ama çıplak denebilir.
Bugün yalnızlığımı paylaşmak istedim.
Kar taneleri yeri tutmuyor, ardından asfaltta minik izler bırakıyordu. O sırada sessiz sokakta minik kristalleri ağır botları ile ezen biri vardı. Akan kırmızı saç boyası cırtlak bir turuncu renk bırakmıştı saçlarında. Gözaltı torbaları günlerdir uyuyamadığını açık açık belli ediyordu. Boş sokak, hava rüzgârlı ve yağışlı olmasına rağmen üzerine sadece ince bir ceket geçiren bu adamı izliyordu. Her adımının altında çığlık atan kristal taneleri henüz beyazlığı topraklara örtemeden kayboluyordu.
Hoseok, bir anda karar vermişti.
Günden güne çöken bedeni ve akıl sağlığı sınırlarını zorluyordu. Bir anda gelen sinir krizleri ardından attığı kahkahalar ve kapanış olarak haykırış dolu gözyaşları... Sağlıklı bir insan için birini bile yapmak sınırdı.
Sırayla yanan sokak lambaları hafiften çöken karanlığın arasından yol gösteriyordu.
Sonunda vardığı küçük dükkanın önünde durdu. Birçok motif ile döşenmiş duvarlar arasında duran kapıyı açmadan önce derin bir nefes alıp içeri girdi. Adımını atar atmaz ona dönen bakışlar ile gördüğü manzaranın şokunu atlatamadan altında bir anlığına ezildiği hissettiği bakışlardan gözlerini çekip, başını yavaşça eğdi.
Üzerinde ki önlüğün ona önceden ne kadar dar geldiğini hatırladı Hoseok. Jungkook şimdi ise tabiri caizse erimişti. Uğruna ölüp bittiği saçları... Artık yoktu. Kahverengi gömleği, bol gelmeye başlayan pantolonu ve kemikleşen yüzü günlerce aç kaldığını açıkla belli ediyordu. Gözaltı torbaları tıpkı onunkiler gibi morarmış ve çökmüştü. Hafif, sarımsı tonda olan lamba çevreyi tamamen aydınlatmaya yetmesede yüzünü seçebiliyordu Hoseok. Çöken yüzünü, vicdan azabı ile yanıp tutuşan vücudunu çok rahat seçebiliyordu.
"Hoş geldin."
Hoseok başını hafif bir şekilde salladı.
Karşısında duran büyük ama bir o kadar da içinde küçük olan çocuğa baktı. Sesi kırgındı, yorgun. En az onun kadar yıkık olduğunu düşündü. Kolay değil, ağabeyi en son onun ellerinden tutmuştu.
"Neden geldin?"
Sesi ile dolan gözlerini donuk gözlere çevirdi, ikiside farkındaydı çünkü tüm bu olanlar onların eseriydi.
"Cesaret edemiyorum, yardım almaya geldim."
Genç olan elinde ki havluyu yavaş bir şekilde eline sarmaya başlarken titreyen alt dudağını ısırdı. Gözleri buluştuğu an iki tarafın yaşları sözleşmiş gibi arkalarında ıslak çizgiler bırakarak gözlerini terk etmişti.
Uzun saçlarını sıfıra vurmuş. Hoseok buradan anlayabiliyordu ne kadar acı çektiğini. Jungkook abisi her saçını sevdiğinde çocuk gibi sevinir "Yoongi için uzattım, öyle seviyor" diye belirtirdi. Şimdi ise abisinin dokunduğu her teli kendinden uzaklaştırmıştı.
"Buraya gelmemeliydin, seni gördükçe daha faz-"
"Kelebekler."
Hoseok tereddüt etmeden, buz gibi sesi ile dile getirdiği istek Jungkook için büyük bir şoktu.
"Kelebeklerimi istiyorum Jungkook. Sonra söz veriyorum bir daha beni görmeyeceksin, göremeyeceksin."
Sabaha doğru mezarlığın ortasında bir adam vardı, çevresi şişeler ile çevrilmiş. Ağlamaktan harap olmuş, saçları dağılmış ve soğuktan tir tir titriyor. Cesareti yoktu kendinden utanıyordu. Etraf rahatsız edici bir sessizliğe büründü bir an, hava karanlık olması gerekirken aydınlıktı. Boş arazi de beyaz mezar taşları simetrik olarak dizilmiş, rahatsız edici bir şekilde düzgündü. Hoseok zil zurna sarhoştu. Bu düzenin içinde bozuk olan sadece gömleğinin düğmeleri değil, akıl sağlığıydı ayrıca.
Elini dağınık olan kirli saçlarına daldırdı. Zaten karışık olarak saçlarını hırçın bir şekilde tekrar karıştırdı.
Kar asla durmuyordu, yoonginin ismi kar ile kapanıyordu. Hoseok her seferinde eliyle temizlese bile çok geçmeden kapanıyordu tekrar ve tekrar, sanki onu görmemek için gözlerini kapatır gibi. Yoongi adını bile dudaklarından duymak istemiyordu belki de. Gözlerinde yansımasın ismi, gitsin. Gitsin ve bir daha geri gelmesin.
Hoseokun günlerdir aklında dönüp dolaşan, yoonginin sesi ile söylenen kelimelerden bir kaçıydı sadece.
"Bu kadar çok mu nefret ediyorsun benden?"
Kırgın sesini kim duysa acırdı ona, acı dolu sesi vizdan azabi ile renklenmişti.Mezar taşının iki yanında duran mumlar çoktan eriyip bitmişti. Yenilerini yakmak istese bile rüzgâr ve kar taneleri izin vermiyordu. Yine de eline çakmağı aldı. Sırayla yakmaya çalışsa dahi ayakta bile durmuyordu. Gözünde iki düzine ama aslında sadece iki tane olan mumları yakmaya çalışırken yalpaladı, mezarın üstüne düştü. Hemen olduğu yerden kalkıp dizlerinin üstüne oturdu ve ellerini ovuşturarak özür dilemeye başladı Hoseok, sanki Yoonginin canını acıtmıştı.
"Hyung! Çok, çok özür d-dilerim"
Eğilip kalkarken ellerini ovalıyor, gözyaşları ve ağzından akan salyasını umursamadan özür dilemeye devam ediyordu.
"Hyung özür dilerim, özür dilerim... Ne olur affet beni-"
Hıçkırıkları bir anlığına nefesini keserken çamur olan yüzeye alnını yasladı. Ne için özür dilediğini o bile bilmiyordu. Gerçekten üstüne düştüğü için mi yoksa...
Yoonginin biricik kardeşi Jungkook ile onu aldattığı için mi?
Saatler artık önemsizdi. Güneş yavaş yavaş ufuktan süzülürken bazıları için yeni bir gün doğuyordu. Gül kurusu dudaklar sevdikleri insanların dudaklarında canlanıyor, çıplak tenler birbirine iyice bağlanıyordu. Şehir tekrar hızlanıyordu. Bu saatler yeni bir gün, yeni bir şanstı. Hoseok gibiler için ise... Tükenen zamandı.
Beyaz mermerin üzerinde biriken kristalleri kırmızıya boyayan kırmızı damlalar yavaş yavaş hızlanırken Hoseok yutkundu. Kuruyan dudaklarını yavaşça ıslatıp soğuk havaya karışan sıcak nefesini kırık sesi ile bıraktı.
"Bugün ilk kelebeğimin uçmasına izin verdim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Endişelenme, ben İyiyim. ⋨ Sope
Fanfiction"Sence tanrı kuluna aşık olabilir mi?" "Hayır!" dedi kafamda ki ses ama kalbim aynı fikirde değildi. "O halde neden ben yarattığıma aşık oldum?" ••• NOT: SAYFA SAYISI İLERLEDİKÇE BÖLÜMLER UZU...