"Ev diye bahsedilen yerlerde, sevgi ve sıcaklık yoksa; o evde dört duvar ve bir çatı olması önemsizdir."
never felt so alone-labrinth
"Nerede kaldı bunlar böyle?" Sinirli bir soluğu içime çekerek sabır diledim."Şu on saniyede bir yaptığın söylenmelerini kes ve çok istiyorsan git, tutan yok."
Sessizliğini bir cevap olarak kabul görüp, ağzıma bir üzüm daha attım. O sırada telefonuma mesaj gelince kalçamı yasladığım kaportadan kaldırarak arka cebimdeki telefonumu elime aldım. Güneş ekranı görmemi engellediği için bir elimi kaldırıp telefona siper ettim.
Sinem'den bir yeni mesaj!
Sinem: Kız vardınız mı?
Siz: Evet, kasabanın girişinde bekliyoruz gelmesini.
Sinem: Tamam, kendine dikkat et kuşum. Seni seviyorum, çok.
Siz: Sende dikkat et. Seni seviyorum, çok.
Terleyen ellerimle telefonumu tekrar cebime koyup gözlerimi kapattım. Bir süre arabanın kaportasında oturarak bekledim. Fakat güneş beni rahatsız etmeye başlayınca ağzıma bir üzüm daha atıp doğruldum.
Gözlerimi açtığımda ilk dikkatimi çeken şey çoğu kasabalının buraya garipçe bakmaya devam ettiğiydi. Tek kaşımı kaldırıp kalabalığa dik dik baktım. Bunların sorunları neydi? Geldiğimizden beri saçma bir gariple buraya bakıyorlardı.
Gözlerimi devirerek dik bakışlarımla etrafa bakmaya devam ettim. Daha sonra bir dükkanın adında bakışlarım takılı kaldı.
Üzüm.
Bir süre dükkanın adına baksam da sonra omzumda ki çantayı düzeltip adımlarımı oraya yönlendirdim. Botlarımın zeminde bıraktığı ses, anne denilen şahısın bana seslenişleri arasında kaybolup gidiyordu.
Camlar filmli olduğu için içerisi görünmüyordu, bu beni biraz daha meraklandırmıştı. Kapı kolundan tutarak içeriye doğru ittirdim ve hemen başımın üstünden bir zil sesi duydum.
İçerisi, dışardan daha güzel görünüyordu. Dışarıdan bakıldığı zaman burası terk edilmiş gibi gözüküyordu, bakımsızdı. Fakat içerisi...
Duvarlar krem rengine boyanmıştı, bazı yerlerine ise küçük mavi kelebekler çizilmişti. Zemin ahşap tahtalarla döşenmişti. Lambanın kelebek şeklinde olması buraya ayrı bir hava katmıştı. Çok canlı duruyordu.
Burası bir takı dükkanıydı. Kolyeler, bileklikler, küpeler, halhallar, yüzükler... Takının yanı sıra masanın üstünde çeşitli siyah minimal çizimler bulunuyordu. Bir kaç adım atıp çizimlere daha dikkatli baktım. Hiç bir çizimi daha önce görmediğime yemin edebilirdim, bilinen veya klasik dövmeler yoktu. Aksine sanki hepsi özel bulunmuş gibiydi.
Bir üzümü daha ağzıma attığım sırada tül perdenin arkasından bir adam çıktı. Beyaz saçları, hafif kırışmış yüzü, soluk bakan kahveleri... Taş çatlasın en fazla altmış yaşındaydı.
"Bende seni bekliyordum." Ağzının içinde mırıldanmasıyla kaşlarım çatılmıştı.
"Bir şey mi dediniz?" Adam bana gülümseyerek bir iki adım attı.
"Sana nasıl yardımcı olabilirim, güzel kızım?" Çatılan kaşlarım gevşedi ve fazla göstermediğim bir tebessüm ile baktım adama.
"Aslında... Dükkanınız ilgimi çekti, bir kaç fotoğraf çeksem sorun olur mu?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mezardan Çıkan Geçmiş
FantasyGeçmişin yaralarıyla dolu, iyileşmemiş bir kız, Anka Safir. Geçmişin üzerine toprak gömen, acılarına lal olan bir adam, Han Bozkurt. İki yaralı insan, bir araya gelip birbirlerine yara bandı olduğu zaman, savaşmak çok daha kolaydı. Peki onlar, kendi...