"Artık senin elinden tutmayanı, senin de bırakman gerektiğini anladığın o an, kalbin kırılmış demektir.."
"Yoongi"
ahşap masanın kenarında oturan beden elinde ki demir çubuklara bakıp sessiz sessiz gülüyor, annesinin dikkatini dağıtıyordu. Bayan min çorba dolduracağı kâseye pilav doldurduğunda sinirle nefes vermiş, elinde ki tabağı masaya yüksek ses ile bırakmıştı.
"Yoongi, yeter! Sana komik gelen ne, söyler misin?"
Sarı saçları her kıkırtısında alnında oynuyor, vücudu titriyordu. Önünde ki pilavı karıştırmaya devam ediyor, kıkırtıları kahkahaya dönüşüyordu. Sırtını beyaz sandalyeye yaslayıp elleri ile masanın ucundan destek aldı ve evi inletecek kadar yüksek sesle kahkaha atmaya başladı. Güzel gözlerinin etrafı yorgunluktan mı hüzünden mi bilinmez, çökmüştü. Normalde kıskandıracak derecede temiz ve beyaz olan teni fazlasıyla hasta duruyordu. Elmacık kemikleri çökmüş, fazlasıyla zayıflamıştı.
Min yoongi git gide eriyordu.
Bayan Min gittikçe kötüye giden oğluna bakarken göz yaşları gözlerine hücum ediyordu. Eli ile ağzını kapatıp yutkundu. Gözyaşları yarışta gibiydi, durmadan hızla akıyordu. Masanın üzerine bir damla düştü, ardından bir tane daha.
Hayat ona yıllar sonra bir sürpriz yapmıştı. Bir çocuk istedikleri halde olmuyordu, yıllar geçmişti ama yine de bir çocuğa sahip olamamışlardı. Tam umutlar tükendi derken bir mucize gibi, bir anda ortaya çıktı yoongi. Evliliğinin 12. Yılında hamile kalmıştı bayan Min, yoongi doğmuştu güzelliği ile.
Birçok bebeğe oranla gür, siyah saçları ile küçük gözleri bir uyum içindeydi. Tanrı, bunca yıl beklemesinin sebebini açıkça belli etmişti, çok güzel bir bebekti. Zaman geçti, yoongi büyüdü. Sinirli bir çocuktu ama kalbi güzeldi, güzelliği yüzünden okunurdu. Zaman geçtikçe büyüdü ama bir süre sonra bir şeyler ters gitti.
YoonGi kapalı gözlerini açtı ve ona donuk gözlerle bakan annesine odaklandı. Gözler kalbin aynasıdır, annesinin kalbi bir ayna gibi paramparçaydı. Eskisi gibi parlamıyor neşe ile, parıldayan tek şey acı dolu gözyaşlar.
Derin bir nefes alıp dağınık saçlarını karıştırdı. Kuruyan dudaklarını soluk pembe dili ile sakince yaladı. Ev sessizdi, gece çökeli çok olmuştu. Bazı evlerde kahkahalar, bazı evlerde feryatlar koparken bu eve sadece soğuk rüzgarlar ve çaresizliğin acı haykırışları hakimdi.
"Benim kara bahtıma ağlamaktan gözyaşım kalmadı, artık sadece gülüyorum."
Annesinin kırgın bakışları bir kez daha kırık cam parçaları ile dolmaya başlarken yoongi ellerini tekerlekli sandalyesinin iki yanına yerleştirdi.
"Tanrının komik olmayan tiyatro oyununa gülüyorum. Bana acı çektirdiğini sanıyor ama ben ona zavallı olduğunu göstermek için sadece gülüyorum."
Beklenmedik bir gözyaşı sözlerinin imzası olarak düştü. Geriye doğru çevirirken tekerleklerini mırıldandı.
"Onun aksine ben yarattığım tüm ruhlara ölümü hissettirdim."
Yoongi henüz çok gençti. Zamanla eriyen kemikleri onu hayattan koparıyordu. Yaşamak istediği şeyler vardı. Mesela gezmek, basketbol oynamak ve arkadaşları ile sabaha kadar sokaklarda koşturmak. Belki de aşık olmak, sevişmek... Bunları yaşamaya vakit bulamadan yakaladı tanrı onu, izin vermedi. Bir kez olsun sevilmek istedi, arkasından onun için kendi hayatından vazgeçecek kadar sevecek birini istedi.
İşte o vakit Jung Hoseoku yarattı, kitaplarının başrolü. Ama hiçbir kitabında yoongi yoktu. Çünkü biliyordu ki Hoseok ile bir kez karşılaşırsa kitaplarında hayattan vazgeçmek daha zor olacaktı. Her kitapta aşkı yaşamak isteyecek, zaman azaldıkça daha fazlası için çabalayacaktı. Yoongi, ne kendini ne de onu yaşatmak istiyordu. İkisi de bu dünya için fazla özel bir aşka sahiplerdi ve yoongi giderken gerçek olmayan aşkınıda götürecekti.
Ama bir ihtimal, yoongi çoktan onun için yaşamayı dilemeye başlayacak kadar sevmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Endişelenme, ben İyiyim. ⋨ Sope
Fanfiction"Sence tanrı kuluna aşık olabilir mi?" "Hayır!" dedi kafamda ki ses ama kalbim aynı fikirde değildi. "O halde neden ben yarattığıma aşık oldum?" ••• NOT: SAYFA SAYISI İLERLEDİKÇE BÖLÜMLER UZU...