Charles dün gece idareten kaldığı ve muhtemelen bir süre daha ev edineceği ormanlık alanın ortasında kalan 3 katlı şirin aile otelinden ayrıldı. Gerçekten nasıl bir şehire-bu akıl almaz boşluğu ve temizliğiyle şehir denebilirse- geldiğini öğrenmeliydi. Haritasını açtı ve kasabayı keşfetmeye karar verdi.
Bu bomboş yollarda hız limiti kavramını yok edebilirdi ama şu an bir Mercedes ya da Ferrari yerine alışık olmadığı beyaz küçük bir spor arabayı sürüyordu. Bu arabanın çıkabildiği en yüksek hız onun için kaplumbağa hızı ile eşdeğerdi.
Yeşil ekran efektiyle çoğaltılmış hissi veren karlarla kaplı dağların arasındaki tek medeniyet belirtisi yoldan dümdüz devam etti. Şu an orta dünyadaydı. Bir hobbit filminde gibi hissetti ve fark etmeden tebessüm etti. Oysa yıllardır dudakları hiç sevinçle kıvrılmamıştı. Yine bile gülmemişti ama bu da bir başlangıçtı.
Sonunda burada bile trafik ışığına ihtiyaç duymayan merkeze vardığında öğlen olmuştu. Otelde öğrendikleri doğruydu. Burada gerçekten çok fazla restaurant ve kafe vardı. İnsanların neredeyse hepsi ise sırtlarındaki dev çantalardan gezgin olduklarını belli ediyordu. Öyle ki burada sadece turistlerin yaşadığına bile inanabilirdi. Düne kadar o da öyleydi. Şu an ise adını öğreneli en fazla 2 gün olan bu yerde yaşıyordu.
Burada fergburger adında bir hamburgerci gördüğünde adımlarını yavaşlattı. Sonunda yine otelde duyduğu ve gitmesi gereken yerlerden biri olan bu restaurantı bulmuştu.
Kapıda "In ferg we trust."* yazısını gördüğünde doğru yerde olduğundan emin olup içeri girdi. Verdiği hamburger-pardon fergburger- siparişi geldiğinde camdan gözlerini ayırdı ve şaşkınlıkla baktı. Artık buranın insanlarının dürüstlüklerini sorgulamayacaktı. Gerçekten de gelen hamburger bir insan kafasından büyüktü. Buranın insanlarının garip bir espri anlayışı olduğunu artık anlamıştı.
Hamburgeri bitirmek üzereyken kafedeki tüm bakışların ona çevrildiğini fark etti. Bu sefer ona içten içe yalan olduğunu bildiği flört eden bakışlar falan yoktu etrafında. Restauranttaki meraklı kiviler** ona saf saf bakıyordu.
Hamburgeri bitirebildiğinde ise bir alkış tufanı oluştu. Restaurantın sahibi orta yaşlı adam ve aşçı kadın ve iki genç garson kız çoktan onun yanına dizilmiş ve onunla fotoğraf çekilmeye başlamıştı.
Ellerindeki fotoğraf makinesinin altından küçük fotoğraf çıktığında onu sağ duvardaki benzer resimlerin yanına astılar. Sonra hepsi sırayla, anlamamış gözlerle bakan Charles'ın elini sıktılar. Ve onu tebrik ettiler. Charles bunun bir gelenek olduğunu hamburgeri bitirmeyi tek başına çok az kişinin başarabildiğini ve başaranlara bu seremoninin yapıldığını öğrendi.
Gerçekten buradaki insanlar tanıdıklarından çok farklı küçük şeylerle sevince boğulan tiplerdi. 2. kez yüzünde oluşan hafif tebessümü engelleyemeden kafeden çıktı. Telefonunu çıkarıp not aldığı yer adlarına bakarken başına gelenle yüzündeki tebessüm her zamanki gibi tarihe karıştı.
***
April bu hiç tanımadığı kasabada öylece kalakalmıştı. Ne parası vardı ne de ona yardım edebilecek bir kişi. Geceyi kasabadaki minik çocuk parkının bankına kıvrılarak ve her saat başı uyanıp etrafını kontrol ederek geçirmişti.
Burada rüzgar o kadar fazla ve sert esiyordu ki gece veya gündüze aldırmadan, sabah olunca hala yaşıyor olması bir mucizeydi. Tepedeki güneş tam bir yalandan ibaretti.
Çoğu kişinin turist olduğunu çok geçmeden anlamıştı. Onlar için burası tatlı ve huzurlu bir yer olabilirdi ama bilmediği bir nedenden dolayı hayatından koparılıp burada tek başına kalakalan kendisi için Queenstown, uyanmak istediği bir kabusa dönüşmüştü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kusursuz Tesadüf [Beklemede]
RomanceCharles Anderson. Bay Mükemmel. New York'ta yakışıklı bir kalp cerrahı. Sadece hayat kurtarırken kapısını araladığı buzdan kaleye hapsolmuş bir kalp. Birkaç "küçük" hata. O öldü. Mecazen. Uçağa atlayıp kendisine ikinci bir şans verene kadar. April...