Gün 26
Birgün bir yerde tekrar karşılaşırsak eğer benimle yeniden tanış.
Bozuk musluktan akan su damlaları alüminyum evyede rahatsız edici ritmik sesler çıkarıyordu. Hoseok dağınık bir şekilde oturduğu sandalyeye sargılı kolunu yaslamış, damlaların rahatsız edici sesine ek fincana dökülen kahve sesini dinliyordu. Hem dövmesi hemde yarattığı kesik derisinde uzun süre -belki de hiç kaybolmayacak- bir iz bırakmıştı.Dizleri ve paçaları çamur kaplı, beyaz gömleği hem çamur hemde kanla kirlenmişti. Gün geçtikçe çöken bedenine büyük gelen takımı üstünden düşüyordu.
Yoongi ile birbirlerine verdikleri sözü tek başına yerine getirmeye karar vermişti bir anda.
Her yıl bir kelebek dövmesi yaptıracaklardı. Ayrılsalar bile her yıl bir kelebek dövmesi ekleyecek, iki taraftan ilk ölen kim ise onun arkasından geriye doğru her gün bir kelebeğin üzerine kesik atacak ve kelebekler bitince hayata veda edeceklerdi. Bunu çevrelerinde ki herkes biliyordu. Dövme dükkanı olan, Yoonginin küçük kardeşi bu dövmeler için gönüllü olmuştu. Hoseok aniden dövmeleri istediğinde bunun için hazırlıksızdı ama yine de kabul etti, etmesi gerekti.
Hoseok ise onunla birlikte sadece 3 yıl geçirmiş ve sadece 3 kelebeğe sahipti. İlk kelebeğinin uçmasına izin vermişti. Mezar taşının tam yanına uzanmış ve keleğinin Yoonginin yanına, cennete gitmesine izin vermişti.
O sıralarda elinde beyaz güller ile Hoseokun yaklaşık 8 mezar arkasında biri vardı. Siyah kabanının bir cebine üşüyen elini saklamış, gülleri tutan elleri soğuktan kızarmıştı. Burnunun ucunda ki kızarıklık havanın ne denli soğuk olduğunu anlamaya yetiyordu. Sarı saçları bile soğuktan tel tel olmuştu. Fakat karşısında duran adam sadece ince bir ceket ile öylece mermerin yanında yere oturmuş ve sürekli eğilip kalkarak özür diliyordu.
Ettiği duayı gözlerini önünde duran bedenin üzerinden ayırmadan bitirmiş, şahit olduğu durum ile alel acele veda etmiş ve gülleri gelişi güzel mezarın üzerine bırakarak ona doğru koşmuştu.
Gördüğü manzara ile şok olan genç çocuk ilk başta ne yapacağını şaşırsa bile neredeyse baygın olan adamın soğuktan kızaran bedenine baktı önce ardından hiç tereddüt etmeden üstünde ki kabanı çıkarıp vücudunu sardı.
Hava mümkünmüş gibi daha da kararmıştı. Hoseok başını kaldırıp mutfak penceresinden dışarıya bakarken önüne bir tabak ve bir fincan konulmuştu. Uzun zamandır evde sıcak yemek kokusu yoktu, tıpkı onun eksikliği gibi...
Burnuna kahve kokusu ulaştığında gözlerini kapattı, bu onun için ağırdı. Her sabah evi kaplayan kahve kokusu ve televizyon sesi ile uyanırdı Hoseok. Tıpkı şu an olduğu gibi mutfakta makineler çalışır, televizyondan sabah haberleri anlatılır ve kahve kokusu ile donanırdı ev. Her sabah mutfakta görmeye alışık olduğu bedeni görmek için çevirdi bir anlığına bakışlarını fakat gördüğü yabancı bir bedendi.
Tanımadığı beden eline çatalını almış, tabağında ki zeytini yakalamaya çalışırken hoseok fark etmeden durgun bir şekilde güldü, Yoongi olsa küfür edip eliyle ağzına atar ve Hoseok elini kullandığı için ona kızarken inadına bir tane daha alır ve ona yedirirdi.
Aklına dolan anılar gözlerinin tekrar dolmasına sebep olurken bakışlarını önüne indirdi.
"Anlıyorum, bir yabancının hazırladığı yemeyi yemek pek cazip değil ama... Yemelisiniz."
Uzun zamandır farklı bir sesin yankılanmadığı ev bile birden bire duvarlarının arasında dağılan bu sese şaşırmış olmalıydı. Kendisi gibi nazik olan ses tonu ardından gülümseyen genç çocuğun gözlerinde ki parlaklıktan belliydi, hayatı seviyordu. Sabah erkenden kalkıp düzgün bir şekilde giyinip sağlıklı beslenecek kadar kendini seviyordu. Hoseok için bir kahve hazırlarken kendine sadece bitki çayı koymuş ve küçük bir kahvaltı tabağı hazırlamıştı.
Hoseok sadece adresi tarif etmesini rica ettikten sonra onun sesini hiç duymamıştı. Aslında çocuk onunla, onu ilk gördüğü andan beri sürekli konuşuyordu ama Hoseok bunun farkında değildi, onu duymuyor ya da duysa bile dinlemiyordu.
İçtiği kahve kursağında kalırken yutkunmaya çalıştı, gözleri dolup taşıyordu.
Karşısında duran genç aniden panikledi ve ayağı kalkıp peçete ile önünde durdu.
"Çok mu acı oldu?"
Hoseok başını sallarken dudaklarını ve gözyaşlarını sildi.
"Acı olan bir şey var evet ama kahve değil."
Saniyelik gülümsemesi ile başını yere eğdi.
"Artık anlatman gerekmiyor mu?"
Meraklı gözlerle kendine bakan gözlere baktı. Yabancı bir adam ile evinin mutfağında kahvaltı yapıyordu. Ona bunları anlatmanın ne kadar doğru olduğunu bilmiyordu.
"Seni tanımıyorum, adını bile bilmiyorum."
Genç çocuk dolgun dudakları ile gülümserken ayağı kalkıp kupasını eline aldı. Hemen yanda duran mutfak mermerine kalçasını yaslayıp ilgi ile ona baktı.
"Babaannesinin ölüm yıldönümünde mezarda tanımadığı bir adamla karşılasıp, hiç tanımadığı bu adamı evine getirip onu girdiği içki komasından çıkardıktan sonra birlikte hiç bilmediği bir evin mutfağında kahvaltı hazırlayan kişi yani ben, 24 yaşında mimarlık fakültesi öğrencisi Park Jimin."
Gülümserken kupasında ki çaydan bir yudum daha alıp çenesi ile karşısında duran bedeni işaret etti.
"Sen kimsin?"
"Doğru ya" diye düşündü Hoseok "ben tam olarak kimim?"
Onu tanımıyorum. Fakat ilk dersine geç kalacağını bile bile oturup beni dinledi. Her şeyi anlattım, her şeyi. Ama ona henüz neden... Neden gittiğini anlatamadım. Zaman zaman bana kızdı. Her şey bittiğinde yanaklarında bir kaç damla gördüm, benim gözyaşlarım çeşmeden akan su gibiydi.
Bugün günüm çok sakindi. Jimin okuluna gitmeden önce koluma pansuman yaptı ve kelebeklere bir süre baktı. Tamamlamadığımı söyledim endişelenmemesi için ama o zeki bir çocuk, yalan söylediğimi anladığına eminim. Bana akşam tekrar gelip gelemeyeceğini sorduğunda kafasına göre takılmasını söyledim.
Bir duş aldım. Evimizi tekrar baştan aşağı temizledim. Bizden sonra kalacak eşyalarımızı yavaş yavaş koliledim ve tavan arasına kaldırıp ablamın alması için bir not bıraktım.
Yatağın altında olan kutunu alıp sıkıca bantladım ve başucuma koydum. Orada şarkı sözlerin, resimlerimiz ve günlüğün var. Senin için önemli olduklarını biliyorum.
Jimin gelmedi. Yatağıma yatıp kutu ile bakıştım. Üzerinde yazan cümlelerinden biri gözüme takıldığında nefes alamadım. Gözlerimi kapatıp biri sesimi duyacak korkusu üstüme çökmüş gibi sessizce ağladım.
"Endişelenme, ben iyiyim"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Endişelenme, ben İyiyim. ⋨ Sope
Fanfiction"Sence tanrı kuluna aşık olabilir mi?" "Hayır!" dedi kafamda ki ses ama kalbim aynı fikirde değildi. "O halde neden ben yarattığıma aşık oldum?" ••• NOT: SAYFA SAYISI İLERLEDİKÇE BÖLÜMLER UZU...