三十一 : creep*

518 68 18
                                    



LEE HYUCK'S PHONE
04:21

now playing;
"creep" by radiohead

When you were here before
Couldn't look you in the eye
You're just like an angel
Your skin makes me cry
You float like a feather
In a beautiful world
I wish I was special
You're so fuckin' special

•••

"madde 56 : donghyuck ile bara gidip adımızı unutacak kadar sarhoş olup ardından da öpüşmek."

güldüm. yaklaşık 20 dakikadır boş, soğuk ve biraz da ürkütücü sokaklarda yürüyorduk ve mark bana aynı zamanda da önümüzdeki günlerde yapacaklarımızı anlatılıyordu. hepsini ayrı maddeler haline defterine not etmesi çok tatlı görünmüştü gözüme, gerçekten beni umursadığını ve gitmeden önce güzel zamanlar geçirmemizi istediğini hissediyordum.

"sen çok fazla film izlemişsin mark." gülerken konuştum, hava bahar aylarında olmamıza rağmen fazlaca soğuktu ve yanıma aldığım hırka kesinlikle yeterli değildi, yine de mark'ın yakınlığı bana bir sıcaklık hissettiriyordu. soğuk, nemli ve ıssız bir ormanda yakılmış zayıf bir ateşin verdiği sıcaklıktı bu.

"hadi ama, aşırı eğlenceli görünüyor."

"asla ama asla sarhoş olmam ben.dudaklarıma bile sürmem o şeyi."

önüme döndüm ama mark çok ısrarcı görünüyordu, başını hafifçe yana eğerek olduğu yerde duraksadı ve beni hızlı bir hareketle belimden tutarak kendine çekti.

pekala, birlikte geçirdiğimiz on beş ya da on altı yılda sürekli birbirimizle temas halindeydik, şu an içinde bulunduğumuz durumdan daha yakında olduğumuz zamanlar da olmuştur ama şu an o kadar yakındık ki, kalbimin bu kadar  hızlı atmasından ve birazdan bayılacağımdan korkuyordum. göğsüme keskin bir ağrı saplandı ve birkaç saniyeliğine nefes bile alamadım, onun sıcak nefesi ise yüzümü okşuyordu.

"sarhoş olmadan delilercesine öpüşürüz o halde, olmaz mı?"

bakışları dudaklarımdaydı sözlerine devam ederken ve ben nasıl yanıt vereceğimi bilememiştim, içinde bulunduğum durum yalnızca filmlerde yaşanır sanıyordum ama şimdi buradaydım, gecenin dördünde, aylardır hoşlandığım kişinin kolları belime sarılı bir şekilde, ıssız ve sanırım daha önce hiç önünden geçmediğim bir ara caddede duruyordum. yüzüme değen ağır sıcak nefese karışan soğuk, yukarıdan gelen yağmur taneleri de durumu hiç kolaylaştırmıyordu.

neden mark ile her dışarıya çıktığımda yağmur yağmalıydı ki?

dünya üzerindeki en hassas ve güçsüz bünyeye sahiptim. bunu kendimi acındırmak için söylemiyordum, iki dakika terli kalınca ya da bir süre bile yağmurun altında durunca ertesi gün benim için cehennem gibi geçiyordu ve toparlanmam uzun sürüyordu, çocukluğumdan beri böyleydi bu. doktora gittiğimde yalnızca kansızlığımın olduğunu söylemişti ve bir ilaç ve birkaç vitamin yazıp göndermişti. bu yaşıma kadar da o vitaminleri kullanıyor, ilacı içiyordum.

yağmurdan çok korkardım, özellikle de  küçükken. yağmurun yalnızca beni hasta eden bir zehir olduğunu düşünürdüm ve hemen bir şemsiyenin altına girer, ya da direkt evime geri dönerdim.

deep end freestyle Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin