one

1.9K 195 117
                                    


beomgyu stresle ellerini arkasında birleştirip parmak uçlarında yükselirken sürekli arkasını kontrol edip duruyordu. arkadaş grubuna her baktığında huening kai'nin kaşlarını çatarak ona elini bir ileri bir geri sallayarak yaptığı git git işaretini görüyordu. içi cesaretle doluyordu aniden.

bu kadar abartma,aptal. altı üstü bir selam vereceksin. sonra da akşam boş mu diye soracaksın. en kötü ne olabilir ki? dudaklarını ısırıp kararsız adımlarla devam etti yürümeye. birkaç saniye sürdü. sonra aniden "siktir et, beomgyu." diyerek arkasını döndü. dayanamıyordu. 

konuşmak istiyordu. ama istemiyordu da. rahatken her şey iyiydi. kang taehyun'la konuşunca eline ne geçecekti ki hem? kendini bu fikre inandırıp yolunda 180 derece dönmüş tekrardan arkadaşlarının oturduğu masaya gidiyordu ki bir ses duydu. "hey!" bakışları tam karşısında garip bir sesle kahkaha atan huening kai'ye kilitlenmişti. bir beomgyu'nun arkasına bir de ona bakarken elini yumruk yapıp ağzına yaslamıştı. gözlerini kısarken hemen yanlarında oturan jake'e bir şeyler söyledi.

her şeyi apaçık bir şekilde ortaya serdikleri için beomgyu onlara küfretti.

isteksiz bir şekilde arkasını dönüp başından beri yanına gitmek istediği çocuğa baktı. kalp atışları hafiften hızlanırken sinirlendi. bir özel gücü olsaydı eğer bunun kendi bedenine söz geçirebilmek olmasını isterdi. aptal kalbi sussun istiyordu. evet,bir tek beomgyu duyuyordu fakat bu bile bütün kontrolü kaybetmesine, odaklanamamasına sebep oluyordu. her zamanki sihirli sözcükleri aklından geçirdi: sen ondan hoşlanmıyorsun. onu tanımıyorsun bile. sakin ol.

birine karşı bir şeyler hissetmenin koşulu onu tanımak mıydı? beomgyu, zeki biriydi. bunun cevabını kendi bulabilirdi.

dümdüz gri saçları gözlerine sarkan temiz ve ütülü okul formasının içinde her zamanki gibi ferah görünen çocuğa çok hızlı bir bakış attı. "ne oluyor? sabahtan beri cebelleşmeni izliyorum."

"ben," beomgyu kekeledi. tam şu an ağlayabilirdi. en son baktığında kantinde arkadaşlarıyla oturmuş taze bir sandviç yiyordu. hatta bugün kendine portakal suyu bile ısmarlayıp şımartmıştı kendini. her şey çok güzeldi. ta ki gözleri sunghoon'un arkasında oturan birine takılana dek. "ben, şey, ben antrenman saatini soracaktım da." elini ensesine atarken gözlerini sıkıca kapattı birkaç saniye.

masadan kalkmadan önce arkadaşlarına ona söyleyeceklerinin pratiğini yaparken ağzından çıkıp herkesin ona ıslık çalmasını sağlayan sözler az önce taehyun'a söyledikleriyle aynı değildi.

"bugün antrenman yok ki." taehyun ona bir salağa bakar gibi baktı. beomgyu kafasında kuruyordu belki de. teki kulağından sarkmış kulaklığın pembe rengine dikkati gitmişken taehyun elindeki telefonu sallayarak ona bakmasını sağladı. "daha bu sabah gruba yazmıştım." kahve gözleri beomgyu'nunkilerle buluşunca beomgyu inanılmaz bir hızda kendi gözlerini kaçırdı. 

"aa, öyle mi?" beomgyu yerinde sallanırken gülümsedi. nihayet lanet kang taehyun aurasına alışmaya başlamıştı ki kendisi gibi davranabiliyordu. bu çocuğun aklını başından bu kadar alması yemin ederim ki normal değildi. "telefonumu bugün evde unutmuşum. görmemişim." kaşlarına düşen kahkülleri küçük el hareketleriyle düzeltti. bu hareketi çok sık yapıyordu. taehyun birkaç saniye öylece durdu. ona düz düz bakarken beomgyu tam masasının başında durmuş kantini süzüyordu oldukça ilgili görünmesine çabaladığı gözlerle. itiraf etmek istemese de çocuktan ayrılmak istemiyordu. süreyi uzatmaya çalışıyordu. taehyun'a baktığında çocuğun ona kafası karışmış bir şekilde baktığını gördü.

"ne?" dudaklarını büzdü. taehyun'un kaşları çatıldı. "söyleyecek bir şeyin kalmadıysa eğer," elini kaldırıp ona gitmesini işaret etti. beomgyu "haa," gibi bir şaşkın ve anlayan sesin ağzından kaçmasına engel olamadı. "özür dilerim, arka masandaki çocuk son zamanlar oynadığım oyunda istediğim ve ulaşamadığım seviyeye gelmiş." başını yana yatırıp sevimli ifadesiyle dünyanın en normal şeyinden bahsedermişcesine konuştu. "ona dalmış gözlerim. gidiyordum ben de tam şimdi."

yalan söylüyordu! yalan söylüyordu! 

arkasında oyun oynayan bir çocuk bulmayı bırak, erkek bile yoktu. iki kız yemek yiyorlardı sadece. yalandı!

neyse ki taehyun beomgyu'nun söylediği şeye inanıp inanmamayı sorgulayacak kadar umursayan biri değildi. arkasına bakmadı. sadece beomgyu'ya oldukça sıkılmış gözlerle bakıyordu. bir an önce gitmesini bekliyordu. müziğini onu duyabilmek için durdurmak zorunda kalmıştı. beomgyu bakışlarındaki mesajı anında fark etti. içten içe kırıldığının farkındaydı fakat bir şey belli etmedi. baş parmağıyla omzunun arkasını işaret etti. geri geri yürürken enerjik bir sesle konuştu. "gidiyorum o zaman ben."

taehyun ona boş gözlerle baktı. taehyun kaba bir çocuktu, beomgyu yanına geldiğinde masasına oturması için davette bile bulunmamıştı. beomgyu tekrar söylendi. "gittim bak, kaptanım." taehyun bu sefer başını salladı. "gitmişim evet." son bir defa ilgisi üzerinde olan çocuğa bakıp arkasını döndü. döndüğü gibi karnına kramplar girmiş gibiydi. elini kalbine atarak hızını yatıştırmaya çalışırken dünyanın en salak insanı olduğunu düşünüyordu. 

beomgyu arkasını dönünce hepsi farklı bir şeyle ilgileniyormuş gibi yapan arkadaşlarına bakarken gülmek istedi. ama hayal kırıklığı ve rezil olma hissi bunların önüne geçiyordu. masaya vardığında kambur bir şekilde sandalyeyi çekip oturdu.

meraklı bakışlarla ona bakan huening kai, jake ve sunghoon'a baktı. ince parmaklarıyla yüzünü kapattı ve boğuk bir şekilde söylendi.

"sıçtım, sıvadım."

huening kai ellerini tüh be der gibi birbirine çarptı. jake "olsun olsun. bir dahakine ya," dedi olaylara oldukça alışmış olan sunghoon ise telefonuna geri döndü.

death of me • taegyuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin