Gerçek aşkın, insanı hayatında yalnızca bir kere bulacağı ne büyük yanılgıymış. İnsan hayatı boyunca defalarca aşık olabilirmiş. Ama hep aynı kişiye...
Hünkar ve Ali Rahmet de üç kere aşık olmuşlardı. Hayat onlara üç farklı aşkı tattırmıştı.İlki; çocukken çaldı kapılarını. Peri masallarında okudukları ne varsa yaşadıkları, hayatları boyunca devam edeceğine inandıkları, aşkın sevgiliyle bağlantısının olmadığı o cennetten çıkma günlerdi. Sonrası acının ne olduğunu yüzlerine tokat gibi çarparak öğretse de aşkın en masum haliydi.
İkincisi; en acı aşktı. Ayrılığıydı, Sınavıydı aşkın. Ara ara gelen mutluluk esintilerinin içinde hatırladıkça göğüs kafesinde ağırlık yapan, anıların kaldırıp saklandığı o sandıkta bir türlü uslu uslu durmadığı, ben buradayım ve seni asla rahat bırakmayacağım dediği aşk. Böylesi bir aşkın öğrettiği çok şey vardı. İşte bu aşk ya aşka küstürür ya da kül ederdi insanı. Hünkar ve Ali Rahmet ise kül olmuşlardı. Her gün yeniden doğup sonra yeniden kavrulmuşlardı bu aşkın ateşiyle. Uzaktan sevmek aşkların en zoruydu çünkü. Unutmaya çalışmak, kendini bile kandırabilecek kadar unuttuğuna inandığında yel eser de kokusu gelir diye korkmak o kokuyla en başa dönmekti. Aşkların en can yakanı en çok öğreteniydi.
Ve son aşk; acıya alıştığında beklemeyi bıraktığında karşılarına çıkandı. Beklenmedik zamanda çıkıp geldiği yetmezmiş gibi bütün hayatını değiştirecek olan aşktı. Bu aşk ne ilk aşk gibi toz pembe bakıyordu hayata ne de ikincisi kadar keder doluydu. Ali Rahmet de Hünkar da bu sefer tüm kusurları ile görüyorlardı birbirlerini. Tüm yaşanmışlıklar ile karşıladılar birbirlerini. Böylesi bir aşkın onlara öğrettiği de gerçek aşkın mükemmel olmasına hiç de lüzum olmadığıydı.
Aşkın her rengini tatmışlardı da yetmemişti bir ömür onlara. Her rengini tattıkları bu duygunun şimdi sadece güzelliklerini istiyordu yorgun yürekleri. Kalan ömürleri yetecek miydi birbirlerine doymaya bilinmez. Ama ikisi de kararlıydı geçen onca yıldan onca acıdan sonra bu kenetlenen eller tıpkı kalpleri gibi hiç ayrılmayacaktı.
İlk gözlerini açan Ali Rahmet oldu. Kollarındaki sevdiğine baktı uzun uzun. Gerçekliğini hissetmek istermişcesine daha da sardı sarmaladı. Hünkar da araladı zümrütlerini hissedince Ali Rahmet'i. Sessiz sessiz birbirlerini izliyorlardı şimdi. Ali Rahmet dirseğini yastığa dayamış Hünkar'ı daha net görebilmek için doğrulmuştu biraz. Hünkar ise yüzünü tamamen ona dönmüş burun burunalardı. Yüzüne düşen perçemlerini kulağının arkasına attı Ali Rahmet Hünkar'ın.
A. Günaydın sevgilim, sevdiğimm.
H. Günaydınn.
Hünkar'ın Elleri Ali Rahmet'in sakallarına gitmişti. Ne çok sevmiş meğer Hünkar bu sakalları. Ne çok okşamak istemiş de yapamamış. İki gündür yılların acısını çıkartıyordu farkında olmadan. Ali Rahmet ise fazlasıyla farkındaydı bu durumun. Çok hoşuna gidiyordu. Uğraşmaya karar verdi Hünkar ile. Sinirlenince tam öpülesi oluyordu bu kadın ah bi de utanınca içi eriyordu Ali Rahmet'in. Şimdi bu ikisini birden görme şansı varken hiç kaçırır mıydı?
A. Yaman Hanım çok mu seviyorsun sen benim sakallarımı?
H. Hı?
A. Yüzüm diyorum biraz daha okşarsan aşınacak.
Üstü kapalı kremi meselesini de hatırlatmıştı Ali Rahmet. Bu adam hep böyle mi yapacaktı. Yanmıştı Hünkar, böyle giderse her sözü karşısına çıkacaktı uygun koşullarda.
H Aşınsın. Ne olacak? Karından önemli mi?
Ahhh işte bu değildi ki Ali Rahmet'in beklediği cevap. Hani utanacaktı kızacaktı. Ali Rahmet de sevda sevda eriyecekti o hali ile. Bunun olmadığı yetmezmiş gibi karın diyordu bi de. Yok yok Hünkar kararlıydı Ali Rahmet'i deli etmeye.