the photograph/s

361 50 2
                                    

"Yeona, sen ne burcuydun?" Kang Dohyun masama yaslanarak mırıldandığında başımı telefonumdan kaldırıp ona baktım.

"İkizler, neden?"

"Ah!" Ellerini birbirine vurarak, bütün sırrı çözmüş gibi bir tavırla ses çıkardığında şaşkınca yüzüne baktım. Aklından ne geçtiğini anlamak çok zordu.

"Baştan söylesene şunu,"

"Neden?" Masamdan kalkarken, konuşmam üzerine yeniden bana doğru döndü.

Şu an ne konuştuğumuza dair hiçbir fikrim yoktu.

"Geçtiğimiz haftalarda yasta gibiydin, şimdi de tavşan gibi zıplayıp duruyorsun. Kişilik bozukluğun falan olduğunu düşünüyordum ama-"

"Dohyun-sshi," Koluna vurarak güldüğümde o da kıkırdadı. Ne kadar dengesiz göründüğümün ben de farkındaydım. Bir süre öncesine kadar yüreğimde yer alan acı, kendini garip bir heyecana bırakmıştı. Yaşadığım her şeyi neden bu kadar uçarı hissettiğim hakkında gerçekten de hiçbir fikrim yoktu. Nabzım gene anlamsızca hızlanmaya, ellerim terlemeye başlamıştı. Bunu son zamanlarda oldukça sık yaşıyordum. Boğukça nefes alıp verdiğimde göğsüm titrerken, Dohyun masamdan uzaklaşmaya başladı. Lee Soojung'un attığı mesaj üzerine oturduğum yerden kalkıp, odasına doğru ilerlemeye başladım.

Her telefonuma bildirim geldiğinde neden bu kadar panikliyordum?

Büyük adımlar atarak, ya da Dohyun'un tabiriyle tavşan gibi zıplayarak, Lee Soojung'un odasına geldiğimde elimle hafifçe kapıya vurdum. İçeriden gelen sesle birlikte kapıyı itip, kendimi içeriye doğru attım. Hafifçe başımı eğip kaldırırken elini bana doğru uzatıp sallamaya başladı.

"Kang Yeona, Seri gelecek. Ben toplantıda olacağım, karşılayabilir misin?"

"Tabii." Tebessüm ederek mırıldanırken, o kafasını kaldırmadan eşyalarını topluyordu. Seri, Lee Soojung'un kızıydı. Daha önce kendisini görmemiştim ama Lee Soojung bahsettiği için ve masasındaki bazı fotoğrafları gördüğüm için aşinaydım. Kafasını kaldırıp, kaşlarını kaldırarak bana baktığında gergince kıpırdandım.

"Sen iyisin, değil mi?" Bir süre şaşkınca yüzüne bakıp, ne dediğini anlamaya çalışırken aramızda garip bir sessizlik oluşmuştu.

Kelebek.

"Ah- evet." Gülümseyerek kafamı salladığımda tebessüm edip, eşyalarını toplamaya devam etti.

"Eğer açsa kafetaryaya götür onu. Benim toplantım uzun sürebilir," Kafamı sallayıp, sessizce toparlanışını izledim. Birlikte odadan çıktığımızda o toplantı odasına, ben de kendi masama doğru ilerlemeye başladım. Bugün şirket tuhaf bir şekilde daha sessiz ve durağandı. Gerçi şikayetçi olduğumu söyleyemezdim.

Bu sakinlik içimdeki kaosa iyi geliyordu.

Boğukça nefes alıp verirken dağılmış masamı toplamaya başladım. Seri gelene kadar oyalanmak adına Lee Soojung'a gelen kargoları düzenleyip, dergileri kurcaladım. Zihnimdeki okyanusun dalgalanıp duruşuna engel olamıyordum, bu yüzden düşünmemek için yapabileceğim her şeyi yapmaya çalışıyordum. Lee Soojung'tan gelen mesajla şirketin girişine inip, beni bekleyen Seri ve babasına doğru ilerlemeye başladım.

"Merhaba," Doksan derece eğilmeye çalışarak adım attığımda karşımdaki kişi de karşılık verdi.

Lee Soojung'un ailesi de kendisi gibi göz alıcıydı.

Lee Soojung'un eşine ve Seri'ye kendimi tanıtıp, söylememi istediği şeyleri söyledikten sonra Seri'nin elinden tuttum ve birlikte yürümeye başladık. Asansörün düğmesine basıp, bu boşluktan yararlanarak bakışlarımı Seri'ye çevirdim. Babasına gerçekten de çok benziyordu ama, sokaktan geçen alakasız biri bile güzelliğini Lee Soojung'tan aldığını söyleyebilirdi. Kafasını kaldırarak, küçük gözleriyle bana baktığında gülümsedim. Utangaç bir şekilde tebessüm ettiğinde boştaki elimle saçlarına dokundum. Birlikte asansöre binip, yukarı çıkarken telefonumu çıkarıp Lee Soojung'a bir mesaj attım. Şu anda toplantıda olduğu için minimal bir şey yazmaya çalışmıştım.

AURORA ▪︎ park seonghwaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin