5|vazgeçmeyeceğim.

196 25 33
                                    

"Pardon! Ne yaptım dedin? Ne demek her şeyi mahvettin Yangyang!" Telefonun öbür ucundan Jeno'nun sesini gayet net şekilde duyabiliyordum ve bu zaten kötü olan moralimin daha daha kötü olmasına sebep oluyordu. Her şeyi mahvederek hayatımın yanlışını yaptığımın farkındaydım, göğsümde sebepsizce hissettiğim sıkışma da tam olarak bu yüzdendi. Kötüydüm, çok kötü hissediyordum, öyle kötü hissediyordum ki çoktan ertesi güne gözlerimi açmış hatta öğlenin sonunu getirmişken bile yatağımdan kalkasım gelmiyordu. Dermansız bir hastalığa tutulmuş gibi davranıyordum belki ancak sağlıklıydım fazlasıyla, sadece beynimin içinde dönüp duran her şey nefes almamı bile zorlaştırıyordu.

"Beni yanlış anladı, ona doğrusunu anlatamadım diyorum Jeno. Her şeyi mahvettim, muhtemelen beni görmek istemez artık." Suçlu olan bendim ve bunu kabul ediyordum. Onu doğru düzgün tanımıyordum belki, neye kırılıp üzüleceğini bilmiyordum ancak kelimelerimde daha dikkatli olmam gerekirdi, söylediklerim beni kıracak tarzda şeyler olmasa da onu üzmüştü, benden uzaklaşmasına sebep olmuştu, bunun düşüncesi daha da ağır basıyordu.

Onu üzmüştüm ve bir daha göremeyecektim.

Hayatımın bütün anlamını yitirmiş gibiydim.

"Yangyang salaksın oğlum sen. Neyse, olan olmuş. İyi misin bari? Çok üzülmüyorsun değil mi?" Kuşkulu sesi yalandan gülmeme sebep oldu ancak o benim güldüğümü göremiyordu, benim kadar, belki de benden daha çok üzüldüğünü biliyordum o an, içi içini kemiriyordu. Jeno ve ben birbirimize hep çok dikkat ederdik, aramızda arkadaşlıktan çok daha güçlü bir bağ vardı ve bunun sonsuza dek böyle gitmesini istiyorduk. Hep birbirimizi arıyor ve saatlerce konuşuyorduk, kavga ediyor ve beş dakika dahi geçmeden birbirimize komik fotoğraflar gönderiyorduk. Hayatımızda olup biten her şeyden anında diğerimizin haberi oluyordu, bazen sırt sırta verip ağlıyorduk,  bazen de birbirimizin saçını başını yoluyorduk ancak bunları yaparken asla birimizin üzülmesini istemiyorduk. İlişkimiz oldukça arızalı duruyor olabilirdi ancak biz de pek öyle normal insanlardan değildik.

"Değilim. Sanırsın ölümcül hastalığa tutulmuşum, elim kolum kalkmıyor. Bir de sabah bizimkiler yine kavga etti, olmayan moralim daha da bozuldu anlayacağın." Sabah yattığım yerde maruz kaldığım bağırışları hatırlamak bile titrememe sebep oluyordu. Annem ve babam çok kavga ediyordu, hâtta kavga etmeden güne başlayamazlardı ancak kaç yaşıma girersem gireyim birbirlerine bağırmaları ve babamın ceketini aldığı gibi dışarı çıkıp o gece eve dönmemesi aynı şekilde acı veriyordu. Buna alışmam gerekirdi, kavga etmeye başladıklarında nasılsa barışacaklarını biliyordum, bu artık onların iletişim kurma şekli gibi bir şey olmuştu ama bazı şeyleri atlatabilmek kolay değildi, aynı bunun gibi. "Ne için kavga ettiler bu sefer?" Jeno da bu durumdan sıkılmıştı. Onun ailesinin de benden aşağı kalır yanı yoktu ancak onlar pek kavga etmez, daha çok birbirlerini görmezden gelirdi. Zaten babasının eve pek uğradığı yoktu, annesi de geç saatlerde gelir ya da bazen hiç gelmezdi, o aksime yalnız olmaya alışkındı. "Bilmiyorum, dinlemedim o kadar ama kesin saçma sapan bir şeydir."

"Ona ne şüphe!" Derince bir nefes verdi ve ayaklandı, ne yaptığını bilemesem de o konuşana kadar sessizce beklemeye devam ettim, doğrusu konuşacak hâli kendimde bulamıyordum. "Sen çok üzülme tamam mı? Ben markete gidiyorum şimdi, Renjun oradaysa seni ararım, bir şekilde özür dilersin. Bunu da hallederiz." Bunu isteyip istemediğimi ben de bilemiyordum aslında. Onun beni bu şekilde hatırlamasını, benimle ilgili hafızasında kalacak son şeyin bu olmasını istemiyordum fakat onunla konuşmaya, kendimi anlatmaya, doğrusu hiçbir şeye mecalim kalmamış gibiydi. Ne olmuştu da bu kadar tüketmişti beni acaba?

Buna bile cevabım yoktu.

"Tamam. Sonra görüşürüz o zaman."

"Görüşürüz Yangyang, kendine dikkat et, bir şeyler yemeye çalış." Kapattığında yine ekranıma düşen Renjun ve Jaemin'in fotoğrafına bakakaldım. Onu gördükçe kalbim sıkışıyordu sanki, artık uzun olan koyu kahve saçlarını, saçlarının hafif dalgalarını, yüzüne düşmesini, yumuşacık görünmesini, gülümsemesini, dudaklarını birbirine bastırıp kaşlarını kaldırmasını, sevimli yanaklarını gözlerimin önünden teker teker geçirdiğimde ve hep en sonuna geldiğimde bu baştan başlıyordu. Kurtuluşu olmayan bir yola sapmışım gibiydi, beynimin içinde çizdiğim o daireyi başlangıç noktasını fark edemeden yüzlerce kez turlamıştım belki de. Doğrusu garipti, kendisine karşı hislerimi bile tamamen anlayamadığım birinin bu kadar kısa bir süre içerisinde beynimin içerisinde böylesine büyük bir yer kaplaması, telefonumun ekranında saatlerce açık bir şekilde fotoğrafının durmasını ve onu düşündüğümde kalbimin böyle ağrımasını anlamlandıramıyordum. Kendi hatalarım sebebiyle olduğunu düşünüyordum, aramızı ben bozduğum için mi onu bu kadar düşünüyordum? Peki o beni düşünüyor muydu bu şekilde? Konuşmama fırsat vermediği için kendine kızmış olabilir miydi acaba? Yoksa benim densizliğim sebebiyle hâlâ kendini kötü mü hissediyordu?

La Douleur ExquiseHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin