Kuğular ölmeden önce öter.
Bir şeyden kesinlikle emindim.
Ne kadar kaçarsan kaç, seni bulacak olan bir kader vardı.
Kaderini kendin seçersin. Tanrı sana bir kaç alın yazısı sunar, yaşayacağın hayatı izletir. Sana doğmadan önce seçme hakkı verir ve sende uygun olan hangisi ise onu seçersin.
Tanrı bana bu kaderi sunduğu vakit kör olmuş olmalı gözlerim. Zira yattığı yerden ölümü beklerken bedenim, ruhuma lanet ediyordu.
Bana bu kadar acı çektirmeye hakkın yoktu, beni böyle boğmaya hakkın yoktu.
Hissizleşen ellerimin ağırlığı aklımı yorarken kafam ağırlaşıyordu, düşünüyordum sürekli.
Bundan sonra ne olacak?
Düşünceler bir çığ misali büyürken, kafamın içinde yankılanan o cevapsız soru içimde büyümesine engel olamadığım huzursuzluğu, yorgunluğu dürtüyordu. Aklım, duygularım ile bir çocuğun oyuncakları ile oynadığı gibi oynuyordu. Veyahut bir kuklaya emir verir gibi emirler yağdırıyordu.
Dışarıda yağan kar sokaklara beyaz örtü sererken benim yüreğime bir efkar örtüyordu. O gecenin sonunda bir daha hiçbir şeyin düzelmeyeceğine, iyi haberler ile çalan telefonlar olmayacağına emin olmuştum.
Bir kaç gün geçmişti üzerinden, son kez dışarı çıktığımı bilmediğim o gecenin üstünden. Eğer bilseydim gecenin sonunun böyle biteceğini, o canımın çok çektiği kurabiyeden bir tane daha yerdim. Bir kez daha anladım ki hayat bizim seçimlerimiz "sonra yaparım" larımız için fazla kısaydı. "Anı yaşa" diye nasihat verenlerin gözlerine bakarsanız eğer göreceksiniz acılı geç kalmışlıkları.
Parmaklarımın üstünde ki mürekkep lekelerine takıldı gözlerim, leke demeye bin şahit ister çünkü onlar benim asıl hayatımın bir parçasıydı. Yaşamak istediğim, yaşamak için can vereceğim hayatamın. Dudaklarımda hissiz bir gülüş oluştu bir anlığına "can vermek" diye geçirdim aklımdan. Hangi can?
Parmaklarım üzerinde gezinen nemli bakışlarım ardından masamın üstünde, her zamankinden daha kötü olan yazıma kaydı yavaşça. Titrerken dudaklarım, dirseklerimin altında ki yastığa daha fazla gömdüm kendimi. Hafif sert olan yüzey çenemin ağrımasına sebep olsa bile hâlâ acı çekebilmenin hoşnutluğu vardı üstümde. Henüz tamamen hissiyatini kaybetmemişti bedenim, bunun için bile şükürler olsun tanrıya ama son defa.
"Bu sana olan şükürüm, geriye kalan her sesim isyan dolu çığlıklarım olacak. Son nefesime kadar."
Karşımda ki duvara odaklanan boş bakışlarım, yastığa dayandığı için büzülen dudaklarımın arasından bakışlarım gibi ruhsuz kelimelerimin döktüm. Tanrı ile bir kavga içindeydim ama acıdır ki tek gideceğim yer yine onun yanıydı. Doğmadan önce de onun yanındaydım, öldükten sonra da onunla olacağım.
Bir sıcaklık hissettim. Gözyaşlarım annemin şefkatli parmakları gibi yanaklarımdan dudaklarıma kayarken akan burnumu bu kez silmek için uğraşmadım, istesem de yapamazdım. Yavaşça kapanan gözlerimde bir kez daha canlandı. Hayal dünyamın en güzel detayı, o buzun üstünde dönüp dururken gerçek mi hayal mi çözememiştim.
O geceden sonra hissizliği daha fazla artan ellerimin süresi uzamıştı, tıpkı bacaklarıma ilk başta olduğu gibi. Bu tanıdık his her seferinde midemden ağzıma sıcak bir sıvı yükseltiyor ve ben her seferinde güçsüz olmadığımı kanıtlamak adına dik durup, yanan boğazımı temizliyordum.
Pişmanlıklar vardı omuzlarım üstünde, ağırlığına dayanamadığım. Belki de sayfalara o kadar kaptırmıştım ki kendimi, yanı başımda olan şansı görememiştim. Bir şans verebilirdim yaşama belki sadece bir geceliğine de olsa kahkaha atabilirdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Endişelenme, ben İyiyim. ⋨ Sope
Fanfic"Sence tanrı kuluna aşık olabilir mi?" "Hayır!" dedi kafamda ki ses ama kalbim aynı fikirde değildi. "O halde neden ben yarattığıma aşık oldum?" ••• NOT: SAYFA SAYISI İLERLEDİKÇE BÖLÜMLER UZU...