4

170 22 25
                                    






Pencerenin önündeki koltuktaydı.
Üzerine geçirdiği kendisine oldukça büyük gelen hırkanın ona ait olmadığı ilk bakışta anlaşılabiliyordu. Elleri hırkanın kollarının içerisinde yumruk halini almış ısısını korumaya çalışıyordu. Kış aylarında elleri hiçbir zaman ısınmazdı.
Bir yandan da gözleri camdan dışarı bakıyordu. Sokak lambasının ışığında yere serilen kar taneleri gözüküyordu ve manzarasının güzelliğini bozmaktan korkar gibi odanın tüm ışıkları kapalıydı. Sessizliğin içinde düşünüyordu tek başına. Jaehyun'u düşünüyordu. Odaya normalde geldiği saati geçeli çok olmuştu. Nerede ve ne yapıyordu acaba? Başına bir şey gelmiş midir? Arasam mı acaba, konuşur mu ki benimle?

Düşünmek beraberinde endişelenmeyi sürüklüyordu zihnine. Baş ağrısı bırakmıyordu peşini son iki gündür zaten. Bir de bunlarla uğraşıyorum diye yakınıyordu kendi kendine birkaç saattir tabii. Isınmayan bedeni, Hyung'unun yokluğu ve gittikçe artan baş ağrısı için odada ilaç bulamaması...

Bir bataklığa düşmüş gibiydi. Üzerindeki hırkadan buram buram kokusu gelirken düşünmeden duramıyordu ama başka seçeneği de yoktu. Neredeyse tüm kalın kıyafetlerini yıkamaya atmıştı. Her gün okula gidiyor ve kar yağışı yüzünden ıslanan kıyafetlerini tekrar giyemiyordu. Jaehyun bir an önce odaya gelsin ve dolabını ondan habersiz karıştırdığı, kıyafetlerini izinsiz kullandığı için kızsın ona diye bekliyordu.

Saat gece yarısını geçeli çok olmuştu ve yurt müdürü Jaehyun'un odada olmadığını duyarsa hiç iyi şeyler olmayacağı belliydi. Derin bir iç çekti ve Hyung'unun başı derde girmesin diye tanrısına dua etmeye başladı şimdide. Fazla endişeleniyordu, belki de abartıyordu.

Sabah olmasına birkaç saat kaldığını gördüğünde ise artık dayanamayacağını fark etti ve yatağının üzerindeki telefona uzandı oturduğu yerden. Son bir derin nefesle Jaehyun'un numarasını rehberden buldu ve üstüne bastı. Numarayı aramak için parmağını üzerine götürdü ancak bir türlü basamadı. Ya açarsa ne diyecekti? Konuşacak mıydı onunla?

Çıldıracak gibi hissediyordu. Kafası oldukça karışmıştı. Arkadaşında kalacaktı belki diye düşündü, mantıklı gelmedi. Bir yerlerde sızıp kalmıştır diye düşündü, mantıklı gelmedi. Ne düşünürse düşünsün aklı almıyordu. Hiçbir zaman belli bir saati geçmezdi odaya girişi ve o belli saati geçeli çok oluyordu.

Telefonunu geri yatağına fırlattı, ellerini saçlarına attı ve düşüncelerini susturmak için çekiştirmeye başladı. Gözlerini sımsıkı kapattı ve saçlarını çekiştirmesiyle artan baş ağrısıyla kısık ama acılı bir inleme bıraktı. Acı ve endişe çok fazla geliyordu bedenine artık. Hyung'unun onu bu kadar endişelendirmeye hakkı yoktu ona göre. Kimse kimseyi böyle habersiz bırakmamalıydı.

Gözünden akan birkaç yaş ile kapının aralanma sesini duydu. Elleri hala saçlarında, dirseklerini dizlerine yaslamıştı. Yüzünü kaldırıp bakma gereği bile duymadı o an. Kaldırsa akan 1-2 yaş parlayacaktı karanlıkta sanki.

Işıkları açmadan kapıdan sızan beden hafif adımlarla dolabına ilerleyecekken uyuduğunu düşündüğü bedeni camın önündeki koltukta çökmüş bir şekilde bulmak duraklamasına sebep oldu. Sonra da dönüp ışıkları açtı hızlı hareketlerle. Sessiz olmasına gerek yoktu sonuçta artık.

Arkasını döndüğünde gözlerinin içine bakan kırmızı gözler ve çökmüş bir yüz görmesi afallattı Jaehyun'u. Gözleri birbirine kitlendiğinde Mark'ın gözlerinden kendisine akan nefreti hissetti. Habersiz bırakmasının doğru olmadığının o da farkındaydı. Daha önce hiç böyle yapmamıştı ve karşısındaki narin bedenin endişeden kafayı yiyeceğini düşünmesi gerekirdi ama Jaehyun bunları önemseyecek biri değildi. Düşünmezdi Mark'ı.

Nefretin altında ezildiğini hissettiğinde kendini toparlamak için göz temasını kesip dolabına ilerledi. Bakışların sırtını deldiğini hissediyordu ama sert görüntüsünü koruyordu. Üzerindeki siyahlara bürünmüş kıyafetlerini çıkartırken de üzerine pijamalarını geçirip kendi yatağına girerken de bakışların altında eziliyordu. Görmezden geliyordu Mark'ı.

Mark ise görmezden gelindiğini fark ettiğinde ayaklandı hızla. Zaten üzerinde olan pijamalarıyla o da kendi yatağına yerleşti. Üzerindeki hırka duruyordu ve çıkartsa donacakmış gibi sıkı sıkı sarılıyordu. O sıra hırkanın kimin olduğu pek de önemli değildi.

Bu hayatta en nefret ettiği davranıştı görmezden gelinmek. Endişelenmek, görmezden gelinmek ve üşümek nefret ettiği şeylerdi. Ama Jaehyun'un varlığı ona soğuğu sevdirmişti sırf o seviyor diye. Şimdi onu görmezden gelmesi ve endişe bulutlarının içinde bırakması kırmıştı bir şeyleri içinde. Jaehyun da biliyordu Mark'ın nefret ettiğini bunlardan. Mark'ın sandığının aksine o da öğrenmişti bir şeyler. Ama bilmesi bir şeyi değiştirmemişti görüldüğü gibi. Jaehyun Mark'ı hak etmiyordu.

Zifiri karanlık odada yatağında büzülen Mark artık farkına varıyordu.

Bu yurda geldiğinden beri oda arkadaşı olan Jaehyun, önce onu öpmüş, kolları arasında ısıtmıştı kalbini. Şimdi de görmezden geliyordu. Mark'ı önemsemiyordu.

Mark artık buna göz yummayacaktı.
Gözlerini kapattı ve uykuya dalmadan önce yanındaki yatakta yatan bedene fısıldadı. Bıkmıştı artık ve duyup duymaması umrunda değildi o an.

"Sen beni hak etmiyorsun. Hiçbir zaman etmedin."




...

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
No Talk Between Us | JaeMarkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin