"Bazen ev, bir insandı."
years of silence-thurisaz
Yüzüme rahatsız edici, ince bir şeyin düşmesiyle huysuzca homurdandım. Düşen şeyin olduğu yere bir kaç kere üflesem de etki etmedi. Kaşlarımı çatarak gözlerimi açtım. Kendi kendime uyanmadığım sürece beni uyandıran her şeyden nefret ediyordum.Yüzüme düşen şeyin kıvırcık saç tutamlarımdan biri olduğunu anladığımda hızlıca o tutamı kulağımın arkasına sıkıştırdım. Ardından uyuyamayacağımı bildiğim için yerimde doğruldum. Esnediğim sırada üstümdeki battaniyeyi fark ettim. Az önce düzelen kaşlarım tekrar çatılırken bakışlarım hızla içeriye kaydı.
Koltukta kimse yoktu.
Bakışlarımı bileğimdeki saate çevirdim. 09.03
Neredeyse iki buçuk saat uyumuştum. Bu, benim gibi hiç uyumayan birine göre iyi bir uykuydu. Masanın üstünde uçuşan kağıdı gördüğümde vakit kaybetmeden notu sıkıştırıldığı yerden çekip aldım. Gitmiş olmalıydı, ve giderken de bir not bırakmış olmalıydı.
"Battaniyeyi örterken sana asla dokunmadım, endişelenme. Ve teşekkürler, yaralarımı sardığın için."
Kaşlarım, afallamanın etkisiyle istemsizce havalanırken yazdığı ilk cümleyi tekrar tekrar okumuştum. Bu zamana kadar, bu konuyu önemseyen insanlar olmamıştı. O gerçekten bunu önemsemiş miydi? Hem beni tanımıyordu bile, onun için bir yabancıydım.
Yutkunup notu masanın üstüne bıraktım. Sadece bilgisayarımı ve telefonumu masanın üstünden alıp ayağa kalktım. Bir adım atmıştım ki birden duraksayıp omzumun üstünden nota bir bakış attım. Daha sonra derin bir nefes aldım, notu da alıp içeriye doğru ilerledim.
.
Küçükken yağmura aşık bir çocuktum. Ne zaman yağmur yağsa, o yağmurun altında delice dans etmek isterdim. Ve çoğu zaman etmiştim de.
Dans ederken bedenime çarpan o sert damlalar hoşuma giderdi. Sanki bir müziğin notasıymış gibi gelirdi kulağıma hep. Zihnim bana bir nota oluştururdu, kalbim bestesini yapardı ve ortaya bir müzik çıkardı.
O müzikle beraber kendi kendime dans ederdim. Bazen insanlar garip garip bakardı, bazen de anne denilen şahıs kızardı bana. Umursamazdım, onlara inat daha çok dans ederdim. Çünkü o zamanlar burnunun dikine giden bir çocuktum. Her şeyden habersiz, her şeyle mutlu olabilen saf bir çocuk.
Sonra, önce çocukluğumu çaldılar.
Saflığım, aydınlık tarafım da, çocukluğumla beraber gitti.
Onları kurtaramadım.
Kurtarmak istemiştim, ama yapamamıştım. Bunlar için o kadar küçüktüm, o kadar güçsüzdüm ki onları kaybetmemek için savaşamamıştım. Hepsi ellerimin arasından kayıp gitmişti. Ben sadece ağlayarak izleyebilmiştim.
Siyah kapılı, kasvetli odaya ikinci bıraktığım parçam; çocukluğum olmuştu.
İlk yaram çocukluğumdu.
Ve o yara, asla kapanmayacaktı.
Elimdeki üzümden ağzıma bir tane daha attım. Bir saate yakın süredir pencerenin önünde oturmuş, üzüm yiyerek yağan yağmuru izliyordum. En sevdiğim şeylerden biri de buydu. Üzüm yiyerek yağmuru izlemek. Küçüklüğümden beri sürdürdüğüm bir aktiviteydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mezardan Çıkan Geçmiş
FantasíaGeçmişin yaralarıyla dolu, iyileşmemiş bir kız, Anka Safir. Geçmişin üzerine toprak gömen, acılarına lal olan bir adam, Han Bozkurt. İki yaralı insan, bir araya gelip birbirlerine yara bandı olduğu zaman, savaşmak çok daha kolaydı. Peki onlar, kendi...