"Onlar hiç gülüş sesi duymuyorlar
çünkü onlar hiç gülmüyorlar."*
Sınıftakiler başını sarhoş adamlar gibi sağa sola sallıyor, herkes uyukluyordu. Zil çalınca öğretmen hepimize sanki ona borcumuz varmış gibi acıyan bakışlar atmış ve pek sakin tavırlarla çantasını toplayıp sınıfı terketmişti. Okulun gözde sınıfı olmamıza rağmen son günlerde bütün hepimizde bir gerileme müşahade olunuyordu, nedeni bilinmeden hep yüz alınan sınavların ortalaması şimdi altmışa inmişti. Öğretmen içeriyi terkettiği an hala saygı bakımından kıpırdanmayan bedenler ayaklanıp etrafa dağılmaya başladı. Ben de önümdeki kitabı kapatıp, ayağa kalktım ve ön sıralara ilerledim. Jennie'ye doğru ilerlediğim bu sırada da, kendisine dikkat yetirmeyi ihmal etmemiştim. Gözaltları biraz çökmüş görünse de şüphesiz herzamanki gibi çok güzeldi. Başını çantasının içine kadar sokmuşken kitaplarını düzenliyordu.Önünde durduğumu farkedince hafifçe başını kaldırdı; önünde duranın ben olduğumu gördüğünde küçük bir gülümseme belirtip tekrar başını eğdi. Birkaç saniye geçmemişti ki çantasını toplamayı bitirdi ve fermuarını çekip sıranın üzerine koydu. Birşey söylemeden koridora çıktığımda koşar adım yanıma yetişmiş hiçbir şey sorgulamadan benimle beraber yürüyordu. Bahçeye çıkmayı düşündüm ama hemen vazgeçtim, böylesine bir kar fırtınasının içinde dışarı çıkmak iyi bir fikir olamazdı. Ne yaptığıma dair bir fikrim yoktu, yanımdakinin nereye gittiğimize dair soru sormaması da beni daha zar duruma sokuyordu.
Yine de, aklımda beliren fikir sonucu okul binasının çıkış kapısına yol aldım. Dışarı çıktığımızda rüzgarla karışık uçuşan kar tanelerinin bedenimize buzlu bir denize düşme hissi vermişti, bu da çıkarken üniformamızın üzerine birşey almamamızdan kaynaklanıyordu. Yalnızca bu soğuk, onu konuşturdu ve arkamda dururken içeriye girer gibi oldu fakat yüzüme bakıp fırtınadan çetinlikle duyulan sesiyle bağırdı.
"Kim!"
O an, kirpiklerimi kaplayan kardan güçlükle gözlerimi aralayıp elinin nerede olduğunu belirledim ardından kendi elimi uzatıp elini tuttum. Bu, yani elini tutmam muhteşem bir andı, lakin o gürültünün ve donmuşluk duygusunun içinde hiçbirimiz pek bir tepki veremiyorduk. Açıklama yapmadan onu da arkama takınıp koştuğumda bir yandan kendimi rüzgardan korumaya çalışarak elimi önümde 'dur' işareti yapar gibi tutuyordum. Ayaklarımız saat kulesine yaklaştığında kapıyı açıp içeri daldım, o da girince aceleyle kapattım. Eğilip diz kapaklarını tuttu ve soluklanmaya başladı. Koştuğumuz mesafe en fazla on metreydi lakin kar dize geliyordu ve rüzgar yürümeyi baya engelliyordu. Bu sebeple benim de ondan bir farkım yoktu, kapattığım kapıya yaslanmış derin derin nefesler alıyordum.
Nereye gittiğimizi sormadığı gibi, neden buraya geldiğimizi de sormadı. Akciğerlerimiz az biraz kendine geldiğinde belini dikeltip yukarıya çıkan merdivenlere istikamet tuttu. Üç basamak kalktığında durdu, papatya kadar beyaz yüzünü çevirip hala kıpırdamayan bana gelmemi söyler gibi baktı. İtaat edip arkasından gittim, birkaç saniye sonra yukarıya varmıştık. Kule her ne kadar soğuk olsa da rüzgar geçirmemesi burayı dışarıdan daha güvenli bir hale getiriyordu. Sanki BigBen'deymişiz gibi dışarıya bakan saatin penceresinin önünde durduğunda başını dimdik kaldırıp baktı, adımlayıp pencereye daha da yaklaştı, eğilerek bağdaş kurup oturdu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Your Eyes Tell
Fanfic"Gittim gidebildiğim kadar. Hiçbir yere ulaşamadım. Kapının altından odaya sızan küçük bir not kağıdı gibi girdiğim hayatından kırık bir bisikletten vazgeçmeyen üzgün bir çocuk misali vazgeçemedim. Oysa ben neden olmasın deyip gülümsediğimde bazı şe...