Yeni gün, muhteşem manzaranın kristal maskesini düşürmesiyle açığa çıkan bir poyrazla ulaşmıştı kürenin bu ıssız noktasına. Beyaz, açık mavi ve siyahı kıskanan tüm gri tonlarıyla rengarenkti gökyüzü ve aldatıcı. Pusuda bekleyen fırtına tüm aydınlığı gölgelemeyi umarken, düşmeyi bekleyen yağmur damlaları kadar kırılgandı Charles ve April'ı birbirine bağlayan kusursuz tesadüfler örgüsü. Ama bir o kadar da güçlüydü, gözleri kapalıyken; iç dünyaları ufuktan yaklaşan gözyaşlarını delip sonsuzluğu sararken.Hiçbir aşığın uyanmak istemeyeceği bu rüyaya gözlerini kapatan ilk kişi Charles olmuştu. Üşümemek için kendisine sıkıca sarılmış olan April'a çevirdi gözlerini. Gece uyurken onu çadırın içine taşımıştı ama sonuçta çadır da bir bez parçasıydı ve rüzgar o gün ne yazık ki pek de merhametli değildi. Fakat aşkının saf doğayı kıskandıracak kadar güzel kokusu akciğerlerini bile ele geçirdiğinde, rüzgarın kızgınlığına hak vermişti Charles. Kısa bir süre sonra zaman tekrar anlamını yitirmişti.
Kıpırdamadı, biliyordu en küçük bir harekette bile kırılabilirdi zamanın kilidi.
Gerçeklik hüküm sürmeden önce doya doya bakmak istedi; bilmeden onun buzdan kalbini kehribar gözlerindeki ateşten kafese hapseden, acıdan paramparça olmuş ruhunu iyileştirecek hayat suyunu her bir gülüşünde ona damla damla hediye eden tek kadına...
Pişmanlık ve intikamla dolu karanlık hayat kaldırımında her şeye rağmen taşların arasından yeşerebilmiş olan tek çiçeğe, April'a.
Fakat her mutlu dakika gibi bu an da bitmek zorundaydı.
Charles tekrar gözlerini kapattı. 5 dakika daha...
***
April ne kadar olduğunu bilmediği fakat uzun olduğunu düşündüğü bir süredir yaptığı gibi koşmaya devam etti. Nerede olduğunu bilmiyordu. Buraya nasıl geldiğini hatırlamıyordu. Nereye gittiği ile ilgili bir fikri yoktu. Tek hissettiği korkuydu ve tek bildiği koşması gerektiğiydi.
Siyah ve grilerle dolu bu boşlukta durmadan ilerlemek zorundaydı, koştukça geçtiği zemin parçalanıyor ve çok derinlerden, lavlardan binlerce kat daha görkemli, bakarak bile insanı kör edip küle çevirecek bir ateş şelalesi gün yüzüne çıkıyordu.
Bir dakika . Ölmüş olamazdı değil mi?
Elleriyle başını kavradı. Hatırlamak zorundaydı. Fakat hafızası tıpkı düştüğü bu yer gibi bomboştu. Yine de hayatta kalmak zorundaydı.
Korktuğu karanlık ile göz alıcı aydınlık arasında sıkışmıştı. Fakat dengeler tersine dönmüştü. Karanlığı seçmek zorundaydı. Aydınlığa düşmek, varlığını bitirecekti, karanlıkta koşarken ise onu saran güven ve umut vardı. Var mıydı?
İlerledikçe karanlık yavaş yavaş saydamlaşmaya başladı. Ve April artık bambaşka bir yerdeydi.
Hastane odası.
Evet sonunda o bilinmez çukurdan kurtulmuştu. Hastaneleri sevmezdi, fakat o an cennette gibi hissetti.
Önünde durduğu, odadaki tek cama yağmur damlaları birer birer çarpıp duruyordu. Yağmuru severdi. Fakat camdaki her sesle içini bir huzursuzluk kaplıyordu. Arkasını döndüğünde bu anı daha önce yaşamış hissine kapıldı. Her şey çok tanıdıktı. Gözlerini yatağa çevirdi. Üzerinde ytan kişi makinelere bağlıydı, o kadar çok kablo vardı ki beyaz çarsafların arasında yatan beden adeta kaybolmuştu. Bu hasta yatağının yanında ise bir kadın duruyordu. Kadın birkaç adımda uyuyan hastaya doğru yaklaştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kusursuz Tesadüf [Beklemede]
RomanceCharles Anderson. Bay Mükemmel. New York'ta yakışıklı bir kalp cerrahı. Sadece hayat kurtarırken kapısını araladığı buzdan kaleye hapsolmuş bir kalp. Birkaç "küçük" hata. O öldü. Mecazen. Uçağa atlayıp kendisine ikinci bir şans verene kadar. April...