Lucy adeta titriyordu.
Tom'un kendisini öpmesinden sonra odadan kaçmıştı. Evet, tam anlamıyla bir kaçıştı bu. Hiçbir şey söylemeden öylece çıkıp gitmiş ve kendini ilk bulduğu köşeye bırakıvermişti.
Başını iki elinin arasına aldı. Hayal kurmak anlamsızdı. Tom onunla bir gelecek ister miydi? Hayır, Tom Riddle tüm hedefi güç olan biriydi. Lucy gibi bir kıza neden baksındı ki?
Gerçi Lucy de ne hissettiğini bilmiyordu. Tom çok hoş biriydi; zekiydi, güçlüydü, becerikliydi. Fakat kalpsizdi. Bu gerçek kızı kahrediyordu.
İyi ama öyleyse neden öpmüştü onu? Neden yüreğinin böyle heyecanla çarpmasına sebebiyet vermişti? Bıraksaydı da Lucy duygularını kendi içinde halletmeye çalışsaydı madem...
"Sana sevmeyi öğretebilirim," dedi kız güçsüzce.
Aniden kulaklarını bir uğultu doldurdu. Öyle şiddetliydi ki elleriyle kulaklarını kapatmaya çalışsa da yetmedi. Gözleri istemsizce kapanmıştı. Duvarın köşesinde cenin pozisyonu almış halde sesin geçmesini bekledi. Kollarında bir soğukluk hissediyordu. Merlin aşkına, neler oluyordu böyle?
Biraz toplanmayı başardığında bir çift gözle karşılaştı. Gözlerden birinin bembeyaz oluşu az kalsın küçük dilini yutmasına neden oluyordu. Uğultu dindi, gözleri fark ettiği yerdeki sis perdesi de kalktı. Koridor eski haline dönmüştü şimdi. Az önce ne yaşanmıştı ve onun dışında kimse görmemiş miydi yani?
Ayağa kalkmak için duvardan destek aldı. Bacakları onu taşıyamayacak duruma gelmişti. Gözleri düşündü. Öyle yoğun duygular hissediyordu ki...biliyordu...tanıyordu...ama nereden?
Beyninin ona şu an pek yardımcı olamayacağını anladığında sessizce Ortak Salon'a gitti. Şimdi tek istediği uyumaktı. Saatlerce uyumak.
Sabah gözlerini yeni bir güne açtığında önceki güne nispeten daha iyi hissediyordu. Başını yastığına gömdü. Dün gece yaşadıkları zihnine doluşup onu rahatsız ediyordu. Bu sinir bozucu sessizlikten kurtulmak için yatağından kalktı ve üstünü giydi. Bugün öğleden sonra Ravenclaw ile maçları vardı, oysa Lucy maçın heyecanını bile hissedemiyordu.
En azından iyi bir kahvaltı edebilmek için Büyük Salon'a çıktı. Her zamanki gibi Benedict, Abraxas, Diana ve Tom'un oturduğu köşeye yerleşti.
"Lucy, nasılsın? Solgun görünüyorsun." dedi Diana. Kız başını salladı. "İyiyim Dia. Sadece gece biraz az uyudum."
"Grindelwald'un resmini Gelecek Postası'na basmışlar, bakın." dedi Benedict. Lucy oğlanın gösterdiği yere bakınca tüyleri diken diken oldu. Siyah-beyaz fotoğraftaki Gellert Grindelwald, gözlerini kırpıştırıyordu.
Bu beyninin ona oynadığı bir oyun muydu yoksa dün gece gördüğü gözlerin sahibi Grindelwald muydu? Fotoğraf renksizdi ama beyaz gözünün ışıltısı yine de seçilebiliyordu. "Bu nasıl olabilir?" diye düşündü. Gellert Grindelwald, Hogwarts'ta mıydı?
Yerinden alelacele kalktığında tüm bakışlar ona döndü. "Daha ağzına bir lokma bile koymadın," dedi Abraxas. Lucy onun sözünü bitirmesine fırsat vermeden koşa koşa Büyük Salon'dan ayrıldı. Bir an önce Dumbledore ile konuşması gerekiyordu. Bu işten anlasa anlasa o anlardı.
Dumbledore'un odasının önüne gelince durup soluklandı. Nefesleri düzeldiğinde kapıyı usulca çalıp işittiği 'gel,' sesiyle açtı.
"Bir sorun mu var Lucy? Betin benzin atmış." dedi Dumbledore.
Lucy aklından geçenleri hemen söyledi: "Dün gece Hogwarts'ta Gellert Grindelwald'u gördüm Profesör. Öyle eminim ki..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Pandora'nın Kutusu║Tom Riddle
FanfictionÇok şey istemiş ama istediklerini gerçekleştirememiş insanların tarihi hazindir. Onlar ne yapmışsa düşle gerçek arasında köprü kuramamış, tam kurdum derken her seferinde o köprüden geçerken kendilerini talihsizliklerinde boğulurken bulmuşlardır. ~ ❝...