4|pişmanlık.

193 25 63
                                    

"İyi görünüyorum değil mi Jeno? Saçımın iyi olduğuna eminsin değil mi? Oğlum ağustosun başında niye ceket giyiyorum manyak mıyım ben?" Jeno'nun odasındaki aynanın önünde durmuş kendimi süzüyordum, Jeno ise benim sorularımdan artık iyice usanmış olmalı ki dakika başı gözlerini devirip derin nefesler veriyordu. Saat yaklaşıyordu, saat yaklaştıkça ben de geriliyordum ve ben gerildikçe Jeno'ya da eziyet ediyordum, işte ortada dönen şey tam olarak buydu. "Sana kalsa darmadağın bir kılıkla gidip korkutursun çocuğu, o yüzden dediğimi yap Yangyang. Şu kolyeyi de tak, saatimi de al ve bir zahmet çocuksu telefon kılıfını da bir çıkar artık. Böyle mi etkileyeceksin onu?" Kolyeyi ve saati alsam da kılıfımı çıkartmadan dışarı doğru koşmuştum, Jeno ise arkamdan geliyordu. Dışarıda ayakkabılarımı giymeye çalışırken tepemde dikilmiş ve kendinde işe yaramayan her türlü tavsiyeyi bana veriyordu.

"Biraz havalı olmaya çalış, onu çok önemsediğini belli etme, böyle sanki sıradan biriymiş gibi konuş falan. Biliyorum kolayını bulsan çocuğun içine düşersin ama onun bunu bilmesine gerek yok, tamam mı?" Göz devirerek tek kolunu geçirdiğim çantayı arkaya doğru attım ve saçlarımı düzelttim. "Tamam tamam, gösterip vermiyoruz Jeno, anladım." Gururlandığını belirtircesine göğsünü kabartıp eserini baştan aşağı tekrar süzmüş, sonra bir beşlik çakmam için elini uzatmıştı, gülerek isteğini yerine getirip asansöre doğru yürümeye başladım ancak belli ki Jeno'nun çenesi durmaya pek niyetli değildi. "Sanatçı olacak adammışım halbuki, bir de nerelerde sürünüyorum yahu."

Düz bir çöp adam bile çizmekten aciz olduğunu bilmek tüm havasını söndürüyordu tabii.

"Görüşürüz." Asansöre binip aşağı indim, apartmandan çıktıktan sonra yüzüme çarpan serin rüzgar sebebiyle titremiştim fakat soğuktan değil, biraz sonra yapacağım şeyin farkındalığı yüzüme ancak çarpıyor olmalıydı. Neredeyse geriye giden ayaklarımla on dakikalık yolu yirmi dakikada ancak alabildim ve sonunda görünen marketin kapısından içeri girmeden önce durup biraz kendime her şeyin iyi geçeceğini söyledim. Kapıyı aralamak için kaldırdığım elim tir tir titriyordu ve bu da işlerin çok iyi olmadığının habercisiydi bir nevi.

Derin bir nefes alıp içeri girdim, gözlerim onu arıyordu fakat ortalıkta görünmüyordu. Tüm reyonları dikkatle dolaştıktan sonra kasanın önüne varmıştım fakat onun yerinde otuzlu yaşlarında bir kadın vardı ve muhtemelen geç kaldığım düşüncesi yüzüme çarpıyordu. Ona sormak ve sormamak arasında gidip gelirken beni fark etmişti, el mahkum ona yaklaşırken bulmuştum kendimi. "İyi günler, Renjun'a bakmıştım da ben, burada çalışıyordu." Utana sıkıla amacımı belirttim ve bununla onun yüzünde bir gülümseme belirmiş, rahatlamama sebep olmuştu. "Arkadaşı mısın? Biraz beklersen çıkacaktır."

"Evet, teşekkür ederim. Kapının hemen dışında bekliyor olacağım." Elimle dışarıyı işaret edip çıktıktan sonra duvarlardan birine yaslanmıştım. İçimden bir ses şimdi kaçmak için en doğru zaman diyordu, diğer bir ses ise olayların arkasındaki şeyi öğrenmem gerektiğini, şimdi gidersem uzun süre buraya gelemeyeceğimi söylüyordu, sessizce beklerken iç çekip saati kontrol ettim, yaklaşık on dakika olduğunda içeriden onun sesini duymuş ve kendime gelerek toparlanmıştım. "Ben çıkıyorum Noona."

"Tamam canım, arkadaşın geldi, dışarıda bekliyor." Maketin kapısı sıcak hava nedeniyle açık bırakıldığından her ne kadar kısık sesle konuşsalar da duyabiliyordum ve Renjun'un şüphesini de duymuştum. "Ne arkadaşı Noona, benim arkadaşım yok ki?" İşte bu canımı yakmıştı. Oldukça düz bir sesle arkadaşının olmadığını söylemesi acı vericiydi benim için, içimde bir yerlerde onunla yakınlaşmak isteyen taraf şimdi daha ağır basıyordu. Yalnız olduğu belliydi ama bu kadar yalnız olduğunu tahmin edemezdim. "Bilemiyorum ki, seni sordu, birazdan gelir dedim, dışarıda bekleyeceğim dedi. Güzel de bir çocuktu halbuki."

La Douleur ExquiseHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin