Now Playing;
"Stargazing" by The Neighbourhood"Her yıl, yedi kere aynı yerde aynı saatte buluşuyoruz, bunu da unutmuş olamaz!"
On beş yıllık arkadaşlarınız varsa genelde sadece sizin yaptığınız, tamamen size özel faaliyetleriniz olurdu, başka kimsenin yapmadığı ama sizin yapmaktan hiçbir zaman sıkılmayacağınız şeyler.
Biz, beş yaşımızdan beri doğum günlerimizi şehrin dışında, ormanın ortasındaki bir göl kenarında kutlardık, buluşma saatimiz her zaman sabahın yedisi olurdu ve ilk önce biraz gölde yüzer, kurulanıp sağlıksız fast food yiyip ardından tekrar göle girip hava kararana kadar suda kalırdık, sonrasında çimenlerde oturup pasta keserdik, Mark gitarını da yanında getirir, sevdiğimiz şarkıları çalardı bize, biz de ona seslerimizle eşlik ederdik.
Jaemin'in de dediği gibi, bunu her yıl yedi kere yapardık, hiç atlamadan, başkalarını çağırmadan. Sadece yedimize özel bir yer ve faaliyetti.
Bu faaliyetimizin zaman geçtikçe öleceğini, biz büyüdükçe bu göl kenarının da unutulacağının farkındaydım. Otuz yaşında adamlar olduğumuzda doğum günleri kutlamayı bırak, belki birbirimizi aramayacaktık bile. Bu her ne kadar kabullenmek istemesem de hayatımızın bir gerçeğiydi ve bu gerçeği Jeno bana söylemeden önce de farkındaydım, yalnızca kabullenmek zordu dediğim gibi.
Ama bu geleneğimizin şimdiden bozulmuş olması, sadece altı kişi olmamız ister istemez gerçeklikten kaçmak istememe neden oluyordu.
Bugün Jisung'ın doğum günüydü.
Ve Mark gelmemişti.Diğerleri şimdiden göle girmiş, suda eğlenirken ben kenarda oturmuş, kulaklığımı takmış bir şekilde suda eğlenen beş oğlanın resmini çiziyordum. Son olaylardan sonra resim çizmekten sıkılmıştım birazdan, çünkü genelde ben resim çizerken yanımda durup beni saçma sapan sorularıyla sinirlendiren bir Mark Lee'm yoktu ama bu sefer, karşımda durup suda topla oynayıp eğlenen bu beş çocuğu kağıda dökmek eğlenceliydi.
Suya girmeme nedenim sudan hoşlanmadığım ya da yüzmeyi bilmediğimden değildi, içimden bir ses Mark'ın her dakika sürpriz yapıp buraya geleceğine inanıyordu. Hava her ne kadar sıcak olsa ve güneş tenimi yakıp geçse de onu beklemek istiyordum.
Elimden kalemimi bırakıp gözlerimi kısarak göğe baktım, nasıl olur da şubat ayında hava insanı bunaltacak kadar sıcak olurdu? Sıcakta daha fazla resim çizmek istemediğimden defterimi bir kenara alırken su şişemi elime alıp büyük yudumlar aldım, diğer yandan da gözümü Playlist de gezdiriyordum.
The Neighbourhood - Reflections çalmaya başlamıştı, kaşlarımı çattım belli belirsiz, Mark'ın playlistini dinliyordum. Bu şarkıyı Mark o kadar dinlemişti ki artık kusacak hale gelmiştim, diğer şarkıya atladım. Stargazing çalmaya başladığında memnuniyetle gülümseyip telefonumu kilitledim.
Son zamanlarda kafam bu konu yüzünden gerçekten karışıktı. İlk zamanlarda kendime "o senin en yakın arkadaşın, ondan hoşlanmazsın." diye kızıyordum, daha sonrasında "onun artık kız arkadaşı var, ondan hoşlanmamazsın." diyerek azarlıyordum kalbimi, şimdi ise ne hissettiğimi gerçekten de bilmiyordum.
Yalnızca çaresiz hissediyordum.
Duygularımı anlamaya hiçbir zaman uğraşmazdım ben, onlar benden bir parçaydı sonuçta ve er ya da geç, ne hissettiğimi kendi kendime anlayacağımı biliyordum ama bu sefer, Mark için ne hissettiğimi anlayamadıkça deliye dönecek gibi oluyordum, kalbim sıkışıyor, ruhum daralıyordu ve bu durumdan hiç hoşlanmıyordum.