"Gittim gidebildiğim kadar. Hiçbir yere ulaşamadım. Kapının altından odaya sızan küçük bir not kağıdı gibi girdiğim hayatından kırık bir bisikletten vazgeçmeyen üzgün bir çocuk misali vazgeçemedim. Oysa ben neden olmasın deyip gülümsediğimde bazı şe...
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
*
"Bütün toparlanmalardan daha güzel bir dağılım."
*
Tavandan kapalı olan tunç bir lamba sallanıyordu, salonun kenarında, manzaraya açılan büyük pencere önünde resim çizmek için sehpa, sehpanın yanındaki üzeri masa olarak kullanılan küçük dolabın üstüne de çeşitli boyalar ve bir çift de coğrafya küresi koyulmuştu. Duvardaki kocaman sarkaçlı saatin çubuklarının sesi evde yankılandıkça dalıp gittiğim yerlerden ayrılamıyordum. Gözlerimi halıdan çekip ayağa kalktım ve camlı dolapların önüne doğru ilerledim. Ders kitapları dahil olmakla birçok şiir, roman, edebiyatla alakadar kitaplar da bırakılmıştı. Elimi uzattım, cam kapağı kendime doğru çektim ve gözlerimi kapatıp parmaklarımı kitapların üzerinde gezdirmeye başladım. Rastgele bir kitabın üzerinde durduğumda gözlerimi açtım ve mavimsi tonlardaki bu kitabı diğer kitapların arasından çekip kapağı kapattım.
Kitabın ismi, insanda acayip bir merak uyandırıyor, acilen içini açıp okuma şevki yaratıyordu ㅡ "Böğürtlen Kışı." Gözlerim sayfalarında dolaşmaya başladı. Hiçbir cümleyi okumadan, öylesine göz atmak için geçip gittiğim sayfalardan birine geldiğimde istemsizce durdum. Sayfanın arasında küçük bir fotoğraf vardı, fotoğrafı elime aldığımda o sayfadaki bir paragrafın altının çizili olduğunu gördüm. Kitapta buradan başka altı çizilmiş olan bir yer yoktu, o yüzden aceleyle okumaya koyuldum.
"Kaç yaşındayım bilmiyorum." yazıyordu, "Kaç yaşındaysam milyonlarca kez daha yorgunum. Kaç yaşında olursam olayım, kalbi kırılmış bir kız çocuğuyum. Hiçbir mutluluk, acım kadar samimi ve devamlı olamıyor. Ki avutmuyor beni, hiçkimsenin sevgisi."
Okuduğum cümleler karşısında birkaç saniye kalakalmamın ardından geçip onun uyuduğu kanepenin önündeki küçük sandalyeye oturdum ve arkama yaslanıp elimle çenemi kaşıyarak düşünmeye başladım. Düşünürken ona bakıyor, ifadesinde birşeyler çözmeye çalışıyordum. İkimiz de, mutluluğa nispette daha sadakatli olan acıyı seviyor, kendimizi ona bağışlıyorduk. Bu ne kadar doğruydu? Onu bilmem, benim umurumda değildi, ama yine de ben, bazen sahte olduğunu bilerekten sevginin beni avutmasına izin verdiğim halde o kendine bile sevgi bahşetmiyor kendine bile gülümsemiyordu.