lee hyuck's phone00:34
now playing;
"honey whiskey" by nothing but thieves
• 7 yıl sonra
"lee, lee donghyuck? doğru mu söyledim?"
ağır bir fransız aksanıyla pasaportun üstünde yazılı olan adımı okumak için büyük çabada bulunan kadına bakarak ve hafifçe gülümseyerek baş salladım. "evet evet, doğru."
kadın da aynı şekilde samimi bir gülümsemeyle son kez pasaportumdaki fotoğrafımı benimle karşılaştırdıktan sonra pasaportumu bana geri uzattı, sanırım fotoğraftakinin gerçekten ben olduğuma ikna olmuştu.
"yolculuk nereye?"
pasaportumu alıp sırt çantama geri atarken konuştum.
"güney kore, tongyeong."
aslında konuşacak havamda değildim lakin hafta içi gece saatleri olduğundan saatlerdir burada oturup insanların pasaportunu kontrol eden kadın sıkılmış olacak ki küçük de olsa bir konuşma başlatmaya çalışıyordu.
kaba bir it gibi davranmak zorunda değilsin donghyuck, en azından bugün değil.
"ah, hiç duymadım orayı."
cevabıyla gülümsedim hafifçe, "busan yakınlarında küçük bir kent, çok fazla tanıyan yoktur zaten."
kadın anlamışçasına baş salladı, ardından arkamda sıra bekleyen birkaç kişiyi fark etmiş olacak ki konuşmamızı bitirmek zorunda kalmıştı.
"anladım, size iyi yolculuklar o halde, lee donghyuck."
küçük bir gülümsemeyle birlikte teşekkür ettikten sonra nihayet pasaport kontrolünü geçebilmiştim, henüz saatin gece bir bile olmamasına rağmen nasıl oluyordu da vakit bu kadar yavaş geçebiliyordu.
uçağımın kalkmasına daha iki saat olduğundan havaalanındaki kafelerden birinde oturarak kendime içecek bir şeyler sipariş ederek biraz iş yapabilmek umuduyla bilgisayarımı açtım lakin düşüncelerim aklımı kurcalıyordu.
ben şu anda burada ne yapıyordum?
daha dün arkadaşlarımla bugün akşam eğlenmeye gitmeyi planlarken şimdi elimde son dakika incheon'a alınmış bir uçak bileti vardı ve uçuşumun kalkmasına iki saat kalmıştı.
bazen bu kadar düşünmeden, spontane hareketlerimden nefret ediyordum.
düşüncelerime daldığımdan farketmeden sipariş ettiğim elimdeki soğuk kahvemi biraz fazla sıkarak ellerime döküldüğünü hissettim, küçük bir küfür mırıldanırken kahveyi elimden bıraktım, zaten tadı fiyatına göre aşırı kötüydü.
ellerimi peçeteyle silerken etrafımdaki insanların bakışlarını fark ettim, bu yedi yıl boyunca şehirdeki her şeye alışmıştım, ders sistemine, yeme kültürüne, diline, görgü kurallarına...ama insanların bu kabalıklarına hiçbir zaman alışamayacaktım. sanki tüm insanlardan ve insan türü şeylerden nefret ediyor gibiydiler.