Gün 29
Korku.
Bilinir ki: günah yazan melek soldadır. Kalpte sol taraftadır.
Belki de aşk yaşanan en büyük günahtır.Birine nasıl koktuğumu soracak olursam eğer bana korku der. Ölümün soğuk nefesi esneme üflenirken hissettiğim ürperme değil korkum, beni kabul etmeme ihtimalin.
Geçen son iki günde tüm hazırlıklarım neredeyse bitti. Hiçbir şeyi sona bırakmadım. Bu son iki gün sadece sana ait olan piyanonun yanına uzanarak geçireceğim. Koltuğuna oturmaya kalbim dayanmıyor, kıyamıyorum.
En sevdiğimiz yemekleri pişirdim. Masayı güzelce donattıktan sonra en pahalı şaraplardan birini açıp iki kadeh doldurdum. Fotoğrafını her zaman oturduğun sandalyeye koyup masaya en güzel şamdanları yerleştirdim. Eski günlerde ki gibi mum ışığında yemeklerimizi yedim ve şişeyi tek başıma bitirdim. Bir paket sigara açtım, fark etmeden gerçekten fark edemeden paketi bitirdim. En son hatırladığım mutfak masasında, bir elimde kadeh diğer elimde sigara ile deli gibi ağlarken attığım kahkahalardı.
Tıpkı... Tıpkı senin son gecen gibi.
Yoongi sadık bir erkek arkadaştı. Hoseok şirkete ilk geldiği gün takılmıştı gözlerine. Normal bir çaylağın aksine pembe-gri karışımı saçları herkesin dikkatini çekmişti. Yakasında asılı olan isim kağıdının rengi mavi, çevirmenlerin olduğu departmanı temsil ediyordu.
Yoongi elinde olmadan heyecanlanmıştı. Kalp şeklinde dudakları, kestane rengi teni ile yarım ay gözleri, sanki bir tabloya özel çizilmiş burnu ve mükemmel fiziği ile Jung Hoseok kesinlikle dikkat çekiciydi. Yürürken alnında hareket eden hindistan cevizi model saçlarının kokusunu oturduğu yerden hissedebiliyordu. Belki de o an itibariyle en sevdiği koku olmuştu vanilya.Günler geçiyor, her sabah açılan kapının ardından çıkmasını beklediği yüzü arıyordu Yoongi. Yeni gelen çaylak onun için bir takıntı haline gelmişti. Hiçbir hatası bulunmayan dosyaları bilerek hatalar ile dolduruyor, mesaiye kendi adını yazdırıyordu. Sırf onunla daha fazla zaman geçirmek için uyumuyordu bile.
Zaman geçtikçe Yoongi kendini daha fazla fark ettiriyor, Hoseokun yavaş yavaş dikkatini çekiyordu. Hoseok neredeyse her gecesini Yoonginin evinde ve ya kendi evinde Yoongi ile geçiriyordu. Yoonginin küçük kardeşi Jungkook ile iyi anlaşıyor, birlikte video oyunları oynuyor, spor yapıyor, filmler izliyordu. Hoseok zamanla aileden biri olmaya başlamıştı.
Bir gece, kasımın soğuk gecelerinden birinde ağaçlar yavaş yavaş soyunmaya başlıyordu. Dallarında zamanı tükenen soluk renkli yaprakların hışırtıları soğuk rüzgarlar sayesinde boş sokağı doldururken iki adam tutkuyla dudaklarını dans ettiriyordu. Tam o sırada sokağın görünmeyen bir köşesinde, elinde kendi elleri ile sincap şekilde yaptığı çikolatalar ile onları izleyen biri vardı, gözyaşlarını elinde ki kutunun üstüne sessiz sokakta yankılayarak akıtan genç bir çocuk...
Kalp sorgulamaz. Sorgusuz sualsiz konar . İnsanoğlu bir kulak zarı gibi olur. Bir yanı dış dünya diğer yanı iç dünyası olur ve o anda arada kalır. Ne sadece iç dünyasını dinleyebilir ne de dış.
Jungkook abisinin tam anlamıyla tem tersiydi. Yüzü küçük olmasına rağmen daha keskin, uzun ve asi saçları ile dövme dolu kaslı vücudu narin olan abisinin yanında daha kuvvetliydi.
Sadece görünüş olarak değil huy, damak tadı, yemek zevki hatta nefes alışverişlerine kadar farklıydılar. Hiçbir ortak yanları yoktu birbirlerine olan sevgileri dışında.Ah bir de Jung Hoseok.
Hoseok ilk kez Yoonginin evine geldiğinde onun " küçük kardeşim" diye bahsettiği çocuğun bu kadar büyük olmasını beklemiyordu. Uzun boylu, güzel bir yüze sahipti. Sağ kolu parmaklarından boynuna kadar dövmelerle kaplı, okul okumak yerine bir dövme salonuna sahip 22 yaşında bir delikanlıydı.
Zaman geçtikçe yakın arkadaş oldular fakat bu arkadaşlık biri tarafından yanlış anlamlandırılıyordu. Jungkook abisinin yönelimininden habersiz, sadece arkadaşı bildiği Hoseok'a gün geçtikçe daha fazla vuruluyordu.
Tamda o kasım gecesi hoseokun ona hediye ettiği beyaz pamuklu kulaklıklarını takmış, beyaz atkısını boynuna sıkıca sarmıştı. Mesaiye kaldığını bildiği için çıkışına çok az kala çikolata dükkanında tüm gününü ayırıp yaptığı çeşit çeşit geleneksel el yapımı çikolataları ile köşede beklemeye başlamıştı. Rüzgarın çok sert estiği gecede iki kişi arasında sıcak ılımlar hakimdi. Jungkook beklediği kişiyi görünce yüzüne en büyük gülümsemesini yerleştirip bir adım attı. Onu eski yerine geri dönmesini sağlayan abisi Yoonginin koşarak Hoseokun önüne geçip bir şeylerden bahsetmesi ve ardından açlıkla kavuşan dudaklardı.
Jungkook abisini severdi ama o kaybetmekten nefret ederdi. Ve o asla kaybetmezdi sadece ipini gevşetirdi.
Sabaha karşı 5 sularında kan görmekten usanan fayanslar tekrardan kırmızıya boyanıyordu. Vakit gittikçe yaklaşırken vicdan azabı her köşeden sıkıştırıyordu. Kafasında ki sesler yüzsüz olduğunu, bu utançla nasıl yaşayabildiğini haykırıyordu. Hoseok ikinci kelebeğine veda ederken kolunda ki damar normalden daha yoğun kusuyordu kanı. Yarası derindi ama acısı kadar değil. Üstünde ki gri kazak tamamen kana bulanırken sırtını küvete yasladı. Acıdan dolayı boncuk boncuk terler alnında ki saçların yapışmasına sebep olurken başını geriye yaslayıp acıyla nefes alıp verdi, gözlerini kapattığı an akan göz yaşları ile tüm anıları gözlerinin önünden tekrar geçti ve Jung Hoseok bir kez daha ölmek için değilde kabul edilmemek için korktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Endişelenme, ben İyiyim. ⋨ Sope
Fanfiction"Sence tanrı kuluna aşık olabilir mi?" "Hayır!" dedi kafamda ki ses ama kalbim aynı fikirde değildi. "O halde neden ben yarattığıma aşık oldum?" ••• NOT: SAYFA SAYISI İLERLEDİKÇE BÖLÜMLER UZU...