Ali, gergin bir şekilde oturduğu arka koltukta hemen yanındaki arkadaşıyla abisi arasındaki kötü enerjiyi hissettiği her an mümkünmüş gibi daha da stresleniyor ve zorla arabaya bindirdiği arkadaşına kaçamak bakışlar atıyordu.
Barış'ı yalnız bırakamazdı. Abisi onları anlamayıp kötü sözlerle arkadaşını incitmiş olsa dahi gurur yapabilecek konumda değillerdi. Tekrardan bir kavgaya karışmasını önlemeli ve sağ salim evine ulaştığından emin olmalıydı.
Barış'ın nasıl biri olduğunu çok iyi biliyordu. Sinirlendiğinde nasıl kendini kaybettiğini, üzgün olduğunda kendine zarar vermekten hiç çekinmeyeceğini ve o izbe sokakların birinde sızıp kalacağını...
"Dur burada." fısıltı halindeki sesinin tokluğu Ali'yi afallattı. En sakin olduğu anlarda bile bu kadar sert göründüğü için her seferinde Barış'a hayran kalıyordu. "Evime geldik, dur."
"Emir verme bana." arabayı yavaşça sağa yaklaştırıp beyaz renkli binanın önünde durdu Eren. Aynı zamanda aynadan göz göze geldiği kardeşine samimiyetten uzak bir tebessüm sunmuştu. "Arkadaşına iyi bak Ali, bir daha görüşmenize izin vermeyeceğim çünkü."
Ukala gülüşü tüm yüzünü kapladığı esnada kendinden emin bir şekilde duruşunu dikleştirdi Barış. Bu sarışının gereksiz özgüveni sinirlerini bozuyordu. "Kardeşin o senin, kölen değil. Abartma."
"Abartmak mı? Senin gibi bir serseriye bulaştığı için onu eve bile almamam lazım."
"İnsan yemiyoruz." dedi Barış, serseri değilim diye de eklemek istiyordu ancak dışarıdan o izlenimi verdiği için kendini bu yolla savunamıyordu. "Önemli olan Ali'nin mutlu olduğu kişilerle arkadaşlık kurması değil mi?"
"Bak ufaklık, seninle bu konuyu tartışmayacağım. Sizi en son karakollardan topladığımda Ali bana seninle görüşmeyeceğine dair söz vermişti. Bu onun son şansıydı." arka koltukta utançla ezilen kardeşine omzunun üstünden sert bir bakış attı. "Bundan sonra okulda gördüğün kadar arkadaşlık edersin Ali'yle."
Söylediği hiçbir şeye aldırmadı Barış. İçinde bir yerler arkadaşının kendisiyle görüşmeyeceğine dair söz vermesini öğrendiği için incinmişti ancak bu tarz duyguları yok saymakta ustalaşmıştı. Gülümsedi. O kadar güzel bir şekilde gülümsedi ki en yakın arkadaşı da dahil hiç kimse bunun sahte olduğunu anlayamazdı. "Ufaklık mı? Bunu söylerken ciddi miydin?"
"Evet, ciddiydim. Gözümde lise sona giden iki ergenden fazlası değilsiniz."
"Ne yazık ki senin gözündeki yerimizi pek umursamıyoruz."
Baygın bakışlarla baktığı adamın yeni bir atışma başlatacağını anladığında kapıyı aralayarak arabadan indi. Ali'ye haberleşeceklerine dair bir işaret yapmış, ardından kapıyı sertçe kapatıp binaya doğru adımlamıştı.
"Ne terbiye görmüş ne de saygı. Hiçbir şeyden haberi yok."
"Abi, yaptığın ayıptı."
"Ne ayıbı?" arabayı yeniden çalıştırdığında arka koltukta oturan kardeşine aynadan bakıyordu. "Sizin gece gece başınızı belaya sokmanız ayıp değil ama benim söylenmem mi ayıp? Çocuk gözümün içine baka baka küfür ediyor. Bir kere bile teşekkür etmedi. Onun için uğraşmak zorunda mıyım ben?"
"Ailesi hakkında bir şeyler anlatmaktan çekindiğini sana söylediğim halde ilk fırsatta yüzüne vurdun."
"Düzgün bir çocuk yetiştirselermiş."
Umutsuzca omuzlarını düşürdü Ali. Abisi böyleydi işte. Sabit düşünceleri olan, kendisini inandırdığı şeyden güçlükle vazgeçen biriydi. Ona sabaha kadar Barış'ın iyi yönlerini sıralasa bile fayda etmeyeceğini bildiğinden, günün birinde kalıplaşmış düşüncelerini yıkıp kendi eksiklerini de fark etmesini umarak, bir kez daha sessiz kaldı.