twenty two

1K 131 240
                                    

oğlan omzuna çarpan bedenle birkaç adım geriledi.

omzunu tutarak arkasını döndüğünde siyah saçlı çocuğun uzun ince bedenini görebildi. omzundaki eli ağırlaştı. jake'in yanına varan sunghoon oturup ayakkabı bağcıklarını bağlarken beomgyu biraz ileriden onları izliyordu. jake ona bakmayı reddediyordu. sebepleri belliydi. savunduğu şeyler beomgyu'nunkilere zıttı. beomgyu onu anlıyordu. iyi ama, sunghoon'a ne oluyordu?

bağcıklarını bağlama işini bitirdiğinde ,bu daha çok oyalanmak için bir uğraşı gibi görünmüştü beomgyu'nun gözüne, başını kaldırdı ve direkt beomgyu'yla bakışları kesişti. birkaç saniye sonra sinirli ve soğuk bakan gözlerini kaçırdı.

çok değil iki gün önce onu parkta sunoo'nun yanında gördüğünden beri bir tür şok yaşıyordu. çünkü bugüne karar sunghoon'un hep heteroseksüel olduğunu düşünmüştü. sunghoon, grupta kendinden bahsetmeyi sevmeyen, çok fazla sırrı yüklenen o arkadaştı işte. hakkındaki şeyler belirgindi. telefonda oyunlar oynamayı severdi, telefonla çok vakit geçirirdi ve bir de şaşıracaksınız ama telefon üzerinden sürekli sanal arkadaşlarıyla sohbet ederdi. telefon telefon telefon... sunghoon'un kilit kelimesi buydu işte. telefon.

beomgyu'yla parkta karşılaştıklarından beri bir tür davranış sergiliyordu ve beomgyu artık yorulduğunu fark ediyordu. arkadaşının cinsel yönelimi onu ilgilendirmiyordu ama sunghoon'la aynı fikirde değillerdi ki çocuk günlerdir onun suratına bile bakmıyordu. parkta gördüğü andan itibaren ise beomgyu'yla başka sohbete girmemiş, tamamen sunoo'ya odaklanmıştı.

beomgyu, sabahtan beri bir kez bile ona bakmamış olan jake ve onu izlerken düşündü: arkadaşlarını cidden de kaybediyordu.

bu düşünce onu sertçe yutkundurdu. omzuna değen elle ana geri döndü. koca sahada kaygan zeminde gıcırdayan ayakkabı sesleri ve topun her yere çarptığında çıkardığı o hoşuna giden sesi seçebildi. sonra ise tribünlerden gelen seyircilerin gürültüleri tüm sesleri bastırdı.

 günlerden salıydı. kartallarla maçları vardı ve ilk set bitmişti. kaybetmişlerdi.

takımın üzerinde kara bulutlar var dense tanım olaya direkt otururdu işte. jake, sunghoon ve beomgyu arasında erimeyen buzlar, takıma kaptanlık yaparken yüzü sirke satan pasör taehyun, tüm verimini ortaya koymaya çalışan etkisiz eleman yeosang... pek iyi bir kombinasyon değillerdi. yedekte bekleyenler maça girmek için an kolluyorlardı resmen.

"bana çok kötü bakıyor." yeosang yarısı içilmiş suyu beomgyu'ya uzatırken önünden geçip banka oturdu. beomgyu suyu açıp sakince içerken belli etmeden bakışlarının yönünü değiştirdi. köşede havlusuyla terini kurutuyordu. "abartma," derken gülüşünü tutamadı. yeosang'ın gözleri kocaman açıldı. "tam üç defa pası parmaklarıma değil, yüzüme attı. burnumun kanaması yeni durdu. şu peçeteyi görüyor musun?" cebinde yer yer kan olmuş peçeteyi çıkarıp beomgyu'ya gösterdi. "bu sabah beyazdı. özür bile dilemedi." beomgyu bu sefer yüksek sesli kahkahasını tutamadı. su şişesinin kapağını kapatıp bankın yanına koyarken artık beden eğitimi hocasıyla konuşan taehyun'u görebiliyordu.

yeosang yanılıyordu.

terden ıslanmış gri saçları yeni duş almış gibi görünüyordu. okulun siyah voleybol forması ve şortlarıyla fiziği inanılmaz güzel görünüyordu. dikkatli bir şekilde koçun ağzından çıkan her kelimeyi takip ederken beomgyu bu görüntüden gözlerini uzaklaştırdı.

araları hala limoniydi.

do sik'le kaykay parkında yarıştıkları gün tabii ki de kazanmışlardı. do sik'in hızı inanılmazdı ve taehyun'da da birkaç numara olduğunu itiraf etmek gerekirdi. do sik'in taehyun'a verdiği para kazandıklarının yüzde kırkı bile değildi. ikinci bir tartışma çıkmadan eve varmaları zor olmuştu. taehyun, beomgyu'nun bazasının altına önceki paraların yanına eklerken o gün kazandıklarını, aralarında bir sohbet geçmemişti. sessizdi ortam. beomgyu onun kendisiyle konuşmasını bekliyor, neden onunla yarışmak yerine do sik'le yarıştığını merak ediyordu.

death of me • taegyuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin