BÖLÜM 4-Bölüm 5

25 2 0
                                    

VİNCENZO LUCELO

Kalbimin orta yerine kocaman üç kurşun işlenmişti. Üç kocaman kurşun. İkisinden kan sızmaya devam ediyordu ve kaç sene geçerse geçsin sızmaya devam edecekti, ama biri kuruyalı ve kabuk bağlayalı çok olmuştu. 

Üçü de bana 'Kurşun' adıyla durmadan mektup yazan, bir senemi onunla geçirip üzerinden on sene geçse de unutmadığım anları yaratan o kızın eseriydi. Adı belirsizdi, herkese göre farklı bir ismi vardı ama benim için onun ismi önemli değildi, asıl önemli olan oydu. O ve kalbime bıraktığı üç kurşun yarası.

Kan sızmaya devam eden yaralarımdan biri o uzakta olduğu için canımı yakıyordu. Öbürü ise aklımdaki görüntüsünün sekiz yaşındayken kanlar içinde 'Sotto Voce'yi' beklerkenki hali kaldığı için canımı çıkartıyordu. Kabuk bağlayan ise etrafımdaki kişiler yüzünden zorla bağlanmıştı. 

Birine böylesine bağlı olmamın güçsüzlük olduğunu söylemişlerdi, giden birinin arkasından yası tutulamazdı, bu beni güçsüzleştirir ve bana asıl benliğimi unuttururdu. Bu yüzden dalga geçmişlerdi ve dalga geçen asıl kişi babam, yani Padrino olduğunda gerçek göz ardı edilemiyordu. 

Onu unutturmaya çalıştıkça ben bağlayan kabuğu koparıyor ve acımın tazelenmesini sağlayarak onu unutmamı engelliyordum. Onu düşünmediğim bir gün yoktu, olmasını da istemiyordum, ta ki bu sabah duyduğum dedikoduya kadar...

Benim yerime Zincir'le konuşup bağlanma gününde, yani yarın yanlarına gitmem, oraya kaydolmam konusunda Zincir'in başındaki adamı ikna etmişlerdi. Normalde Kurşun'u görmek için canımı feda edebilirdim ama bu kez durum farklıydı. Amaçlarını bilmiyordum, Kurşun'a zarar gelip gelmeyeceğini bilmiyordum ve işin ucunda onun zarar görmesi varsa, beni ihanetten cayır cayır yakmaları umurumda olmadan L'ucelo Zaffiro'dan ayrılırdım. Ayrılmanın sonu da ölümdü zaten...

"Rahat ol, mio fratello." dedi yanıma gelip toplantıların yapıldığı odanın dışındaki bekleme sandalyelerinden, karşımda olana otururken Bonfante. Yüz elli yıldır Sicilya'da yaşayan ailelerden biri olmamıza rağmen işimiz genelde Türk satıcılarla ve kaçakçılarla olduğu için evde Türkçe konuşurduk çünkü aksanımız bizi hemen belli ederdi, farklı olduğumuz anlaşılırsa da sektörde uzun süre kalmamız imkansız olurdu. "Küçük aşığına zarar vermeni kimse istemez, gidişinden on sene geçmesine rağmen şu haldesin, onu öldürürsen her türlü haltı yiyebilirsin ve bunu göze alamayız." 

"Kendi adına konuş, il mio gemello." diyen Bonfiglio onun yanındaki deri sandalyeye kurulduktan sonra safir mavisi gözlerini ikizi, Bonfate'nin üzerine dikip sırıttı. "Küçük kardeşimin ağladığını duymak benim hoşuma gidiyor."

"Sekiz yaşındaydım." diye diretirken iki abinin zorluğu ve üzerinden yıllar geçmiş olmasına rağmen unutulmayan, üstüne dalga geçen anılarımın boynuma dolanıp beni boğduğunu hissettim. Gözlerim üzerlerinde değildi. Yerdeki mermer zemine bakıp onu düşünüyordum. En son gördüğüm zamanı, saçlarını, içinde altın rengi parıltılar olan masmavi gözlerini. 

"Yazdığı mektupları okumak için babaya yalvardığını bilmiyormuşuz gibi konuşuyorsun." Bundan utanacağımı mı düşünüyorlardı? Asıl utanması gereken onlardı, cevap vermeyeceğim hakkında yüzlerce kez yemin etmiştim, tek istediğim okumaktı ama buna izin vermiyorlardı. Onun hakkında hiçbir bilgim yoktu. Yeniden sokaklara mı dönmüştü? Kaçtığı yurda geri mi gitmişti? Zincir'de kötü insanlar mı vardı? Kötü insanların eline mi düşmüştü? Şu an on yedi yaşına girmek üzereydi, liseye gidiyor muydu? Belki de beni unutmuştu?

"Şaka yapıyoruz." dedi Bonfate cevap vermediğimi bilerek beni kışkırtmak için ama onlara bakma zahmetine bile girmeden mermeri incelemeye devam ettim. Cevap vermediğimde ikizinde de aynı renk olan koyu kahve saçlarını karıştırarak alnına dökülmesini sağladı. 

Geceye HapsoldukHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin