6. Ruby'nin Günlüğü

299 32 25
                                    

bölüm başlığıyla nostalji yaşayanlar

Ertesi gün, neredeyse öğlene kadar uyudum. Uyandığımda nihayet yeteri kadar dinlenebilmiş ve kendime gelmiştim. Kendime kahve demledim. O hazır olana kadar gazeteye göz gezdirdim. Dün olanlar zihnimde tekrar tekrar canlanıyordu. Bu davayla ilgili daha başka ne öğrenebileceğimi merak ediyordum.

Demlenen kahvemden bir yudum alırken arka bahçeme baktım. Sessiz ve huzurlu görünüyordu. Kuşlar tatlı bir şekilde ötüyor, sessizliği bozuyorlardı. Duvardaki ev telefonum çalmaya başlayınca bu harmoni yerle bir olmuştu.

Telefonu kaldırıp ahizeyi kulağıma götürdüm. "Merhaba?"

Konuşan James'ti. "Ne yapıyorsun?"

"Yeni uyandım. Şimdilik hiçbir şey yapmıyorum."

"Hadi birlikte öğle yemeğine çıkalım." James'in sesi enerjikti. "En son ne zaman dışarı çıkıp bir şeyler yaptığımızı bile hatırlamıyorum."

"Tamam, o hâlde hazırlanıyorum."

"Sen hazır olana kadar yanına anca gelirim. Senden otuz dakika uzaklıktayım." dedi, arkasından rüzgar esintisi ve araba sesleri yükseliyordu. Beni dışarıda bir telefon kulübesinden aradığını böylelikle anlamıştım.

Telefonu kapadıktan sonra odama geçtim ve gardırobumu karıştırmaya başladım. Kot pantolon ve kapüşonlu bir kazak giymeye karar vermiştim. Saçımı atkuyruğu yapıp yüzüme de hafif bir makyaj yaptım. Çok iyi görünmüyordum ama çok kötü de görünmüyordum. Ne de olsa sevgilimle buluşacaktım, o beni her hâlimle seviyordu.

Yaklaşık bir saat sonrasında James ile birlikte bir restoranda oturmuş, yiyeceklerimizin gelmesini bekliyorduk. İçeceğimi yudumlayıp sevgilimle iş yeriyle alakalı sohbet ediyordum.

"İyi görünüyorsun." dedi James. "Son birkaç gündür çok yorgun görünüyordun ama bugün daha iyi gibisin."

"Teşekkür ederim, ben de daha iyi hissediyorum. Sonunda iyice dinlenebildim."

"Söyle bakalım, geçen gün buluşacağını söylediğin kızla buluştun mu?"

"Evet. Onunla epey konuştuk. Sanırım bayağı bir ilerleme kaydettim." Az sonra söyleyeceklerimle insanların ilgisini çekmemek adına ses tonumu düşürerek devam ettim: "James, bana anlattıklarına inanamazsın."

James karşımdan biraz daha masaya eğildi. "Ne gibi?"

"Ben... bunu konuşmak için uygun bir ortamda olduğumuzu zannetmiyorum. Aldığım notlara bakmam lazım. Hepsini temize çekmem lazım, kafamın içi karmakarışık." dedim fısıltıyla.

Konuşmaya devam etmediğimde bir kaşını kaldırdı ve sordu: "Hadi ama, o kadar kötü mü?"

"Bahsettiğim şey zihin kontrolü, hafıza kaybı, insan beyni üzerinde yapılan deneyler... Durum düşündüğümden daha ciddi."

James'in yüzündeki şaşkınlık ifadesi, durumun herkesin umduğundan kesinlikle daha çılgın olduğunun basit bir kanıtıydı.

"Umarım bu araştırmaların sırasında güvenliğini tehlikeye atmıyorsundur." dedi dikkatle az sonra. "Başına kötü bir şey gelmesini istemiyorum. Bir de, bu Tiffany denen kadının söylediklerine yüzde yüz inanmalı mıyız?"

Garson yiyeceklerimizi masaya bırakıp yanımızdan uzaklaşıktan sonra James'in sorusunu yanıtladım. "Evet, o güvenilir. O da bu insanların kurbanlarından biri. Deneklerden biriydi, ama kaçmayı başardı. Haberlere bile çıkmış." Ağzıma bir patates kızartması attım.

"Ve sen de bunların Ruby ve günlüğüyle bağlantılı olduğunu düşünüyorsun?" dedi sandviçinden büyük bir ısırık almadan önce. "Ama nasıl?"

"Duyduğum her şeyin notunu alıyorum. Bana muhtemel bir gidişat yolu çizeceğini düşündüğüm her bilgiye ihtiyacım var. Hepsi Ruby'nin annesinin bilinmeyen bir kadınla fotoğrafını görmemle başladı. O fotoğraftan bu yana, her şey bu şekilde işte."

"Seni bulmamın bir sebebi olduğunu biliyordum." dedi James, "Çok zekisin... ve kararlı. Seni seviyorum hayatım." Elimi kavrayarak üstüne bir öpücük bıraktı.

Tezgâhın yanına yerleştirilmiş küçük televizyonda haberler açıktı. Başımı çevirerek izlemeye başladım. Hava durumu sunucusundan sonra ekrana küçük bir kız çocuğunun fotoğrafını vermişlerdi. Tanıdık bir yüzdü bu.

"Yetkililerden gelen haberlere göre Ruby Allison Greene ve annesi Janice Greene dosyası artık resmi olarak kapatıldı."

Haber spikerinin söyledikleri üzerine hızla James'e döndüm. "Duyuyorsun değil mi?" diye söylendim. Sinirlenmiştim ama sesimin tonunu kısık tutabilmiştim.

"İti an çomağı hazırla..." Başını çeviren James benimle birlikte televizyonu izlemeye başladı.

"Davada büyük öneme sahip olan Ruby Greene'nin günlüğü, sıkı bir şekilde Whetherworth Çalışmaları tarafından soruşturmaya alınmıştı. Özel çalışma ekipleri günlüğün tamamını baştan sona, kelime kelime taradılar. Bizlere verdikleri nihaî cevap; Ruby'nin sorumsuz ebeveynler tarafından sağlıksız bir ortamda yetiştirilmiş olduğu yönündeydi. Günlüğüne yazdıkları, akıl sağlığı sorunlarının bir yansıması ve sonucuydu. Günlüğünün sayfalarında, gördüğü sanrıları yoğun bir şekilde abarttığı görülüyordu."

Haber spikeri konuşmaya devam ediyordu.

"Ruby'nin günlüğü, polis merkezinin yakınlarındaki bir koruyucu evde bulunmuştu. Bu polis merkezi aynı zamanda Ruby'nin gizemli bir şekilde öldüğü yer olarak biliniyor. Ruby'nin ölümünün bir nöbet veya bir tür medikal karışıklık sonucu gerçekleştiği söylenmekte."

Ellerimle yüzümü kapatıp iç çektim. "Hepsi artık mantıklı geliyor. İnsanların esas gerçeği öğrenmelerini istemiyorlar. Bu yüzden de bir hikâye uyduruyorlar, Ruby bütün bunları 'hayal ediyor' diyerek bütün yükü ona atmaya çalışıyorlar."

Huysuzca inledim. Üzgünlük ve hayal kırıklığını doruklarında hissetmenin önüne geçemiyordum. Kendimi bir filmdeymişim gibi hissediyordum, sanki bütün gerçeklerin farkında olan o ana karakter bendim. Her şey çok çılgınca ilerliyordu.

"Üzgünüm bebeğim... bu gerçekten berbat bir olay." Elini omzuma uzatarak nazikçe okşadı. Ses tonunda bir his sezmiştim, sanki bu davanın arkasında bambaşka bir şeyler olduğunu düşünen tek kişi olduğum için benim delirdiğimi düşünmeye başlamıştı.

Başımı kaldırdım. "Yaptıkları yanlarına kalmayacak. Yapmaya devam ettikleri bu pislik..." dedim sessizce, tıpkı bir fısıltı gibi.

...

Öğle yemeğimizi yedikten sonra James ile bir süre arabayla dolaştık. Sonra James beni evime bıraktı. Alnıma dudaklarını bastırdı ve beni en kısa sürede yeniden görmeye geleceğini söyledi. O gidince ben de içeri geçtim, çantamı mutfak masasına bıraktım.

Çantamdan not defterimi çıkardım. Tezgâhtaki dosyayı da alarak önüme çektim. Elimdeki verilerin hepsine yeniden teker teker baktım, bunların gerçekten de doğru olduğundan, kafayı yemediğimden emin olmaya ihtiyacım vardı.

Ruby'nin hikâyesinin insanlara asla ulaşmayacağı ve onun yalnızca akıl sağlığı yerinde olmayan, zavallı bir küçük kız olarak medyaya yansıtılacağı gerçeği beni derinden üzüyordu. Ruby, doğrudan bile olmayan bir yolla korkunç bir hükümet deneyine kurban düşen küçücük bir kız çocuğuydu. Annesi türlü işkenceler görmüş, bunun sonucunda da DNA'sı bozulmuş bir genç kadındı. Ve bu bozulmalar, Ruby dünyaya geldiğinde onda da vücut bulmuştu.

Bunların hiçbiri hâlâ bana mantıklı gelmiyordu.

RUBY'NİN GÜNLÜĞÜ 3: GÜNLÜĞÜN ARAŞTIRILMASI ➵ TÜRKÇE ÇEVİRİ (+18)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin