28 Aralık İngiltereApril'in annesi ve babası 2 ayda sanki 20 yıl yaşlanmışlardı, etrafında pozitifliğiyle tanınan Sophia Williams kızı burada ruhsuzca yatarken nasıl gülümseyebilirdi ki?
Peki ya babası; tek kızı, değerlisi hayatını kurmaya yeni başlamışken, hayallerinin bir bir gerçekleşmesiyle mutlu olmaya başlamışken karanlığın, belirsizliğin kollarına düşmüştü. Ama karanlıktan korkardı küçük kızı. O acımasız dünyadan bir an önce kurtarmalılardı onu. En çok canlarını acıtan ise ellerinden hiçbir şey gelmemesiydi.
April'ın kocaman kahverengi gözleri kehribarla karışık mucize tonuyla, içten tebessümlerinin elini tutmayalı iki ay geçmişti. Uyuyordu sanki, ama günden güne eriyordu, onun bedeni eridikçe anne ve babasının ruhu kayıp gidiyordu her bir göz yaşıyla.
Mükemmeliyetçi olsa da hiçbir zaman egoist ve kıskanç olmayan, etrafına fedakârca yardım eden kızları bunları haketmek için ne yapmıştı? İkisi de anlayamıyordu. Acı gerçek öyle hızlı parçalamıştı ki hayatlarını... Kızını o gün dışarı göndermemeliydi Mark Williams, bir an bile zayıf ve güçsüz olmamalıydı Sophia Williams. Sayısını unuttukları kez kendilerini suçladılar içten içe. Yeterince üzülmüşlerdi aynı sözlerle, bu lanetli zamanda bir de birbirlerini üzemezlerdi.
Oysa her şeyin asıl nedeni ilgili en ufak bir fikirleri bile yoktu.
Dylan... Cindy...
Hiç kimse hiçbir şey duymamıştı hala. Cindy yıllardır arkadaşı olan, onu her zaman kollamış, destek vermiş "en iyi" arkadaşı April için bile sahte gözyaşları döküyordu. Biri sorsa inkar ederdi ama içten içe hep kıskanmıştı onu. Kendisi hiçbir zaman onun kadar başarılı olmamıştı, onun gibi resitaller verip alkışlar toplayamamıştı. Hiçbir zaman hem sevilen hem de saygı duyulan biri olamamıştı. Onun kendisiyle nasıl arkadaş olduğuna bile anlam verememişti Cindy. Gerçekten çok saftı April.
Saftı, herkes onun nefret ettiği bu saflığa nasıl mıknatıs gibi çekilebiliyordu ki?
Dylan... Aşkta bile şanslıydı April, nişanlısı dergilere çıkacak kadar yakışıklıydı. Başarılıydı da. Ama Cindy biliyordu, April Dylan'ı hiçbir zaman kendisinin sevdiği gibi sevemezdi. Dylan'ı kandırmak kolay olmamıştı ama başarmıştı Cindy, sonuçta Dylan da bir erkekti ve Cindy onu ikna etmek için gereken her yolu bilirdi.
Kurnazdı o, hiçbir zaman April gibi olmasa da ilk bakışta ondan daha güzeldi. Boyu uzundu, saçları sapsarıydı. Gözleri yeşildi. Hiçbir zaman herkesin nasıl onun yerine sıradan görünüşlü April'a sempati duymasına anlam verememişti. Yine de April ders çalışırken onun yaşadığı "aşk" deneyimleri bu sefer işe yaramıştı. Dylan'ı elde etmişti ama eksik bir şeyler vardı. Kalbini rahatsız eden, boşveremediği...
Dylan suçu kendinde buluyordu, April "uykuya daldığından" beri Cindy'e dokunmamıştı bile. Yüzü eski canlılığını yitirmişti. Ona artık arzu dolu yeşilin tonundaki gözlerle bakmıyordu. Onu hep geçiştiriyordu ama Cindy biliyordu ve endişeleri onu yiyip bitiriyordu. Her gün uyanıp Dylan'ın tekrar April'a aşık olmasından korkuyordu. Çıldıracaktı, ölü bir kıza karşı kaybedemezdi.
Dylan çalan telefonunu umursamadı. Hastaneye gidiyordu. Bir anlık kaçamak ne kadar da güzel görünmüştü gözüne, ama Cindy daha fazlasını istemişti. Kendisinin, en yakın arkadaşının nişanlısı olduğunu bildiği halde ona yaklaşmaktan çekinmemişti ve olan olmuştu. April'ın soğukluğuna karşı Cindy'nin yalancı sıcaklığına kanmıştı Dylan.
O gün April'ın orada olacağını nereden bilebilirdi ki? Hele onun yaşama gözlerini kapatışını izlemek... 2 saat önce konuştuğu aşkının 2 saat sonra enkazın içinde, kana boyanmış bir halde nefes almadan yatıyor olması mümkün müydü? Onlara nasıl olabilmişti görüpte göz yumdukları bu trafik kazası...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kusursuz Tesadüf [Beklemede]
RomantikCharles Anderson. Bay Mükemmel. New York'ta yakışıklı bir kalp cerrahı. Sadece hayat kurtarırken kapısını araladığı buzdan kaleye hapsolmuş bir kalp. Birkaç "küçük" hata. O öldü. Mecazen. Uçağa atlayıp kendisine ikinci bir şans verene kadar. April...