||~Tükenmek~||

1.4K 119 6
                                    

24.08.2021

***

Yüzümde hissettiğim ıslaklık, derin bir horlama sesi ve göğsümdeki ağırlıkla gözlerimi araladım. Mika, boncuk gözlerini bana dikmiş, kucağıma uzanmıştı.

İlk anda irkilmiş olsam da, sonrasında rahat bir nefes alıp kafamı yastığa geri gömdüm. "Ne işin var senin burada?" Hafif azarlar tonda söylediğim şeyle miyavladı. Bu miyavlama tarzı beni üzmüştü. Zira fazlasıyla masum gelmişti.

Kafamı yana çevirip Çınar'a baktım. Masum masum uyuyordu. Dün çok geç bir saatte eve gelmişti, yorulmuş olmalıydı. Yataktan kalkıp kediyi de kucağıma aldım. Bu obur da aç olmalıydı. Bir nevi beni uyandırmaya gelmişti.

Mutfağa ilerleyip, hemen kapının önünde bulunan mama kabına bir miktar mama koydum. Suyunu da ekledikten sonra elimi yüzümü yıkamak için banyoya ilerledim.

Hayatım tuhaf bir rutin halinde ilerliyordu. Hayır aslında tuhaf değil, klasik olabilecek ama benim alışkın olmadığım ve yabancısı olduğum bir hayat olduğu için tuhaftı işte.

Ocağın önüne gidip çaydanlığı kontrol ettim. Altına su koyup kaynamasını beklemeye başladım. O arada yapmam gereken başka işler vardı belki ama ben hipnoz olmuş şekilde suya bakıyordum.

"Şu su kaynasın da yumurta da haşlayayım. Hatta Çınar sever, patates mi kızartsam?" Suyun kaynamaya başlamasıyla dudaklarım kıvrıldı. "Biraz domates de doğrayayım." Kafamı hızlı hızlı salladım. Kendi kendime konuşup gülüyordum. "Ne yapıyorum ben..." Aklıma yeni gelmiş gibi yüzümdeki gülümseme yavaş yavaş solmaya başladı. "Ne yapıyorum ben..." Geriye birkaç adım attım. Her şey bir anda olmuştu.

Sırtımı duvara yasladım. Bir süre etraftaki her şeyi izledim, bana yabancı olan her şeyi...

Kaynayan çaydanlığı, buzdolabını, hatta ayağımın dibine dolanan bu şişman kediyi...

"Allah'ım ne yapıyorum ben..." Saçlarımı sinirle yolmaya başladım. Üzerimdeki kıyafetler beni boğuyordu sanki, nefes alamıyordum. Yakamı çekiştirmeye çalışırken aldığım koku daha da delirmeme sebep olmuştu. Değildi işte, tanıdık değildi. Çok az da olsa tanıdık gelen koku ise Çınar'a aitti. "Ne yapıyorum ben! Burada ne işim var!?" Avazım çıktığı kadar bağırıp yere çöktüğüm esnada hızla çarpan kapı ve adım seslerini duyuyordum. Duvarın dibine sinip, ayaklarımı kendime çektim. Kafamı dizime gömmüş, kollarımı kendime sarmıştım. "Ne yapıyorum ben, ne yapıyorum ben..."

"Oğuz, Oğuz! Oğuz bebeğim bana bak..." Kafamı iki yana salladım. Bakmayacaktım işte. İstemiyordum kimseye bakmak falan. Onu istemiyordum, ilgisini istemiyordum...

"Oğuz!" Kollarımı çözmeye çalışıp beni kendine çekmeye çalıştığı esnada kendimi geri çekip onu ittim. Sırtı mutfak dolabına çarpmıştı. Ancak umursamadan üzerime gelip kollarımı sıkıca tutmaya çalıştı. Sürekli akan gözyaşlarımdan önüm bulanıklaşmıştı. Onu engellemeye çalıştım, neden bilmiyorum ama bunun için uğraştım. O ise pes etmeyip beni kendine çekti.

Artık direnmemin bir faydası olmadığı için kollarımı serbest bıraktım. İki yanda sabit kalırken, beni belimden tutup kucağına çekti. Bir bebek gibi, bir erkeğin kucağına oturmuş, göğsüne kafasını yaslamış, hüngür hüngür ağlamamı şu an sorgulayamayacaktım. Bir anda gelen krizin bile sebebini ilk anda anlayamamıştım ki...

Benim sırtımı sıvazlayıp, kafamın üstüne öpücükler kondururken, ben daha çok gömdüm kafamı onun göğsüne.

Ne kadar süre kaldık bilmiyorum ama ağlamaktan yorgun düşmüş bedenimi, yardımıyla birlikte kaldırmış, odaya geri dönmüştük. Kafamı yastığa koyar koymaz gözlerimi kapattım. Hayır, uykum falan yoktu ama mental olarak gözlerimi açık tutamayacak kadar kötü hissediyordum.

Bir süre saçlarımı okşadı. Bir şeyler söylüyordu ama ben duymuyordum. Ağzı hareket ediyor ama sesi çıkmıyordu sanki.

Az sonra fayda etmeyeceğine kanaat getirmiş olmalı ki ayaklandı ve odadan çıktı.

Ne kadar süre geçtiğini bilmiyorum ama biraz daha iyi olduğum dakikalarda odaya geri girdi. Yanıma ilerleyip tam karşıma, yüzüme bakacak şekilde uzandı. Gözleri yüzümü tarıyordu. Benim gibi iki elini başının altında birleştirmişti. Yüzümü incelemeye başladı. Her hareketini inceliyordum ben de. Ancak boş bakışlarla bakıyordum. Muhtemelen hiçbir şey anlamıyordu. Bana, sorgulayan bir ifadeyle yönelttiği bakışlarından anlayabiliyordum bunu.

Bir elini yastığın altından çekip yüzüme getirdi. Yavaşça yanağımı okşamaya başladı. "Bebeğim... Neyin var? Neden bir anda kriz geçirdin?" Hâlâ akmaya devam ettiğini bile unuttuğum gözyaşlarımı, parmağını akan yerlere getirip silmeye başladı. İstemsizce burnumu çektim. Vücudum benden bağımsız çalışıyordu sanki.

"Bilmiyorum..." dedim sadece. Derince iç çekti. Biraz korku, biraz da ne yapacağını bilemediği bir ifade vardı sanki.

"Psikolojik yardım alalım mı?" Kafamı iki yana salladım. Az sonra onun da gözleri dolmaya başlamıştı. "Korkutuyorsun beni."

Gözyaşlarımı silen parmaklarını çekmiş, hemen ardından avucunu yanağıma yaslamıştı. Okşamaya başladı usulca. "Seni çok seviyorum Oğuz. Ben hep yanındayım."

"Biliyorum." kelimesi döküldü dudaklarımdan istemsizce. Sevgisini ve bağını hissediyordum. Beni bu hale sokan şeylerden biri de bu değil miydi zaten? Onun sevgisi ve bağı. Oğuz da muhtemelen öyleydi ve ben bu iki masum, aşık insanın arasına giren kara kedi gibi, kaderleriyle oynayan, hayatlarını altüst eden bir şeytanmışım gibi hissediyordum kendimi.

Belki de lanet olasıca bir insanın bedenine girsem çok daha farklı olabilirdi değil mi? Her halükarda haksızlık olacaktı evet ama... Bilmiyorum, ne diyeceğimi, iç hesabıma bile ne cevap vereceğimi bilmiyordum ki.

"Bana anlatmadığın bir şey yok değil mi?" Ben kafamda dönen binlerce düşünce arasında dolanırken, onun sözleri döküldü ağzından. Bir ilişkide en büyük problemlerdendi belki de. Güven, sır saklamak gibi... Ondan bir sır saklıyordum evet, sonuçta bunlar boşu boşuna olmuyordu ama şimdi ona anlatabilir miydim ki? Hayır...

"Bir sorun yok." dedim ifadesiz bir ses tonuyla.

"Seni etkileyen bir şey mi var? Aklını kurcalayan bir şey-"

"Yok, hiçbir şey yok." dedim sözünü keserek. Çok inandığı söylenemezdi ancak başını sallamakla yetinmişti. Az sonra sesizce birbirimizi izlemeye başlamıştık. Ne kadar süre geçti bilmiyorum ancak kafasını bana yaklaştırmasıyla nefesimi tutmuştum. Yanağıma veya boynuma konan öpücükler, sarılışları dışında bir temas geçmemişti aramızda. Şimdi ise olacakları az çok tahmin ediyordum ve ne yapacağımı bilmiyordum.

Ancak ben çok fazla düşünceye dalmış şekilde afallamışken onun dudakları, dudaklarım arasında milimler kala durmuştu. Ben hâlâ ne tür bir tepki vereceğimi bilemezken yumuşak dudakları, dudaklarımı örttü. Öncesinde minik bir öpücük bırakmış, sonrasında şehvetten uzak daha çok şefkatle öpmeye başlamıştı beni.

Nefesimi tutmuştum. Bir an önce öpüp geri çekilmesini bekliyordum. Geri itip işleri daha da bok etmek istemiyordum ancak hiçbir şey hissetmediğim birine de karşılık vermek gelmiyordu içimden.

Neyse ki nefessizlikten boğulmadan geri çekilmişti. O çekilir çekilmez derin bir nefes alıp bırakırken ilk anda şaşırmış, sonrasında gülümsemişti. "Başın ağrıyor mu?" dedi saçlarımı okşarken. "Biraz."

Bunu söyler söylemez yatakta oturur pozisyona geldi ve ellerimi elleri arasına aldı. "Hadi kahvaltı yapalım. Sonra sana ağrı kesici veririm." Şu an beni daha iyi edecek başka bir şey olmadığı için kabul etmiş ve onunla beraber odadan çıkmıştım. İşe gidene kadar benimle ilgilenmiş, işe yarım saat kadar geç gitmek zorunda kalmıştı. O her ne kadar kabul etmese veya bundan rahatsız olmasa da ben onu engellediğim için kendimden nefret ediyordum. Bir an önce Oğuz, yani benim gerçek bedenim uyanmalıydı. Bu şekilde daha fazla dayanacak gücüm yoktu.

RUHUN BEDENLERLE DANSI | bxbWhere stories live. Discover now