"Bir gün herkes evine döner."
shootout-izzamuzzic, julien marchal
Küçükken, her gördüğüm makyaja, benim yaşıma uygun olmayan kıyafetlere özenirdim. Özelliklede topuklu ayakkabılara. Neden bilmiyordum ama küçükken en çok özendiğim, hayran hayran baktığım şeylerden biriydi. Bir mağazada, vitrinin önünde ne zaman topuklu ayakkabı görsem yerimden kıpırdamaz, hayaller kurarak alık alık izlerdim. Bir gün, diye geçirirdim içimden, bir gün bende avukat olduğumda bu ayakkabılardan giyeceğim, derdim. İçim heyecanla dolar, bu düşünce beni gülümsetirdi.Küçükken sırf bu yüzden çabuk büyümek isterdim. Her gece saf bir düşünceyle dolar, beni çabuk büyüteceğine inandığım için süt içerdim. Bu düşüncenin yanlış olduğunu fark ettiğimde bile süt içmeye devam ediyordum. Çünkü insan bazen bir şeylere inanmak isterdi ya, yalan olsa bile. Bende bu saf yalana tutunup büyümeyi beklemiştim.
Büyümüştüm de.
Fakat, keşke ruhumdan önce bedenim büyüseydi ve ben hala topuklu ayakkabıların hayalini kuruyor olsaydım. Keşke, topuklu ayakkabıları avukat olduğum zaman giyebilseydim. Fakat ben ne avukat olabilmiştim, nede hayalini kurduğum topuklu ayakkabıyı giyebilmiştim.
Derin bir nefesi içime çekerken rüzgardan dolayı çektiğim nefes burnumu yakmıştı.
Hayal kurmayı bırakmıştım. Siyah kapılı, kasvetli odaya ilk parçamı o gün bırakmıştım. Benden giden ilk parçam, hayallerim olmuştu. Hayallerim, o karanlık odanın aksine çok renkliydi ama o odayı hayallerim bile renklendirememişti. Zaman geçtikçe hayallerimin renkleri, insanın ölmeden önce aldığı son nefes gibi yavaş yavaş sönmüştü. Sönmüştü ve küçük odanın içine sığmayacak büyük hayallerim, bir boşluğa dönüşmüştü.
Her parçam yavaş yavaş boşluğa dönüşmüştü ve bende o karmaşıklığın içinde kendimi boşluğa bırakırken bulmuştum.
Bir saatte bitirdiğim beşinci sigaramdan son nefesi de içime çektim ve sigarayı küllüğe bastırdım. Yükselen dumanlar birbirine karışıp yok oldu.
Onun gitmesinin üzerinden neredeyse dört saat geçmişti. O gittikten hemen sonra soğuk bir duş alıp kendime gelmiştim. Normalde kışın bile soğuk suyla yıkanıp üşümeyen biriydim ama burada biraz üşümüştüm. Ve üşümeme rağmen kendimden beklenecek şekilde bunu umursamamış balkonda sigara içiyordum.
Kafamı arkaya yaslayarak gözlerimi kapattım, dumanı havaya doğru üfledim.
Beni yarım saat önce aramış akşam yemeğe davet etmişti. Üç abi denilen şahısla ve onunla. Yemek yemeyi teklif etmişti. Onlarla. Aynı masada onlarla yemek yememi istiyordu. Belki de istemiyordu, abi denilen şahıslardan biri istiyordu. Belki de hiç biri istemiyordu, sadece ayıp olmasın diyeydi belki.
Bana sorduğunda neredeyse bir dakika boyunca sessiz kalmıştım. O da beni sabırla beklemişti ve evet dediğim an, derin bir nefesi içine çekerek sesindeki tuhaf tınıyla beni bir saat sonra alacağını söylemiş, telefonu kapamıştı.
Yarım saatim vardı.
Onlarla karşılaştığımda ne yapacağımı düşünmemiştim. Düşünecek de değildim zaten. Boş yere düşünüp de kendimi strese sokacak değildim. Aynı baba denilen şahısta uyguladığım gibi, onlarla karşılaştığımda da ne yapacağıma, ne tepki vereceğime o zaman karar verecektim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mezardan Çıkan Geçmiş
FantasyGeçmişin yaralarıyla dolu, iyileşmemiş bir kız, Anka Safir. Geçmişin üzerine toprak gömen, acılarına lal olan bir adam, Han Bozkurt. İki yaralı insan, bir araya gelip birbirlerine yara bandı olduğu zaman, savaşmak çok daha kolaydı. Peki onlar, kendi...