"git!"
"gitme!"
"git!"
"gitme!"
"gidecek sus."
"gitmeyecek saçmalama." huening kai jake'in ağzını eliyle kapatmaya çalışırken jake ağzından değişik sesler çıkararak çırpınıyordu ama hepsi birer homurtu olarak kalıyordu. beomgyu telefonundan başını kaldırıp onlara bakma zahmetinde bulundu. "şu an neyi tartışıyorsunuz tam olarak?"
huening ve jake durdu. aynı anda beomgyu'ya baktılar. ikisi de söyledi. birinin sesi ağzındaki el yüzünden komik çıktı. "senin gidip gitmeyeceğini."
beomgyu omuz silkti. "çoktan gideceğimi söyledim zaten, boşuna tartışıyorsunuz." soğuk kahvesine eğilip pipetiyle bir yudum aldı omzunu silkerken. jake kaba bir hareketle ağzındaki huening kai'nin elini ittirdi. "siz de benim gördüklerimi görüyorsunuz değil mi?" parmağıyla huening ve sunghoon'u işaret etti. ardından gözlerini kocaman açarak sesini yükselterek konuştu. "son bir dakika içinde on kez omuzlarını silkti." etkili olması için tek omzunu abartılı bir şekilde kaldırıp huening'e döndü. "onu kaybediyoruz."
huening kai ona kafası karışmış bir şekilde baktı. sunghoon kaşlarını çatarak telefonunu sallayarak konuştu. "jake, onun git gide taehyun'a benzediğini söylemeye çalışıyor." huening'in ağzı ve gözleri aynı anda kocaman açıldı anladığını belirtir bir şekilde. üçü de höpürdeterek kahvesini içen beomgyu'ya döndü. çocuğun hiçbir şey umurunda değil gibiydi. taehyun denince akan sular duruyordu sanki. bu kadar gamsız olması arkadaşlarının gözünü korkuttu. aşk böyle bir şey miydi?
"tehlikeli. gitme. ya o adamlar da yine orada olursa? do sik midir nedir, her ne sikse artık. ya orada olursa?" yaptığı kelime oyununa huening kai ve sunghoon aynı anda göz devirdi. "abartıyorsun. lise hayatına iki üç aksiyon girdi işte. ileride çocuklarına anlatacak hikayeler biriktiriyor. sen karışma, jake," dedi huening kai. jake'in cevabı gecikmedi.
"jay burada olsa beni desteklerdi."
"harbi jay nerede?" beomgyu söylendi. geçmeye çalıştığı levele odaklanmış telefonun üzerinde hızlı hızlı parmaklarını oynatıyordu. endişeli jake haykırdı. "konumuz bu mu şu an?" sunghoon onun yerine sakince açıkladı. "jungwon'la birlikte. sinemaya gideceklerini söylemişti." beomgyu başını salladı. dudaklarını ısırırken oyuna oldukça odaklanmış gibiydi.
"bize bir bakar mısın artık? sunghoon bile telefonuyla oynamıyor, ciddi bir mesele bu."
sunghoon mırıldandı. "sadece şarjım bitti." kollarını göğsünde toplayıp sandalyesinde geriye yaslandı. jake ona susmasını işaret eden ölümcül bir bakış attı. sunghoon iki omzunu aynı anda silkerek 'ne' diye mırıldandı dudaklarını büzerek. jake ona aldırmadan tekrar beomgyu'ya döndü. "bu grupta beyni düzgün çalışan bir ben mi varım? gitmemelisin o saçma kaykay parkına. o soğuk nevalenin yüzünü bir ben mi gördüm ya? yolda yanımdan geçse tanımazdım. dağıtmışlar amına koyayım yüzünü. tanıyamadım! beomgyu'nun günde yüz tane fotoğrafını bana gösterip zihnimi kalemi elime alsam yüzünü çizecek kıvama getirmesine rağmen! tanrı aşkına..." derin bir nefes verdi.
"ona soğuk nevale deme," dedi beomgyu kaşlarını çatarak. hareketiyle saçları gözüne düştü. üfleyerek uzaklaştırdı onları. bir ara saçlarını biraz daha kestirmeliydi. hem görüşünü engelliyordu, hem de bakımı zordu. jake eliyle yüzünü kapattı yakınır gibi. "başına bir iş açacaksın. bu adamlar liseli değil. iş ciddi. kolunu kırmış herifler."
sunghoon ilk defa yorum yaptı. "jake'e katılıyorum. her ne kadar sen taehyun'la zaman geçirince mutlu olsak da o parka kendi ayaklarınla gitmek pek mantıklı bir karar değil." beomgyu ilk defa ciddi bir şekilde telefonundan başını kaldırıp ona baktı. "bir kere gitmişken mantıklı değil." jake alkışladı. "sonunda mantıklı biri."
beomgyu'nun tadı kaçtı. oyundan çıkıp ekranı kilitledi ve cebine sıkıştırdı. huening kai de durulmuştu şimdi.
sunghoon, genelde sessiz biriydi. ama ağzını açtığında fikirleri herkes için önemli olan bir kişilikti. çok fikir veya duygu belli etmezdi. onun bile böyle konuşması beomgyu'nun moralini bozmuştu.
"ama bana gel dedi. beni ilk defa ben söylemeden bir yere davet etti." beomgyu'nun sesi kırıldı. kahvesini masada ileri ittirdi parmaklarıyla. iştahı kaçmıştı. perşembe günü okul çıkışı kendilerini direkt bir kafeye atmışlardı. jake sabahtan beri bu konuşmanın provasını on defa beyninde yapmıştı bile. beomgyu'nun sağlıklı düşünemediğini düşünüyordu.
huening kai konuştu. "tam şu an ortadayım. arada kaldım." cheesecake'inden bir çatal aldı. jake atladı. "arada kalacak bir şey yok. adam sana balkondan atla dese de atlayacak mısın?" sunghoon, huening kai ve beomgyu aynı anda yüzünü buruşturdu. sunghoon ekledi. "eww! iğrençti." jake ona bir bakış atıp görmezden geldi.
"onu nazikçe reddet ve başka bir şeyler yapmayı teklit et." huening kai onayladı. "mantıklı."
beomgyu bir denge terazisi oluşturdu beyninde. bir kefeye taehyun için yapabileceği şeylerin ihtimalini koydu. diğerine de onu aşan şeyleri, yapamayacaklarını. ne yaparsa yapsın zihni yapabileceği şeyleri daha ağır getiriyordu.
taehyun ulaşılması zor biriydi. beomgyu onu voleybol ve kaykay dışında bir hobiyi yaparken gözünde canlandıramıyordu. onunla bir sinema salonunda kendini hayal edemiyordu. jay şanslıydı. beraber piknik yapıp çimlerin üstünde kitap okuduklarını ya da beomgyu'nun ona gitar çalarken onun şarkı söylediğini. bu tarz basit şeyler bile uzak duruyordu.
şansını kendi yaratmaktan yorulmuştu. şansı ayağına gelmişti işte. kimseyi dinlemek istemiyor, kendi kararlarını vermek istiyordu.
olayın para kısmını arkadaşlarına anlatmamıştı. bunu duysalar huening dahil üçü de ona karşı cephe alır, gerekirse onu eve bile kilitleyebilirlerdi. bunu biliyordu. ama beomgyu cidden umursamıyordu. taehyun'la iken böyle şeyler gözünde aniden basitleşiyordu. nasıl olduğu hakkında bir fikri yoktu.
onun cevabını dikkatle bekleyen üç arkadaşına döndü. kafedeki çatal bıçak sesleri ve birkaç arkadaş grubunun gülüşme sesleri dışında masaları sessizdi.
bir tutam siyah saçı eliyle gözünün önüne getirdi beomgyu. "saçlarımı tekrar mora mı boyatsam acaba ya?" dudaklarını büzerek daha fazla tutamı çekiştirip görmeye çalıştı. "beğendiğini söyledi."
jake kafasını masaya gömdü oflayarak. huening kai başını iki yana sallayarak tatlısına geri döndü. sunghoon ise şarj cihazı bulma umuduyla masayı terk edip kasaya ilerledi. beomgyu tekrardan konuştu.
"hm? kırmızı mı denesem ya da? mordan sonra favori rengi kırmızı."
"bok rengini dene kanka. çok yakışır eminim."
jake huening'i takmadan başını masaya ritmik bir şekilde vurmaya başladı. kimse takmadı. beomgyu mesaj sekmesine girip adını buldu yavaş hareketlerle. dudaklarını dişlerken gerginlikle arkadaşlarını kontrol etti. sonrasında kendiliğinden parmakları klavyede hareket etti.
beomgyu: cumartesi akşamı saat kaç demiştin?
büyük bir hataya çekildiğinin farkında değildi.
büyük bir aşka çekildiğinin farkında değildi.
ay sorulariniz varsa suraya alayim👉🏻
![](https://img.wattpad.com/cover/284484028-288-k528732.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
death of me • taegyu
Fanficbeomgyu, bir gün kang taehyun'u hafta sonları gittiği kaykay parkına kadar takip eder, sonrasında ise hayatı geri döndürülemez bir şekilde değişir.