Film bitince Deniz'in bahçeye bakmasıyla ben de baktım. Sonra Deniz'e döndüm. Bahçeye çıkmak istiyormuş gibi duruyordu.
"Bahçeye çıkmak ister misin?" yavaşça sordum. Bana dönüp gözlerini kapatıp onay verdi. Gülümseyerek ayağa kalkıp pencerenin önüne geçtim. Hafifçe pencereye dokunup dışarının serin olduğunu anladım.
"Hızlıca bir ceket alıp geliyorum." diyip hızlıca odasına gittim. Dolabından bir ceket alıp geri döndüm ve önüne geçtim. Önce ceketini giydirdim. Sonra ayaklarını ayaklarımın üstüne koyup belinden tuttum. O da ellerini kollarıma koydu. Gülümseyerek onu kendime çekip ayağa kalkmasına yardımcı oldum. Kollarımı sıkıca tutuyordu.
"Bu şekilde çıkıp gezelim mi?" gülümseyerek sordum. Burnundan sert bir nefes verip gözlerini kapatarak onay verdi. Gülümseyerek yavaşça kapıya doğru geri geri yürüdüm. Bahçeye açılan kapının önünde durunca bir elimi belinden ayırıp kapıyı açtım. Aynı şekilde yürüyerek bahçeye çıktım. Bu şekilde uzun bir süre yürümek onu yorabilirdi. Bu yüzden tüm bahçeyi dolanmak yerine kısa yoldan kameriyeye gitsek iyi olurdu.
Yavaşça yürümeye devam ederek kısa yoldan kameriyeye gittik. Kameriyeye gelince Deniz'in bir tane sandalyeye oturmasına yardımcı oldum. Yanındaki sandalyeye oturup sessizce yüzüne baktım. O da yüzüme baktı. Gözleri sanki kapanmak istemezmiş gibi ağırca kapandı ve hızlıca açıldı. Gülümseyerek elini tutup üstünü okşadım. Bakışları ellerimize döndü. Elini tutmaya devam ederek sessizce onu izlemeye devam ettim. En sonunda yavaşça gözlerini kapatıp kafasını omzuma koydu. Derin bir nefes alıp saçlarından yükselen karanfil çiçeği kokusunu soludum. Sonra o da iç çekti. Gözlerimi kapatıp bir süre öylece durdum. Bu çok huzur verici bir andı. Sonsuza kadar bu anda sıkışıp kalmak isterdim ama elbet bu anda bitecekti. Tıpkı Deniz'in ailesi geldiğinde benim gideceğim ve daha sonrasında da muhtemelen hiçbir zaman Deniz'i göremeyeceğim gibi.
İç çekerek burnumu biraz daha kabarık saçları arasına daldırdım. Deniz'in burnundan sert bir nefes verdiğini duydum. Ben de hafifçe gülerek karşılık verdim. Anlıyordu. Deniz benim içimde yaşadıklarımı çok iyi anlıyordu. Yıllarca sessizliğe saklanmış biri olarak benim de sessizliğimde neler sakladığımı anlıyordu. Bunu seviyordum. Onunla güzel bir sessizliği paylaşsam bile birbirimizi anlayabilmemizi seviyordum. Aramızda yalnızca bir gürültüden ibaret olan sesli sözcükler yoktu. Tüm yalın halimizle birbirimizin önünde duruyorduk.
Bir süre daha öylece oturmaya devam ettik. Havanın daha da serinlediğini fark edince iç çekerek yüzümü saçlarının arasından çektim. Yavaşça istemeyerek elini bıraktım. Kafasını omzumdan kaldırınca da ayağa kalktım. Önüne geçip gülümseyerek saçlarını düzelttim. Sonra bir kolumu dizlerinin altından, bir kolumu da sırtından geçirip yavaşça kaldırarak kucağıma aldım. Yavaşça bir kolunu boynuma attı. Gülümseyerek kafamı çevirip omzumdaki eline hafif bir öpücük bıraktım. Deniz pembeleşen yanakları ve irileşen gözleriyle yüzüme baktı. Sonra hemen kafasını çevirip yüzünü omzuma sakladı. Gülerek ilerlemeye başladım. Çok güzel utanıyordu.
Evin önüne gelince bir süre öylece ne yapacağımı bilemez bir şekilde kaldım. Kapının dışarıda bir kulpu yoktu ve ben de anahtar almamıştım. Zili çalmamız gerekiyordu ama kucağımda Deniz varken ben yapamazdım.
"Deniz zile basabilir misin?" yavaşça mırıldanarak sordum. Deniz kafasını omzumdan kaldırıp etrafa bakındı. Sonra zil tuşunun olduğu yere baktı. Boştaki elini kaldırıp zile bastı. Sonra elini hızlıca indirip yüzünü yeniden omzuma koydu.
Kısa süre sonra kapı açılınca teşekkür ederek içeri girdim. Yavaşça Deniz'in odasına doğru ilerledim.
"Akşam yemeği vakti geldi, efendim. Yemeği Deniz Bey'in odasına şimdi getirelim mi? Yoksa Deniz Bey uyandığında mı getirelim?" arkamdan gelen genç bir kadın sessizce sordu. Deniz'in pembe olan yanağına bakıp hafifçe güldüm.
"Şimdi getirin." gülümseyerek konuşup Deniz'in odasına girdim. Kadın kapının önünden hafifçe gülümsedikten sonra gitti. Pencerenin önüne gidip Deniz'i yavaşça koltuğuna bıraktım. Yavaşça boynumdan ayrılıp camdan dışarıya baktı. Ben de yanına sandalyemi çekip oturdum.
Bir süre sessizce dışarıyı izledik. Yan bahçede iki çocuk koşturarak bir şeyler oynuyorlardı. Deniz ise titreyen dudaklarıyla onları izliyordu. Gözleri yaşlı değildi, dudakları sadece gülümsememek için titriyordu.
Çocukların biri sarışın ve ufak tefekti. Diğeri ise biraz daha büyüktü ve biraz esmer gibiydi. Kovalamaca oynuyor olacaklar ki birbirlerinin peşinden koşuyorlardı. Büyük olan, küçüğü yakalayınca sarılıp yukarı kaldırıyordu. Bir iki kere sallayıp küçüğü güldürdükten sonra bırakıp kaçıyordu. Bu şekilde bolca gülerek oynuyorlardı. Deniz ve benim küçüklüğümüze benziyorlardı. Annem beni buraya getirdiğinde biz de böyle oynardık. Deniz o zamanlar benden daha büyük ve yapılıydı. Zaten küçükken ona hep ağabey diyordum.
Aklıma gelen anılarla hafifçe güldüm. Deniz bana bakıp burnundan sert bir nefes verdi. Onun da aklına aynı şeyler gelmiş olacak ki bana bakarken dudağının kenarı hafifçe kıvrıldı. Bu sefer gerçekten gözleri parlıyordu.
***
Bu bölümü de daha fazla bekletmek istemediğim için burada bitiriyorum. Sanırım yavaştan çocukluklarından bahsetmeye başlayacağım. Çocuklukları hakkında aklımda hiçbir şey yok ama aklıma geldikçe bir şeylerden bahsedeceğim (✷‿✷)
Bölümü metrodayken azıcık bir internetle attığım için kontrol etmiyorum. Bir hatamı görürseniz lütfen uyarın ♡
Dilek ve şikayet bölümü☞
Seviyorum sizi sağlıcakla kalın ❤️❤️
***
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Renascence {BXB}
Teen FictionDeniz geçmiş travmasıyla kendini karanlık bir dünyaya hapsetmişti ve yaşamını bir ölü gibi devam ettiriyordu. Cem ise bu dünyalar güzeli adamı yeniden canlandıracaktı. ~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~ "Renascence" İngilizce'de "Yeniden Doğuş, Canl...