Dakikalarım yalvararak geçmişti. Tehlikeyi biliyordum, korkuyordum ve onun da benimle gelmesi için yalvarmıştım. Korkum kendim için değildi, asıl korkum ona ve Kor'a bir şey olmasıydı ama o bir şekilde iyi olacağına beni inandırmıştı ve yapacak bir şeyim kalmamıştı.
Şimdi çamurların içinde koşuyordum.
Ve çamurlar içinde...
Umudum Esrar'dı. Beni bulacağına inanıyordum, Ölüm'den korkuyordum ama bu bana bir çıkar yol sağlamıyordu.
Kurşun yarasının kolay kapandığını söylemişlerdi. Hele ki sıyrıksa, iş tamamen kolayaydı zaten. Eğer Kurşun koldaysa çıkartmak gerekirdi. Bacakta ise atardamarı kesme ihtimaline karşın dokunulmaz, kesilen yerde kan kaybını önlemek için yara sıkıca bağlanırdı. Beyine gelmişse ya ölürdük ya da felç kalırdık. Kalbe gelmişse kimse kimseyi kurtaramazdı.
Peki ya kurşun ruhu delip geçtiyse? O zaman ne olurdu? Ölü bir ruhu kim kurtarırdı?
Bu zamana kadar bana öğretilen şey yaralarımı kendi başıma sarmam gerektiğiydi. Yaptım da... Bilemediğim tek şey şu oldu; ben ruhumu nasıl saracaktım?
Karanlığa hapsolmuş gecenin sessizliğinde koşturan yaralı bir ruhtan farkım yoktu. Ormanın ortasında olduğumdan attığım adımlarla beraber dal çatırtıları kulağıma geliyor, tamamen çamura bulanmış saçlarım rüzgar yüzünden boynuma yapışıyordu. Nefes seslerim etraftaki tüm kuşların uçmasını sağlarken kırık ayak bileğim beni sendeletiyordu. Kendime gelmeye ihtiyacım vardı, yoksa bu zamana kadar aldığım eğitimlerin hepsi boşa gidecekti.
"Esrar!" Diye bir haykırış koptu dudaklarımdan ve aynı anda ensemdeki süzülen terler sırtıma ilerledi. Umudum tükenmek üzereydi, kaç dakikadır ormanın derinliklerinde koştuğumu hatırlamıyordum. Yaşlarla dolu gözlerimi zar zor açık tutuyordum, havadaki koku ölümü çağrıştırıyordu. Hava koparılan hayatların ağırlığıyla üzerime düşüyordu, altında ezilmem an meselesiydi.
Bir silah patlama sesi daha duyulduğunda korku iyiden iyiye beni kendine hapsetmişti. Bundan önce yalnızca geceye hapsolmuşken şimdi korkunun da esaretine kapılmak acınasıydı.
"Kaçacak yerin yok, Kurşun." Diye bir ses geldi, oldukça yüksek ve kaba bir sesti. İnancımı yitirmeme neden olabilecek bir ses tonuydu ama umursamazsam sorun yoktu. Ölüm'ün sesi...
Bu düşünceler hızımı arttırıp kırık bileğimin daha da acımasına neden oldum. "Dişini sık" diye geçirdim aklımdan. "Kurtuluş var." Ama bir yanım, kurtuluş olsa bile ondan çok uzakta olduğuma emindi.
Düşünceler zihnimden geldiği gibi geri gitti, kaçış amacım yerini acıya bırakırken kendi haykırışım beni korkutmuştu. Omuzumun üzerinde bir ateş yanmış gibi hissediyordum. Ufak, tatlı bir uyuşma değildi bu. Ölümün sıcaklığı, akıp giden ve ayaklarımın dibinde küçük bir göl oluşturan kanımın sıcaklığıydı.
Bedenimi ayakta tutan gücüm son damlasına kadar çekilip yerini ölümün ateşine bırakırken kurşun yarasından çıkmak için zonklayan ruhumun varlığı beni ürkütmüştü. Bir adım daha atamadan sendeleyip yere yüz üstü düştüğümde taşlar karnıma ve bacaklarına batmış, yer kanımla kaplanmıştı. Toprağın nemli kokusu burnuma gelirken kanla karışan demirimsi koku, dönen başımla birleşince midemin bulanmasına neden oldu. Gözlerimin önünde beyaz noktalar belirip kayboluyor, karanlık ve soğuk olan orman omuzumdaki yangını unutturacak kadar ürpertiyordu.
"Kurşun'a bir kurşun yarası da Ölüm'den geldi. Var mı arttıran?" Haykırışı kulağımda ve ormanın sessizliğinde yankılanırken birkaç kuş ciyaklaması eşliğinde kanat sesleri geldi. Korkuyordum. Korkutuyordu ve bunu biliyordu. "Yetti mi Kurşun hanım? Adımın anlamını yaşatmamı ister misin?" Cevap vermeden elimi zar zor kaldırıp kanın durmadan aktığı yarama bastırdım. Nefeslerimin düzensizliğini duyduğunu ve memnun olduğunu biliyordum. Bu memnuniyeti ona yaşatmamak istesem de yapabileceğim hiçbir şey yoktu.
