Seonghwa'nın elleri saçlarım arasında dolanırken gıdıklanarak güldüğümde o da aynı şekilde gülmeye başladı. Perdenin aralıklarından sızan güneş ışığı artık odayı tamamen aydınlatıyordu ve Seonghwa'nın yüzüne yansıdığı için gözlerimi ondan alamıyordum.
Parmaklarım istemsizce yanık teninde dolanmaya başlarken farkında olmadan iç çektim.
Yanımda olduğu her an, onunla yaptığım her şey birbirinden güzeldi. Ama sanırım onunla uyumak ve onunla uyanmak en güzeliydi.
Zil sesiyle gergince doğrulduğumda Seonghwa da şaşkınca bana baktı. Saat sabahın altısı falan olmalıydı. Gerildiğimi fark ettiğinde o da doğruldu ve Dişsiz de zil sesi yüzünden uyandığını belirten rahatsız mırıltılar çıkarmaya başladı.
"Kim olabilir?" Seonghwa, sanki kapının arkasındaki kişi bizi duyabilirmiş gibi fısıldadığında gergince yutkundum.
"Bilmiyorum," Birlikte yataktan kalkıp, kapıya doğru ilerlerken zil birkaç kez daha çaldı. Saat henüz çok erken olduğu için istemsizce geriliyordum. Parmak uçlarımda kapıya doğru yürürken Seonghwa'nın dokunuşunu bileğimde hissederek durdum.
"Benim açmamı ister misin?" Kafamı iki yana salladığımda ikna olmamış bir ifadeyle bana baktı. Babam veya Siyoung muydu acaba? Ya da Ahn Bora. Bir şey mi olmuştu?
Neden kimse aramamıştı?
Gerçi telefonumun nerede olduğunu bile bilmiyordum.
Derin bir nefes alıp verdikten sonra, kapının kulbuna uzandım. Seonghwa birkaç adım arkamda, Dişsiz de bacaklarımın arasında duruyordu. Kapıyı açarken nabzım bir anlığına iyice hızlandı ve sonra karşımdaki görüntü yüzünden tamamen durdu.
"Anne?"
"Uyuyor muydun? Sen Andong'a gelmeyince ben Seul'e geldim." Gözlerim annem ve yanındaki bavulda dolanırken tuhaf bir şey oldu, kolum benden bağımsız hareket etti ve kapıyı kapattı.
Ne?
"Yeona!" Seonghwa'nın şaşkın mırıltısıyla ona doğru dönerken ne düşündüğümü ya da ne yaptığımı bilmiyordum.
Aman Tanrım.
Seonghwa'nın yüzüne baktığım birkaç saniye içerisinde her şey kafamın içinde oturmaya başlarken çığlık atmamak için avcumu dudaklarımın üstüne bastırdım.
"Aman Tanrım," Seonghwa yüzündeki gülümsemeyi engellemeye ve durumu kavramaya çalışırken istemsizce çırpınmaya başladım ve bu esnada zil yeniden çaldı.
"Aman Tanrım, aman Tanrım, aman Tanrım!" Olduğum yerde debelenmeye başladığımda Seonghwa bana doğru yaklaşıp kollarımı tuttu.
"Nefes al ve kapıyı aç,"
"Ne- Önce sen üstüne bir şey giy," Ellerimi Seonghwa'nın göğsüne bastırarak, panikle konuştuğumda kendini tutamayıp kahkaha attı. Ben de onu gücüm yetebilirmiş gibi hafifçe itip- daha çok ittiğimi sanıp, arkamı döndüm.
Herhangi bir kaos ile karşılaştığımdaki reflekslerim her geçen gün daha da garip bir hâl alıyordu sanki.
Az önce kapıyı annemin yüzüne kapatmıştım.
Seonghwa'nın üstüne bir şey giydiğinden emin olduktan sonra, benim nasıl göründüğümü umursamadan kaçıncı kez çaldığını bilmediğim kapıya doğru ilerledim. Yeniden kapıyı açıp, yüzümdeki anlamsız gülümsemeyle anneme baktığımda zaten çatık olan kaşlarını iyice çattı.
"Seni tanımasam bir şey kullandığını düşüneceğim, Yeona. Biraz büyü-" Annem, girmesi için geriye çekilerek oluşturduğum aralıktan içeriye girerken Seonghwa'yı görerek durdu. Ben gergince dudaklarımı birbirine bastırıp bakışlarımı annem ve Seonghwa arasında dolaştırırken Seonghwa doksan derece eğilip, kibar ve sempatik bir tonda mırıldandı. Annem sakin bir tavırla karşılık verirken bavulunu hafifçe çekiştirip, kapıyı kapattım.
"Sen Seonghwa olmalısın." Annem daha çok sesli düşünüyormuş gibi bir tavırda mırıldandığında Seonghwa naifçe karşılık verdi.
"Yeona senden çok bahsetti, ama hiç tanışma fırsatımız olmadı. Gerçek olmadığını düşünmeye başlamıştım," Seonghwa hafifçe kızarmaya başladığında gözlerimi devirerek anneme yaklaşıp kolundan tuttum.
Günün Kang Yeona'yı utandırma saatleri başlamıştı bile.
"Anne oturmak ister misin? Yorgun olmalısın," Onu çekiştirerek koltuğa doğru ilerletirken homurdanmaya başladı.
Üniversitede aldığım, doğru düzgün kredisi bile olmayan kriz anı yönetimi dersi bana hiçbir şey katmamış olmalıydı.
Özellikle de sosyal anlamda gerçekleşen kaos ve krizlerde.
"Aç mısın? Çay yapayım mı?" Annem koltuğa oturduktan sonra, kolumdan çekiştirerek beni de oturttuğunda şaşkınca yüzüne baktım.
"Yeona, zaten kapıyı yüzüme kapattın. Bari yalandan da olsa hoşgeldin de." İstemsizce omuzlarım düşerken gülerek kollarımı ona doğru uzatıp, sıkıca sarıldım.
Aman Tanrım.
Onu gerçekten de çok özlemiştim.
"Ah~ Üzgünüm. Seni görmeyi beklemiyordum."
"Baban Chuseok'u onlarla geçirmediğini söyledi, o da benimle geçirdiğini sanıyormuş." Kaşlarından birini kaldırarak bana baktığında yanaklarımın içini dişledim ve konuyu değiştirmeye çalıştım.
"Babam ile görüşüyor musunuz?"
"Yeona." Kendimi tutamayıp gülmeye başladığımda derin bir nefes alıp verdi ve sonra kafasını çevirip Seonghwa'ya baktı. Seonghwa sessizce, yüzündeki tatlış gülümsemeyle bizi izliyordu.
"Ben çay yapayım," Koltuktan kalkıp, mutfağa doğru ilerlerken yanakları hafifçe pembeleşmiş Seonghwa'ya baktım. Gergindi ve büyük ihtimalle yanından ayrılmam onu daha da germişti. Suyu kaynatıp, demliği ve çayı hazırlarken annem ve Seonghwa sakin sakin konuşmaya başlamışlardı.
"Yeona size çok benziyor."
"Ah, keşke. Tamamen babası," Ben kendi kendime gülerken, Seonghwa'nın da güldüğünü belirten bir ses çıktı dudaklarından. Annemin burada olması garip hissettiriyordu.
Özellikle de şu an, çünkü Seonghwa da buradaydı.
Seonghwa gittikten sonra annem ile aramızda gerçekleşecek olan konuşmayı öngörebiliyordum ve bu Seonghwa'nın gitmesini istemememe neden oluyordu. Fincanları ve demliği tepsiye yerleştirip, onların yanına geçtiğimde Seonghwa tatlış tatlış gülüyordu. Tepsiyi sehpanın üzerine yerleştirip, Seonghwa'nın yanına oturdum. Annem; sayamadığım kadar çok göz devirmeme neden olan Seonghwa'yı kahkahalara boğan şeyler anlatırken, bulduğu fırsatlarda Seonghwa'yı överken ve bana aynı anda bir çok duyguyu yaşatırken Seonghwa'nın yanında oturmaya devam ettim.
Bu his sandığımdan daha huzur doluydu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AURORA ▪︎ park seonghwa
Fanfiction"En parlak karanlığın olacağım, koru beni Aurora'm." ~Tüm hakları bir ayçiçeğinde saklıdır.