3. Bölüm Havuzdaki Yıldızlar

105 5 7
                                    


Dans et, dünya dönsün etrafında.
Gülümse.
Bu sahte bir gülümseme olsada...

Özlemiştim, herşeyi. Koşmayı, dans etmeyi, ona bakmayı. İki gündür okula bile gitmiyordum. Zamanın içinde kalmıştım. Ondan uzak, kendime yakın bir şekilde kalmıştım bu iki gün boyunca. Tenimin altında duran acıyı daha çok hissetmiştim. Kalbimin yanışını, nefes alamayışımı. Dans ediyordum. Durmadan. Böylece dünya benim etrafımda dönüyordu. Bişeyleri kafaya takmıyordum. Onu düşlemiyordum. Gülümseme takılıyordu dudaklarıma . Her ne kadar tenimin altında kaynayan acıya sahip olmama rağmen. Sahte bir tebessüm bırakıyordum hayata. Kulaklarıma dokunan müzik notoları bedenimi hareketettiriyordu. Ruhumla dans ediyorduk bir köşede. Anlımdaki yara izine dokunup sargının kalkan yerini tekrar yapıştırdım. İçimdeki kanayan yaralar sızladı. Sanki bana bizim yaralarımız ne zaman sargılanak. Ölümle mi? Tenimizi örten beyaz kumaş mı bizim sargımız olacak? Sustum. Ama zihnimi susturamazsın konuştular ve ben onları dinledim. Kalabalık bir müzik eşliğinde. Gökyüzünün karanlığı gibiydi içim,sisli bir hava ve taşmak için can atan bir deniz. Ne olacak ne bitecek bu ölümünün ruhu ne zaman başkasında dirilecek bilmiyordum. Tek istediğim bu acılı ruhun başkasına hediye edilmesini istemememdi. Biliyordum kaldırılmazdı. Ben kaldıramadım ve bu bana başkasından gelen ruha daha çok acı vermiştim. Benden sonra başkasına gidecek olması onun kaldıramıyacak olması. Sustum. Tekrardan.
Kapının açılma sesi geldi içeriye ve anterenörümüz Selim Bey göründü. Beni çatık kaşlarıyla karşıladı. ilerde masanın üzerinde duran bilgisiyarı kapatıp bana döndü kızgınlıkla. Yüzünde ne dediğini bilemiyecek olmasının işareti vardı. Düşündüm. Kendimdeki soruları ona sordum. Onun ruhu kaç derbe almıştı acaba. Güçlümüydü kaldıracak kadar? Ve cevap bana gelmedi. İçten içe sorduğum soruya.
Müzik yarım kalmıştı koca salonda.
-antrenmanlara gelmiyorsun ama herkesten çok çalışıyorsun.
Ayağa kalkıp mahçup bir şekilde kafamı öne eğdim. Belkide soruma cevap geç gelecekti. Selim abi iyi biriydi, sorularımdan kaçmazdı. Yüzümdeki ruhsuz ifade mahcup bir hale girdi. Haklıydı antrenmanlara katılmıyordum uzun bir süre. Sebebini durmadan sormasına rağmen hastalığımı söylemiyordum. Durmadan geçiştiryor,onun benim biraz önceki sorduğum soruya yanıt vermeyişi gibi sessiz bırakıyordum. Bedenim yalanların parmak iziyle dolmuştu ve ben hala bir cinayetin kanıtsız cesediydim. Eğer öğrenirse elimde duran, hayata biraz olsun yaşama sebebi olan dans etmeyi elimden alacaktı. Beni yaşatan şeyi katilim yapacaklardı. Ve ben bu dönem sonu danslarında yer almayı istiyordum.
-annen aradı iki gündür eve gitmiyormuşsun bir sorun mu var Asya? Kafamı hayır dercesine salladım. kendimi kanıtlamam gerektiğini hissetmek için gülümsedim ve tek ayağımla parmak uçlarımda döndüp reverans yaptım. Önüme düşen saç tutamlarını kulağımın arkasına kıstırdım ve "Hem dönem sonunda dans gösterisinde yer almayı çok istiyorum hocam. Onun için bu kadar çok çalışıyorum."
Bana dikkatli bakışlarının arasında süzdü gözleriyle beni.
-Yani okulda dolaşan o dedikoduların aslı yok öylemi? "
Boğazıma bir yumru oturdu ve yutkunamadım. Hakkımda yazılan sözler bir bir boğazımı sıktı. Eğer ağlıyabiliyor olsaydım gözlerimden yaşlar süzülürdü her yazı okuduğumda.
"Okulda dolaşan bazı dedikoduların aslının gerçek olmadığını en iyi siz biliyorsunuz hocam."dedim. Aklıma gelen bir anıyla. Anıyı ellerimle dağıtıp geçistirdim." Eğer hap kullanıyor olsaydım Nagihan hanım bunu size söylerdi."
Kafasını evet anlamında salladı. Gözleri uzun bir süre beni taradı ve ortamdaki sessizlik kar gibi yağdı ve bir yaöak kadar büyüdü. Bir adım yaklaştı bana doğru. o çığlar gözlerini diktiği yerden parçalar koparak kaymaya başladı. kaşımda ki sargı bezini soracaktı. Ve ben bana doğru hızla gelen yıpının altında kalacaktım. Nefes alamıyacak yeni bir yalan üretip bedenimde iz yapamıyacaktım. yerde ki çantamı alıp hızla kapıya yöneldim. Yeni bir yalan söylemek istemiyordum insanlara.
- iyi günler hocam.
...
Gülümsemek bu kadar zor olmamalıydı. Hayata meydan okurken, yenilmek bu kadar acı verici olmamalıydı.
Acı, bu kadar dayanılmaz olmamalıydı
Nefesim boğazıma takılıyordu. Adımı unutuyordum. Bayılmalarım sıklaşıyordu. Kaşımda ki sargıyı gören Nazlı mutlaka ne olduğunı merak edecekti ve ben yine yalan söyliyecektim. O da her zaman ki gibi anlayacaktı ne olduğunu. Ama dayanacaktım herşeye rağmen meydan okuyacaktım hayata. Adımlarımın hızını azaltım. Zeminde gün doğumuyla uzanan gölgem önüme serilmişti. Zihnimde dolaşan siyah ve beyaz ortalıklarda görünmüyordu. Ruhum bir köşede acıyla harmanlanıyordu. Yanlızdım. Etrafımda insanlar vardı ama onlarda kendileriyle savaşıyordu. Zaman onlarında tenini yalayıp yüreğini sızlatıyordu. Sadece bazıları hissederken bazılarıysa aldırış dahi etmiyırdu zamana. Dünyadaki acıları bile görmekten korkuyorduk.
Gölgem bana eşlik etti okul yolunda. O da gece olduğunda beni yıldızlara bırakıp terk edecekti. Sabah olduğunda elimden tutup bana eşlik edecekti . Yüzünde sahte bir gülümsemeyle. Gölgeme bakmayı bırakıp önüme odaklandım ve okula girmekte olan öğrencilerin tuhaf bakışlarını hissettim. Göz altlarım yine morarmıştı ve dağınık bir şekilde okula geliyordum. Böyle aptalca dedikoduların çıkmasıysa normaldi. Kim morarmış, kızarmış gözlerle ortalıkta sarhoş gibi dolaşan kızı hapçı olarak tanımlamazdı ki. Onca şeylerin arasından en acı verenide onunda bu dedikodulara inanıyor olmasıydı. Siyahlar içindeki saklandığı köşeden çıkıp zihnimin içinden bağırdı.
Kimseye gülümsemek zorunda değilsin. Acı çekiyorsun ve onlar bunu görmüyor bile.
Beyaz olduğu köşeye iyice sinerken mırıldandı siyahın aksine
Ve o da bunu görmüyor. Sarılmasıyla geçecek bir acıydı bu oysa.
Umursamaz bakışlarımla içeri giren öğrencileri süzüp omuz silktim.. Adımlarımı hızlandırdım ve ban doğru gelmekte olan Nazlı beni görünce olduğu yerde durdu ve hızla gelip sıkıca sarıldı.
-Eğer beni meraktan öldürmeyi amaçlıyorsan başaracaksın.
Gülümsedim. Bu acı veren bir gülümseme değildi., onu seviyordum ve onun için herşeyi yapardım.
Eğer biraz daha sarılmaya devam edersen sen beni öldüreceksin,dediğimde kollarını hızla bedenimden çözüp kollarıma tutundu. Gözleri yüzümde dolaştı ve kaşımdaki sargıya takıldı.
-Eğer kendine zarar vermeye devam edersen dedikoducu kız seni tımarhaneye yollayacakmış.
Kendi cümlesine kocaman bir kahkaha atıp kızı taklit ederek ağzını eğdi
-... S*ktiğimin b*oktan dedikoducusu. Eğer bana kaşına ne olduğunu anlatmazsan o dedikoducuyu bulur kafasını tuvalet deliğini sokarım. Seninle birlikte.
Gülümsemem genişlerken "Boşver" dedim.
Dans ederken takıldım ve düştüm.
Sargının yapışmayan köşesiyle oynamayı bitirip bana ters ters.
-Herneyse ama gerçekten seni merak ettim iki gün boyunca. Bu kız ve onun güzel dudakları özlemle büzüldü.
Gözlerimi devirip o a manalı manalı baktım.
-Hiiç o konuyu açma. Hak etti bir kere.o
Aynı şekilde bakmaya devam edince yüzünü astı ve bana tekrar sarıldı
Kimsenin hayatıyla ilgili hiç bir bok bilmeyen insanların senin hakkında saçma sapan konuşmasına dayanamıyorum,dediğinde yutkundum ve saçlarının arasına yüzümü gömüp teşekkür ettim. O sırada gözüm ona takıldı. Karşımdaki banka oturmuş telefonuyla ilgileniyordu. Yanında duran Mevsim kafasını omzuna dayamış onu izliyordu. Kalbim sıkıştı,gözlerim doldu. Ben onun kokusuna hasretken onun bu kadar kolay içine çekiyor olması bana dokanıyordu. Nazlı da benden ayrılıp aynı yere baktı ve kaşlarını çattı.
Zaman ayaklarımın altında dünyayı döndürüyordu ve ben aynı yerimde kalıyordum. O benden hergeçen gün uzaklaşıyordu. Buna dayanamıyordum. Ruhum onun için canlı kalıyordu,kalbim onun için atıyordu sanki. Ama o bunu bile bilmiyor, hissetmiyordu. İçimde sonbahar vardı sanki bana ait olan şeyler elveda dahi etmeden rüzgarla savrulup gidiyordu ve ben elimi dahi uzatamıyordum.
Biliyordum. Mevsim güzel bir kızdı. Çocukluk arkadaşıydı ama ben onun sadece bir zamanına rast gelmiş bir kuştum. Koluna konmuştum ve uçup gidiyordum. Onu ölümümle terk ediyordum. Kafasını kaldırıp birbirimize baktık bir süre. Olanlardan habersiz bir şekilde telefonla ilgilenen mevsim yanağına bir öpücük kondurduğunda olduğum yere yıkılacak gibi oldum.
Sürüklendim. Bir sahil kenarına doğru. Bir kış akşamı
Nazlı hızla beni kantindeki masaya oturttu ğun da gözlerim sızlıyordu. Acı kalbimi yakıyordu. Aldığı suyun kapağını açıp dudaklarıma tuttu ve bir kaç yudum aldım. Birbirimize bakıyorduk ve o benim acımı iyi anlıyordu. Karşımdaki sandalyeye oturdu ve ellerimi tuttu.
Boşver be kızım, dedi. Oda biliyordu bunun ne kadar zor olduğunu ama başka teselli cümleleri çıkmıyordu dudaklarından.
Açmısın? Dur ben bir tost yapayım. O kızı görünce kaşar çekti canım
Yüzümde bir tebessüm olmasını bekledi ama bunu bile yapamayacak kadar acı içindeydim. Elimi son kez sıkıca sıkıp masadan ayrıldı.
Ne düşüneceğimi bile bilmiyordum. Saat kaçtı? Hangi dünyadaydım? Bunları bile unutacak dereceye gelmiştim. Geçen li çocuk geldi aklıma ve söylediği söz zihnimde yankılandı. RUHEN ÖLDÜRMEK. Galiba onun da bana yaptığı tek şey buydu. Beni ruhen öldürüyordu. Yudum yudum içtiğim acı kahveleribeni zehirliyordu. Her yudumumda biraz daha...
Nazlı tabağı önüme bırakıp karşıma geçti. O an onun geldiğini hissettim. Kokusu burnuma hucum etti. Büyülü birkokusu vardı ve sanki bana sıkıca sarılsa tüm herşey iyi olacakmış gibi geliyordu.
Omzuma çıkıp kulağıma fısıldayan hayallerin gerçekleşmeyeceğini bilerek omuz silktim ve hepsini geldikleri yere gönderdim.
Kabullenmeliydim o ve ben asla olamazdık.
Tostumdan bir ısırık aldığımda Nazlı önüme hafifçe eğilip kıkırdadı
-Şu an sana bakıyor. Mevsim s*kinde bile değil.
İçimdeki beyaz çığlık çığlığa etrafında dönerken ısırdığım tosta bakıp kırık bir gülümseme bıraktım.
Artık kendimizi kandırmayalım o be ben olamayız,dediğimde iştahım çoktan kaçmıştı.
Ağzı açıkbirşekilde baktığını hissettiğimde yanımda beliren bedenle kendini toparladı.
Yeni kestirdiği saçlarıyla odağımıza giren Mert, gülümseyerek "selam kızlar" dediğinde Nazlı hızla ayağa kalktı.
Kaşlarım istemsizce çatıldı. Çünkü uzun zamandır küslerdi.
Barıştınız mı, diye sorduğumda mert göz kırptı çapkın gülümsemesiyle. Nazlı bana bunu anlatamayacak kadar benle ilgilenmişti ve böyle güzel haberi bana vermeyi unutmuştu.
Kendime kızdım. Onun hayatınada uğursuzluk getiriyordum.
Tebrikler, diye mırıldandım ve önüme döndüm. İştahım hayli kaçmasına rağmen tostu elime alıp oynamaya başladım.
Sonra görüşürüz,diyerek yanımdan ayrılıkların da içimi hüzün sarmıştı. Ona hiç zaman ayırmamıştım. Hayatında neler olduğunu oturup konuşmamıştık. Ne zaman konuşacak olsak konu hep beni buluyordu.
Derin bir nefes alıp ayağa kalktığımda nefesim boğazıma diken gibi battı. Hiç birşey yapamadım. Ellerim titredi.
Hiç bir manzara beni bu kadar etkileyemezdi. Onun mevsimin omzuna attığı kolu kadar.
Masaya verdiğim ağırlıkla tabak kaydı ve yere hızla çarptı ve kırıldı.
Beyazlar içindeki küçüklüğümün hayalleri gibi kırıldı gitti. Paramparça oldu. Her ne kadar ümit etmeyi bıraksamda kurduğum hayaller zihnimin bir köşesinde duruyordu.
Bir gösteri varmış gibi beni izleyen insanların arasından ona tekrar baktım. Herkes gibi oda bana bakıyordu. Benim için özel olan bir insan şimdi bana neden herkes gibi bakıp beni yaralıyordu. Nazlı bana bakmakta ve aralarında fısırdaşan sesleri yarıp önümde durdu. Şaşkındı. Acaba hangimiz şaşkındık. O benim şu anki halime ben yaşadıklarıma şaşkındım.
- iyimisin Asya? Elleri kollarımın her iki yanından tutup beni sarstı kendime gelmem için. Gözlerimi gözlerinden ayırmıyor ona bakıyordum. İçimden konuşmak gelmiyordu ama daha fazla bu sessiz dalgalanma onu telaşlandıracaktı.
"eve gitmem lazım. İyiyim" tek kelime dahi etmesine izin vermeden sınıfa gidip çantamı aldım. Attığım adımlarının nereye vardığını bilmiyordum sadece birbiri ardına ilerliyorlar beni düşüncelerimin merkezi olan adamdan uzaklaştırıyorlardı. Ağlamak istedim herşeye ama ağlamak benim lügatımda yoktu benim ağlamam sessiz bir çığlıktı. Feryattı ve herkesi değil bir tek beni yakardı cayır cayır. Kimse duymadı bu yüzden. Gittiğim yollardaki ağaçların yandığını hissettim. Önümdeki yol karardı arkamdaki alevler ışık tuttu. Ve ben karanlığıda ateşe verip yok edecektim. Ve o mahvedişin ateşi bir adamla atılıyordu.
Belkide ilk önce ben atmışımdır o adımı...
Dünya şuan dönüyorduda ben olduğum yerde sanki dönmesini izliyordum. Zihnimin içindeki siyahlar içindeki ben ve bayatlar içindeki benden ses çıkmıyordu. Zihnim çalkalanıyor,bir yığın gibi biriken umutlarım barajlarından taşıp ortalığı sele boğuyordu. Belkide içimdeki siyah ve bayaz o suda boğuldukları için ortalıklarda görünmüyorlardı.
Bende o suda boğulmak istedim. Defalarca kez olduğu gibi.
Kendime acıdım. Hayatta ne kadar şansız oluşuma acıdım. Herşeyime acıdım.
...
Tenimin üstünü yalayıp uzuklaşan ardından tekrar bir rüzgarın beni yoklamasıyla uyandım. Üstümdeki ılık hava rüzgarın dokunuşlarını hafifletiyor, üzerimde tatlı bir hava bırakıyordu. Gözlerimi açmak istemedim. Ama bunu dinlemeyen güneş, çocuklarını zorla gözüme yolluyor acıtıyordu. Güneşten keskin bir talimat almışlardı.
Gözlerimi zorla actım ve beni masmavi bir gökyüzü karşıladı. Tek bir bulutun dahi olmaması beni sanki gökyüzünde yatıyormuşum gibi hissettirdi. Ve bu beni korkuttu. Maviliğin içinde boğuldum. Kendimi yattığım yumuşak çimlerden kaldırıp olduğum yere baktım oturur pozisyonuna geçtiğimde. Yeşil ve mavi etrafımı sarmıştı. Huzur vardı. Bu beni tekrer dan korkuttu, etrafta rahatla dercesine cıvıldayan kuşaklara rağmen. Ayağa kalktım ve etrafımda döndüm. Telaş yavaş yavaş tenimin altından vücüduma yayılıyordu. İlerde bir tren sesi duyuldu. Ve ben sanki bundan talimat almışcasına koşmaya başladım. Çıplak ayaklarım timleri eziyor ve ardımdan koyu bir z bırakıyordu. Ben koştukça ilerde bir bina belirdi. Durdum. Ama o bina ben durmam rağmen hızla bana yaklaşıyordu. Kalbime şiddetle baskı vuran korku son doruklarına ulaşmıştı. Geriye doğru ilerleyen adımlarım boşluğa gelmesiyle karanlığa gömüldüm.
Yatağımdan hızla doğrulup baş ucumdaki doku bardaktan su içtim. Kalbim rüyada yolları gerçekten koşmuş gibi hızlı hızlı atıyor, kanımda ki korkuyu kendinden uzaklaştırmaya çalışıyordu. Yutkundum. Bir yudum daha döktüm boğazıma sudan salondaki telefon ortamdaki kasvetli havayı dağıtmak için inatla çalsada umursamadım. Ya Nazlıydı yada Perihan ablaydı. Yorgan dan aşağıya sarkıttığım ayaklarım zeminin soğukluğunu hızla yaydı vücüduma. Ürperdim. Seller arasında siyahlar içindeki konuştu ilk kez. Boğulmamışlardı. İkiside ayrı bir köşelere geçmiş ayaklarını ıslatan sulardan uzaklaşmışlardı. Zihnimdeki suların dalga seslerini duydum. Beni bir kıyıya kadar sürüklemişlerde kabustan uyanmamı sağlamışlar gibiydi.
Uzun bir süre üstümdeki geceliği izledim. Ayaklarıma değen danteller, saten kumaştan aşağıya kayan damlalar gibiydi. Gülümsedim. Zihnimdeki sular taşmış ve üzerimden damlıyordu. Acaba dedim. Kaç tane geçmiş zihnimden taşıpta akmıştı ayaklarıma doğru? Cevabı yoktu.
Yavaş hareketlerle ayağa kalkıp merdivenlerden aşağıya indim. Üstümdeki geceliği incelediği süre boyunca bir kaç kez çalan telefon tekrardan çalmaya başlamıştı.
Perihan abla!
Arayan kişiydi. Reddedip kısa bir mesaj çektim.
İyiyim. Endişelenme sadece yorgunum uyuya kalmışım.
İnanmayacaktı ama birşey de demiyecekti. Ona en son ki tavrımdan dolayı pek karışmıyordu ama yinede beni durmadan kontrol ediyordu. Nede olsa annemin ona verdiği bir emanettim ve ben Perihan ablayı tanıyorsam o emanetine her zaman sahip çıkardı.
O emanet tanrının cennet ve cehennem olarak adlandırıldığı yere gitmediği sürece.

Telefondan carla morrison - disfruta açıp bana gecenin sahibi olan ayı Yeryüzüne indiren havuza doğru gittim. Sandalyenin üstündeki şala sarınıp. Bir şeylerden korkup yorganın altına sığınır gibi.

Önümdeki bahçedeki sonbaharın etkisiyle kuruyan dallar küçük bir esintiyle yerlere düşüyor, savrulup havuzun üstünde yüzüyorlardı. Ölmüş yapraklar kendilerince mezarını seçiyorladı. Havanın kararması ortalığa serin bir hava serpsede umursamadım. Üstümdeki saten gecelik soğuk havayı benimsemişti çoktan. Çıplak ayaklarım toprakların arasına örülmüş buz gibi fayansın üzerinden ceçerken kurumuş yapraklar ayaklarımın altında eziliyordu. Kaç ay olmuştu bu evi temizlemeyeli? Kendim gibi özenmemiştim bu eve, bırakmıştım kendi halinde. Ben nasılsam oda öyleydi.
Yıpranmış ve kirlenmiş.
Havuzun önündeki banka kurulup yeryüzüne serilen yıldızları izledim. Siyah fayansın etkisi havuzu geceye boyamış ve yıldızlar bir ağacın olgunlaşan meyvesi gibi yere serilmişti. Bir yıldız kayarmıydiki havuzumda? Belki kayan yıldıza bir başkası tarafından dinlenmiş dilek sandal gibi yüzen yapraklara düşerdi?
Ama ne yıldız kaydı nede sandallara bir dilek düştü.
Ayağa kalktım. Oturduğum yerden bir adım uzaklaşıp şalın sırtımdan düşüşünü hissettim. Ayaklarım buz gibi fayansın dokusunu hissederek havuza yöneldim ilk adımı attım Havuzun merdivenlerinden
Yaşamam kimin için önemliydi?
İkinci adımında sırtımı yalayıp geçen rüzgar saçlarımı önüme savurdu. Havuzdaki su gökyüzüne serilen çarşaflara ayna oluyordu.
Üçünçü adımımda ayaklarıma sular tutundu ve her adımında bedenimi içine aldı. Nefes almam önemli değildi. Önemli olan bu dünya için fazla olmamdı.

Ateşten KüleHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin