13

141 15 26
                                    





Haftasonuydu.

Kar olabildiğince hızlı yağıyor, insanı kör eden beyazlık sokakları süslüyordu. Gündüz olmasına rağmen kara bulutlar geceyi getirmişti sanki erkenden. Hava ağır ve bunaltıcıydı kimisine göre ancak bu Jaehyun için geçerli değildi.

Üzerine geçirdiği kabanı içindeki rahat eşofman takımına tezatlık oluştursa da sıcak duruyordu. Öğlen saatleri olmasına rağmen Mark yataktan çıkmamıştı hala. Havanın ağırlığı onu da etkilemiş gibi yorganına sarılmış ders çalışıyordu. Ne kahvaltıya inmiş ne de elini yüzünü yıkamıştı daha.

Jaehyun son kez aynada kendine baktıktan sonra yorganın içine gömülmüş bedene ilerledi. Yatağın yanında dikildiğinde Mark kafasını kaldırdı yavaşça. Ne olduğunu anlamamış gözlerle baktı Jaehyun'a.

"Hadi hazırlan gidiyoruz."

Elini uzattı Mark'a.
Mark duyduklarıyla şaşırsa da belli etmedi. Göğsündeki öküz hala duruyor, tepki vermesini engelliyor gibiydi.

Sorgulamadan ayaklandı ve dolabına ilerledi. Dün Jungwoo'dan getirmesini rica ettiği kıyafetlerinden kalın olanları geçirdi üzerine. Kalın bir eşofman ve svetşörtün üzerine montunu giydi. Ayakkabılarını da ayağına geçirdiğinde kendisini kapıda bekleyen bedenin yanına geçti. Odadan ayrıldılar.

Nereye gittikleri çok da umurunda değildi Mark'ın. Merak ediyordu ancak sormak da gelmiyordu içinden. Jaehyun'la konuşmak istemiyordu. Konuşsalar hemen affedeceğini, kollarına atlayacağını hissediyordu.

Yan yana yürümeye devam ederlerken birden elini kavrayan Jaehyun ile kalbi teklemişti. Aniydi ve sıkıydı tutuşu. Hissediyordu her bir nabız atışını kulaklarında. Elini çekmedi ya da Jaehyun'un elini kavramadı. Elini tutmasına, ısıtmasına izin verdi. Sıcak avucun içinde eridiğini hissediyordu elinin.

"Geldik."

Sokak aralarından çıkıp da ulaştıkları park alanı ve buzlanmış göl ile kafası karışmışçasına baktı Jaehyun'a. Yurtlarına yakın olan bu geniş alanda küçük bir göl, bol ağaç ve kar yığınları dışında pek bir şey yoktu. İnsan olmaması da eğlenceli bir yer olmadığını gösteriyordu yeterince.

Elini tutan beden onu gölün önündeki koca ağacın altında bulunan banka çekiştirdi. Ağacın yaprakları sayesinde kuru kalmış banka oturdu ve Mark'ı da yanına çekti. Kendisinden uzaklaşmasına olanak sağlamadan elini daha çok sıktı ve kendi kucağına bıraktı. Bacakları birbirine yapışacak kadar yakın oturuyorlar, karşılarındaki göle bakıyorlardı. Elinin üzerini okşayan başparmağı Mark'ın içini hoş etmeye yetiyordu. Bir süre sadece oturmuş gölü izlemiş ve elinin üzerinde hareket eden parmakları hissetmişti. Sonra Jaehyun ayaklandığında gölden çekti gözbebeklerini.

"Hemen döneceğim!"

Sesi olduğundan daha heyecanlı, daha sevecen çıkması Mark'a tuhaf gelmişti. Dudağı hafif kıvrıldığında başıyla onayladı ve hxaklaşan bedenin ardından baktı bir süre. Göle geri çevirdi gözlerini.

Elinin üzerinde hala hissediyormuş gibiydi parmakları. Sıcaklığı hala oradaydı Jaehyun'un. Derin bir nefes aldı, gözlerini kapattı. Başını geriye attığı sırada da aldığı nefesi sesli bir şekilde verdi. Yorgun bedeni için fazla soğuk olsa da güzel hissettiriyordu bu ıssız göl kenarı.

"Beklettiğim için üzgünüm."

Elindeki karton poşetle tekrar banka yerleşti Jaehyun. Dikkatlice kahveleri çıkarttı poşetten. Birini Mark'a uzattı.

"Şekersiz ve bol sütlü."

Mark kahvesini böyle içerdi. Şekersiz ve sütlü.
Jaehyun'un bunu bilmesi içini yumuşacık etmeye yetmişti. Bir yudum alıp hafif gülümsedi. Gölden ayırmadığı gözleri Jaehyun'un cebinden bir şeyler çıkarttığını görmesiyle yanındaki bedene döndü.

"Yolda bunu buldum."

Elindeki minik çiçekle birlikte Jaehyun da Mark'a dönmüştü şimdi. Bir elinde kahvesi varken diğer eliyle Mark'a uzattı serçe parmağı kadar küçük olan çiçeği. Kendisine uzatılan çiçeğe aşkla bakan Mark, kahvesini kenara bırakıp iki avcu arasına aldı çiçeğini.

"Kardelen."

"Bu karların ortasında tek başına parlamasını açıklıyor." Diyerek elindeki küçük çiçeğe dünyanın en önemli şeyiymiş gibi bakan Mark'a gülümsedi.

Jaehyun çiçekleri bilmezdi, ilgilisini çekmiyordu. Daha önce kimseye çiçek de uzatmamıştı. Şimdi Mark'ın yüzündeki ifade ona kucaklar dolusu çiçek verme isteği uyandırıyordu içinde. Derin bir nefes çektirdi onun bu naifliği.

Avuçları arasındaki çiçeği dikkatlice poşetten çıkarttığı peçeteye sardı ve cebine koydu ezilmesinden korkarak. Yanına bıraktığı kahvesine uzandı biraz ısınmak için. İki eliyle kavradı kahvesini ki elleri de ısınsın. Bunu fark eden Jaehyun uzun zamandır merak ettiği soruyu sordu.

"Ellerin... hep çok soğuk. Neden öyleler?"

Mark cevap vermek yerine kahvesinden bir yudum aldı. Kendisi de cevabı bilmiyorken nasıl söyleyebilirdi?

Kahvesini tutan ellerinin üzerine kapanan büyük ellerle kafasını kaldırdı. Yüzüne fazla yakın olan Jaehyun ile gözlerini kapattı. Alnın alnına yasladı istemsiz. Saçları birbirine girdi, kokusu sardı her bir yanını.

"Ellerini üşüten soğuk değil, mutluluğu getiren kardelenin olmak istiyorum ben Mark."

Elleri titriyordu. Jaehyun'un bunu hissettiğini biliyordu ancak engel olamıyordu. Sözleri kalbine dokunmuştu. Jaehyun çok güzel oynuyordu Mark'ın kalbiyle, nefesleriyle. Daha fazla dayanamadı bu duygu yüküne Mark. Zaten oldukça yakınında olan dudaklara kuru bir öpücük kondurdu. Fazla durmadan da geri çekildi. Cevabını alan Jaehyun tekrar alınlarını birleştirmesini sağladı ve yüzündeki gülümsemeyle fısıldadı.

"Teşekkür ederim."

Önceden edemediği teşekkürün telafisiydi bu teşekkür. İç ısıtan gülümsemesiyle sunduğu tatlı teşekkür.


...

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
No Talk Between Us | JaeMarkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin