"Gittim gidebildiğim kadar. Hiçbir yere ulaşamadım. Kapının altından odaya sızan küçük bir not kağıdı gibi girdiğim hayatından kırık bir bisikletten vazgeçmeyen üzgün bir çocuk misali vazgeçemedim. Oysa ben neden olmasın deyip gülümsediğimde bazı şe...
"Fakat bir hastalık nasıl sinsice ortaya çıkarsa, insanın kaderi de ancak herşey gözle görülür hale geldiğinde ve olaylar başladığında kendini belli eder. Kader, yüreğe dıştan dokunmadan çok önce beyinde ve kanda içten içe ilerler her zaman." - Stefan Zweig
***
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
FİNAL
Dünyanın sonunun gelişini anlamak için yıkılan binalar, çığlık atan insanlar, kırık camlar, ceset döküntüleri, parçalanmış gökyüzü, ikiye ayrılan yeryüzü görmek gerekmez. Jennie karıştığı karanlıkta belli belirsiz yürürken bir yandan duvara tutunmaya çalışıyordu. Lakin hiçbir yere yaslanıp soluklanamıyor, neredeyse parmaklarını taş duvara sürükleyerek ilerliyordu. Tutunacak biryer varken bile tutunamaması, ona dünyanın sonunun gelişini hissettiriyordu. Dudakları arasından titrek hıçkırıklar dökülmeye devam ediyordu. Birkaç adım daha yürüdükten sonra ayaklarını kıpırdatmaya artık dayanamadığını kavrayıp yerinde durakladı. Deli gibi akan gözyaşları herhalde yağsaydı yere sağanak yağmur damlalarından bile daha hızlı varırdı. Biri sırtını tutup sarsıyormuş gibi hissetti, dengesini kaybediyor olmalıydı ki yere eğildi ve bedenini fırlatır misali kaldırımda oturdu, kollarını dizlerinin etrafından sardı.
Daracık sokakta birkaç araba dışında ne başka birşey ne de hiçkimse yoktu, şiddetli rüzgar az ötede binaya yapıştırılmış afişleri koparmak için sanki bir gayret içerisindeydi. Şimdi rüzgarın sesi ona ağır ağır ilerleyen hüzünlü bir melodinin sesini anımsatıyordu. Gözlerini kapatıp başını geri yasladı. Zamanı dondurmak istedi fakat geçmiş ya da gelecek, hiçbirine gitmek istemedi. Hiçbiriyle ilgili ne güzel anıları, ne de bir umudu vardı çünkü. Sadece herşeyin yalan olduğuna kendini inandırmak umuduyla doldu içi, Taehyung'la hep yaptıkları gibi, zamanı en azından yavaşlatabilmek için yavaş yavaş nefes almaya başladı.
Kapanık göz kapaklarının altında, hayalinde Jungkook'un gözleri beliriverdi birden. Kuzgun karası gözler sanki önündeymiş gibi bakışlarını ona dikmişti. Gözlerini açtı, titreyen eliyle cebinden telefonunu çıkardı. Numaraya tıklayıp düşünmeden kulağına götürdü.
ㅡJennie?
Onun ağzından kendi ismini duyduğu an ağlaması daha da şiddetlendi. Jungkook'u aramaya onu mecbur eden şey hissettiği yalnızlıktı, ağlamasının şiddetinin artmasının sebebiyse geçmişten, Taehyung'la beraber hep birlikte oldukları, yıllardır tanıdığı ve sırf özdeşleştiği birinin sesini duymuş olmasıydı.
ㅡCanım yanıyor! - dedi.
Farkında olmadan, kendi katiline ağladı.
ㅡNeler oluyor?
ㅡSarıldılar... Bana orospu diyen bir kadın birkaç dakika önce onun kollarındaydı. Ve o karşı koymadı... Bana orospu diye hitap eden kadın gözlerimin önünde demin onun temiz kokusunu içine çekti ben gittiğimdeyse o temizliğin ancak külleri kalmıştı... Bir dal sigarayla beni de yaşananları da tek vadede küle çevirdi.!