Aramam yanıtsız kalıp, kendi kendine sonlandırıldığında telefonumu masanın üzerine bıraktım. Seonghwa meşgul olmalıydı. Sesini duymak her ne kadar şu anda en çok ihtiyacım olan şey olsa da, yeniden arayıp onu zor duruma sokmak veya endişelendirmek istemiyordum. Birkaç saat önce şirkete gelmiştim ve zaman tuhaf bir şekilde yavaş işliyordu, her geçen saniye kendimi daha kaygı dolu hissediyordum. Lee Soojung sabahtan beri bir toplantıdan diğerine geçiyordu. Yaz artık tam anlamıyla geldiği için işler yoğundu. Kang Dohyun'u henüz görmemiştim- o da benim gibi bir asistan olduğu için koşturup duruyordu, Kim Jieun ise şirkette değildi. Hiçbir şey yapmamanın verdiği sıkıntı ve beklemenin oluşturduğu kaygıyla şu ana kadar bir fincan kahve ve iki fincan da bitki çayı içmiştim. Sürekli tuvalete gidip duruyor, Lee Soojung'un odasını kontrol ediyor ve masamı yeniden düzenliyordum.
Ama zaman bir türlü geçmek bilmiyordu.
Bu süreçte Lee Soojung'la konuşacağım şeyleri kafamda toparlamaya başlıyordum. Fakat bu sadece daha çok gerilmeme ve saçmalamama neden oluyordu. Hâlâ Lee Soojung'un odasına girdiğimde ne diyeceğimi tam olarak bilmiyordum, ama düşündükçe kafam daha çok dağılıyordu. Bu yüzden şimdilik doğaçlama yapacakmışım gibi görünüyordu.
Eh, çok da kötü bir fikir değildi sanki?
"Kang Yeona, Kang Yeona, Kang Yeona." Kang Dohyun, masamın etrafında dönmeye başladığında şaşkınca yüzüne baktım. Birkaç kez attığı turun sonunda yanıma gelip, omuzlarımı ağrıtacak derecede sıkıca sarıldı bana. Ben bu hâline gülerek karşılık verirken o da tam olarak ne olduğunu anlayamadığım bir şeyler mırıldanıyordu. Geriye çekilip, masamın üstüne oturduğunda dağılmış saçlarımı düzeltmeye çalıştım.
"Sen şirkette yokken o kadar sıkıcı ve renksizdi ki," Dudaklarını büzerek konuştuğunda kendimi tutamayıp kıkırdadım.
"Ah, ne öğrendim biliyor musun?" Heyecanlı bir tavırla mırıldanıp, benden de aynı şekilde bir tepki bekliyormuş gibi yüzüme baktığında kaşlarımı kaldırdım. Tam olarak istediği ifadeyi alamamış gibi, omuzları hafifçe düştü.
Ama çok da umursuyormuş gibi değildi. Çünkü hemen toparlanıp, bana doğru eğildi.
"Şu menajer, Joey, uzun zamandır dolandırıyormuş kızcağızı- modeli yani." Şaşkınca yüzüne baktığımda, dudaklarını birbirine bastırıp omuz silkti.
"Modelin aldığı ödemelerin çoğunu, o fark etmeden kendi hesabına geçiriyormuş. Ah, dünya ne hâle gelmiş görüyor musun?" Bir şey demek yerine homurdanıp, nefesimi dışarı bıraktım.
Tam olarak ne düşüneceğimi bile bilmiyordum. Gergindim, rahatsız hissediyordum, sinirliydim, korkuyordum, eve gitmek ve uzun bir süre yatağımdan çıkmamak istiyordum.
Kendime güvenmek yerine, kendimi yiyip bitirdiğim için rahatsız hissediyordum. Sanki birileri benim için hayal kırıklığına uğramasın diye uğraşırken, en çok kendimi hayal kırıklığına uğratmış gibi. Kolay lokma gibi göründüğüm için sinirliydim. Ne yapacağımı bilmediğim için gergin hissediyor ve bundan sonra ne olacağını öngöremediğim için de korkuyordum.
Büyük bir karmaşanın ortasındaydım sanki.
"Ayrıca, Joey de ne? Taşralı- Yeona alınma lütfen, bir Koreli olduğu belli. Kulağa çok saçma geliyor,"
Karmaşanın büyük bir kısmının kaynağı da bendim sanki. Kafam bir türlü susmuyordu.
"Yeona, dinliyor musun beni?" Kafamı kaldırıp yüzüne baktığımda homurdandı.
"Üzgünüm," Parmağının ucuyla kafamı itip, buruk bir şekilde tebessüm etti. Yanaklarımın içini şişirip, yeniden saate baktım.
"Lee Soojung'u mu bekliyorsun?" Sessizce kafamı salladığında homurdandı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AURORA ▪︎ park seonghwa
Fanfiction"En parlak karanlığın olacağım, koru beni Aurora'm." ~Tüm hakları bir ayçiçeğinde saklıdır.