Bu gün de ölmemek için mücadele ediyordum. Ama bu kez şansımın yaver gideceğine dair umudum yoktu.
Cevap vermediğimi anlayarak yanıma geldiğini ay ışığıyla yere vuran gölgesinden anladım. Uzun adımları ve tüm bedeni yere boylu boyunca uzanmış gölgesinden tamamen anlaşılırken gözlerimi sıkıca yumup hem sonu görünmeyen ormanın ürperticiliğinden, hem de belirip yok olan beneklerden kurtulmak istedim. Huzurlu bir ölüme kavuşabilirdim.
Tabii aralık gözlerimden izleyebildiğim kadarıyla siluet yanıma çöktüğünde düşüncelerim beraberinde kaybolup gitti. Yanıma çöküp elindeki tabancayı bırakmadan bacaklarını kendine çekerken görebildiğim tek şey olan koyu kahve gözlerini üzerime diktiğinde ve karnına çektiği dizlerini hafifçe hareket ettirip pahalı ayakkabısının ucuyla beni dürttüğünde acı dolu iniltim bana bile çaresiz gelmişti.
"Kurşun, tek bir kurşun yarasıyla yere serilirken Tanrı'nın onaylamadığı, ama onay beklemeyen kişiye özel Azrail'i Kurşun'un kulağına yaklaşır..." derken sesini sözlerinin tam tersi olarak dümdüz tutmuş ve hafifçe yanıma eğilmişti. Dondurucu soğukluktaki nefesi kulağımı okşayıp geçerken belimde hissettiğim baskıyla nefesimi tuttum. Silahın soğuk namlusu, tetikteki parmağının bir hareketiyle iç organlarımı parçalardı. Bu bir tehditti, ani hareketler yaparsam anında beni öldürürdü. "Ve kendine yıllar boyu söylenen sözler, Kurşun'un Azrail'inin dudaklarından çıkar. Kız sesini çıkartırsa öleceğini bildiğinden çenesini kapatıp Azrail'in sözlerini bitirmesini bekler. Tanrı ona bir müddet sonra belki acır da, canını Azrail'den önce alır diye içten içe umut eder ama bilir, o hiç bir zaman kolay ölmeyi hak edecek uslu bir kız olmamıştır."
"Lütfen..." diye bir fısıltıyla yalvardım ona ama namlunun soğukluğunu daha fazla hissettiğim an konuşmayı bıraktım. Kapalı gözlerim yaşlarla yanıyordu, gözlerimi açmayı reddediyordum çünkü açarsam, yaşlar yanaklarıma süzülürdü ve süzülürlerse ben ölmüşüm demekti.
"Küçük bir kız vardı, üzeri kurşun yaralarıyla kaplıydı. Zincir ona ev oldu, Esrar bakıcısı. Adını Kurşun koyduk, yaralarına baktık, ruhunu yarattık. Kurşun'u iyi yaptık. Yanına Kor geldi, yangından kopardık, temiz havayı Kurşun'la aldırdık. Çok geçmedi, sardığımız yaraları teker teker açtık, ruhunu öldürdük, ondan geriye tek kalan adı oldu. Adıyla öldürdü, adıyla mezar kazdı, adıyla yaşadı, adıyla öldü. Senden geriye kalan, ateşlendiğin silahtan çıkan barut ya da öldürdüğün insan olmayacak, Kurşun. Senden geriye kalan tek şey adın olacak." Yıllar boyu söylenen cümleler, çocukken binlerce kez dinlediğim bu masal kulaklarıma şimdi ölümle bakışmak kadar korkutucu geliyordu. Soğuk ve ürpertici ses tonu da sakin olmama hiç yardımcı olmuyordu. Yanımda duran ellerim yüzüne yumruğu indirmek için seğiriyor, omuzum acıyla yanıyor, bedenim soğuk, acı ve korkuyla titriyordu. "Sen busun, Kurşun. Eğer dünyayı değiştirmeyi kafaya taktıysan, bu hayattan birilerini silmenle olacak. Yoksa hayattan gitmene az kalan bu anlardan geriye bıraktığın tek şey, adın olacak." ve gözlerim karardı...
Yıllar boyu düşündüğüm tek şey Zincir'in sahibinin Zihin olmasıydı. Ama şimdi anlıyordum, Zihin, sadece kapıya asılan zincirleri tutan asma kilitti. Ölüm ise, o zincirlerin bağlı olduğu ahşap sandıktı.
Ve biz, geceye hapsolanlar, adımıza Zincir'in bağları demeleri için bir sandığa ihtiyacımız vardı.
Yani Ölüm'e.
DEVAM EDECEK....
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Geceye Hapsolduk
Mystery / ThrillerEskiden Sicilya'ya kaçırılan küçük bir çocuktum, şimdi ise bir uyuşturucu satıcısı. Geçmişim peşimi bıraktı sandım, yanıldım. Dünyada küçük esnaflara dadanmasıyla nam salmış Sicilya'lı çete, nam-ı diğer L'ucello Zaffiro beni bırakmadı. Dolayısıyla...