"Gittim gidebildiğim kadar. Hiçbir yere ulaşamadım. Kapının altından odaya sızan küçük bir not kağıdı gibi girdiğim hayatından kırık bir bisikletten vazgeçmeyen üzgün bir çocuk misali vazgeçemedim. Oysa ben neden olmasın deyip gülümsediğimde bazı şe...
En renkli şehirlerde, en karanlık günleri yaşayanlar için.
ㅡVanessa.
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
(october 22, Daegu)
(Kim Taehyung)
Rüzgarın vıyıltı sesiyle birlikte gelen soğuğu tahta pencerenin arasından içeri geçip herkesi teker teker titretirken soğuğu bile hissetmiyor kollarımı önümde birleştirmiş okulun küçük bahçesini seyrediyordum. Yeşilliğini hala koruyan çam ağaçlarında gezindi bakışlarım, oysa şimdi birtek onların yeşil kaldığı bu bahçe ilkbahardan sonra ne de güzel renklere bürünürdü. Kardelenler, çiğdemler, çuha çiçekleri, kan kırmızısı güller ve daha fazlası. Okulun bahçıvanı, bay Wooyoung kışın sonlarına yakın hepsinin otunu temizler, yeni tohumlar serper, havalar ısındıkça da sularını eksik etmezdi.
Lee Wooyoung, evi evimin tam da önünde olan, ailesini yıllar önce kaybetmiş orta yaşlı bir adamdı. İyi kalpli olmasının yanında benimle ilgilenmeyi de ihmal etmiyor, okuldan dönünce pencereme seslenip, "Evlat, bir ihtiyacın var mı?" diye sormayı da asla ve asla unutmazdı. Ben de elimden geldiğince yardımcı olur, elinde poşet gördüm mü kapıp evine kadar eşlik eder, kendisinden sevgimi esirgemez, onun da bana yaptığı gibi bazı boşlukları doldurmaya çalışırdım.
Art arda sıralanan, hayalimdeki çiçeklerin taç yapraklarında dolaşan düşüncelerimi tarih hocamızın ısrar ve inatla tekrar ettiği "Dokuz yüz elli ikinci ilde, suikastın yapıldığı yıl bu zaman." demesiyle bir kenara koyup levhaya götürdüm. Eline bir tebeşir almış hevesle aynı yılı sınıfa ezberletmeye çalışıyordu. "Diğer tarafın adamları yıllardır geçemedikleri seddi geçmiş ve kral'ın kafasını kesip ahalinin önüne atmışlar. Bu yılda. Dokuz yüz seksen iki."
"Efendim..." öğretmenin sözünü kesmemle bakışlar bana döndü. "Dokuz yüz elli iki mi, yoksa dokuz yüz seksen iki mi?"
"Seksen iki mi dedim?" diye hoca gözlerini fal taşı gibi açtığında zil çaldı ve herkes gülüşerek ayağa kalktı. Birinin başının kesilmesinin tarihi tabii ki benim için pek önemli değildi fakat bu unsuru hocayla dalga geçmek için kullanınca önemli bir olaya çevriliyordu.
Koridora akın eden bir sürü liselinin arasından sanki onlardan değilmişim gibi sıyrılıp geçtiğimde sonunda kendimi kapı dışarı bulmuştum. Aniden yüzüme çarpan soğuk dudaklarımdan bir küfür dökülmesine, geriye sendelememe sebep olmuştu. İki gün önce sadece tişörtle geziyorduk oysa şuan aralık mı ekim mi olduğunu pek ayırt edemez haldeydik. Dışarı çıktığım gibi yine geriye, aynı kalabalığın arasına dalıp sınıfa dönen yolu tuttum ve içeri girdim. Birkaç kişi dışında herkes çoktan içeriyi terketmişti. Adımlarım direkt olarak fartmantoya, elim ise siyah montuma yönelik ilerlerken aldım ve aceleyle üzerime geçirdim. Arkamı dönüp kapıya ilerlemek istediğimdeyse önümde beliren beden duraksamama neden olmuştu.