"Senin için çok mutluyum ama bir yanım da senden ayrılmayı hiç istemiyor. Kang Dohyun nasıl tepki verdi?"
"Başta Lee Soojung'dan kurtuluşuma çok sevindi. Kağıtları küçük küçük kesip konfeti gibi başımdan aşağı döktü ama şu anda tuvalette ağlıyor," Kim Jieun, sarıldığı kolumu sıvazlayıp gülerken derin bir nefes alıp verdim. Hislerim o kadar karışıktı ki, gülerken ağlamaya ya da ağlarken gülmeye başlayabilirdim. Bugün ilk iş yerimde, Lee Soojung'un asistanı olarak çalıştığım bu şirkette, son günümdü. Burada çok fazla şey öğrenmiş, çok fazla şey yaşamıştım.
Hepsini geride bırakmak biraz korkutucu geliyordu. Dışarıya kendimi stabil göstermeye çalışsam da içimdeki bu hissi pek atamadığımı itiraf etmeliydim.
Ama anımsadığımda beni gülümseten ya da mutlu eden anıları geride bırakmaktansa onları benimle birlikte götürebileceğimin farkındaydım. Bunun yerine anımsamak, düşünmek istemediğim anları geride bırakacaktım. Neredeyse kovulduğum o anı, yetersiz hissettiğim anları, koşuşturmaktan hiçbir şey yiyemeyip verdiğim birkaç kiloyu, uyuyamadığım geceleri...
Yarından itibaren çalışacağım şirkette bunların düzeleceğini düşünmüyordum. Büyük ihtimalle daha yoğun çalışacaktım, daha çok yorulacak ve daha fazla emek sarf edecektim.
Fakat... tuhaf bir şekilde bu beni korkutmuyordu.
Üstesinden gelebilecekmişim gibi hissediyordum. İçimdeki sürekli olumsuz şeyler söyleyen ve çoğu zaman da bana kızan o sesin çıtı çıkmıyordu, bunun yerine tamamen olumlu düşüncelerle kaplıydı zihnim.
Bunu söylemek garip hissettiriyordu.
Ama galiba ben, Kang Yeona, kendime güveniyordum.
Buraya iş görüşmesi için geldiğim o ilk günde, kabul edildiğimde asistan olarak çalışacağım için çocuk gibi ağladığım o anı anımsadıkça yanaklarım kızarıyordu.
O gün kendime o kadar güvenmiyordum ki, iş hayatımın sonuna kadar asistan olarak kalacağımı ve hayallerimi gerçekleştirmek yerine getir götür işleri yapacağımı sanıyordum.
"Toplantı bitti galiba," Kim Jieun, kalçasını yasladığı masamdan hafifçe doğrularak koridora bakarken mırıldandığında, ben de pozisyonumu değiştirerek koridoru görmeye çalıştım. Birkaç saniyenin ardından, toplantı için gelen yabancı yüzler koridorda belirdiğinde, Kim Jieun bana doğru döndü ve ben de hafifçe ayaklandım.
"Yeona~" Kim Jieun kollarını açıp, sarılmam için bana doğru döndüğünde parmak uçlarımda ilerleyip gülerek ona doğru yöneldim. Boyu hem benden uzundu hem de topuklu giyiyordu, bu da kendimi kolları arasında minicik hissetmeme neden oluyordu. Kim Jieun'un parfümü ciğerlerime dolarken iç çektim. Feminen kokusu, uzun saçları, ben giysem bileğimi burkarak hastanelik olacağımı düşündüğüm topukluları, duru güzelliği ve içtenliği hep çok hoşuma gitmişti.
Aramızdaki ilişki daha çok sunbae-hoobae olması gerekirken, geldiğim ilk günden beri bana hep bir unnie edasıyla yaklaşmıştı ve ben de etrafta kimse yokken ona böyle sesleniyordum.
Tek çocuk olduğum için böyle şeylerden pek anlamıyordum. Ahn Bora da benden büyüktü ama onunla böyle bir ilişkimiz yoktu.
Ama Kim Jieun gerçekten aile hissiyatı veriyordu.
"Sana kelebek diye diye kozadan ayırdık galiba," Kendimi tutamayıp gülmeye başladığımda hafifçe başımın arkasını okşadı.
"Yine de seni bırakmayacağımı biliyorsun değil mi?" Gülerek başımı salladığımda o da gülmeye başladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AURORA ▪︎ park seonghwa
Fanfic"En parlak karanlığın olacağım, koru beni Aurora'm." ~Tüm hakları bir ayçiçeğinde saklıdır.