Patron - Bölüm 13

497 22 10
                                    

"Çünkü o benim babam!"
Jin-Hyuk kaşlarını çatarak bana doğru baktı.
"Hah! Daha neler?" diye söylendi.
Ona doğru yaklaştım.
"Jin-Hyuk az önceki tepkinin sebebini bana açıklanmak ister misin?" diye sordum.
Geriye doğru sendeledi.
"Hayır...Hayır. Bu imkansız!" diye söylendi.
"İmkansız olan ne?" diye sordum ona boş gözlerle bakarken.
Başını sallayarak güldü.
"Hayır bu olamaz!" diye bağırdı.
Kolundan tutarak;
"Jin-Hyuk." dedim.
Fakat elimi kolundan çekti.
Ben ne olduğunu anlamaya çalışırken o çoktan yanımdan ayrılmıştı. Arkasından koşup onu yakalamaya çalışsamda yetişememiştim.
....
"Hye-Ji?"
"Hye-Ji!"
Kafamı çevirip anlamsız gözlerlere Min-Hee'ye baktım.
"Tanrı aşkına neyin var?" diye sordu.
"Yok bir şeyim." dedim.
"Hye-Ji?"
"Min-Hee üstüme gelmeyi keser misin? Sana bir şeyim olmadığını söyledim." diye bağırdım.
"Jin-Hyuk ile kavga mı ettiniz?" diye sordu bu sefer.
Derin bir nefes aldım.
"Bilmiyorum."
"Ne demek bilmiyorsun? Ne olduğunu bana derhal anlat!" dedi.
Anlatmaktan başka bir yolumun olmadığını anladım.
"Evet. Yani kavga sayılmazdı aslında. Bilmiyorum. Onun neden böyle davrandığını bilmiyorum Min-Hee." dedim.
"Nasıl davranıyor?" diye sordu.
"2 haftadır aramalarıma cevap vermiyor. 2 hafta önce babamın şirketine gitmiştim. Tesadüfe bak ki Jin-Hyuk orada çalışıyormuş." dedim.
"Eee? Bunda ne var ki?" dedi Min-Hee burnunu kırıştırarak.
"Bilmiyorum." dedim.
"2 hafta uzun bir süre değil mi? Yanına gidip onunla yüz yüze konuştum mu?" diye sordu.
"Hayır." dedim.
"Ne bekliyorsun? O halde yanına git. Neyi varmış yüzüne karşı kendin sor." dedi.
"Saçmalama." dedim.
"Dediğimde gayet ciddiydim." dedi.
Gitmeli miydim?
Evet.
Gidip neler olduğunu ona sormalıydım değil mi? Böyle telefon başında aramasını bekleyemezdim?
Min-Hee bana boş gözlerle bakmaya devam ederken bende gidip gitmemek konusunda savaş veriyordum. En sonunda ayağa kalktım.
"Tamam. Gideceğim." dedim.
Min-Hee;
"Yürü be kızım!" diyerek bana destek verdi.
Odama gidip üzerime ceketimi giydim.
Aşağı indiğimde Min-Hee elinde kırmızı atkısıyla beni bekliyordu.
Bana doğru yaklaştı. Atkıyı boynumdan geçirdi.
"Dışarısı soğuk. Ayrıca onunla konuştuktan sonra bana haber vermeyi unutma." dedi çantamı uzatırken.
Gülümseyerek başımı salladım.
Jin-Hyuk büyük ihtimalle evinde olmalıydı. Mesai saati 1 saat önce bitmişti.
Arabadan inerken içimi garip bir huzursuzluk kaplamıştı. Acaba daha sonra mı konuşmalıydım? Hayır hayır onunla konuşmalıydım.
Asansördeyken Jin-Hyuk'un neden böyle davranabileceği hakkında fikir yürütmeye çalıştım. Patronunun kızı olduğum için böyle davranmazdı değil mi? Yok. Saçmalık.
Jin-Hyuk'un dairesine doğru yürümeye başladım. İçimdeki o garip huzursuzluk daha fazla artmıştı.
Derin bir nefes alıp kapıyı çaldım.
Kapıyı açan biri olmamıştı.
Saate tekrar baktım. Mesai saati bitmişti.Henüz gelmemiş miydi?
Neredeydi acaba?
Asansöre doğru yöneldim. Apartmandan çıkacağım sırada bir adam ile karşılaştım. Apartman görevlisi gibi gözüküyordu.
Selam verdim. Adam duraksadı ve;
"Acaba siz geçen hafta Jin-Hyuk ile gelen o kız mısınız?" diye sordu.
Adamanın Jin-Hyuk'u tanımasını geçtim beni tanıması biraz garip gelmişti.
"Evet." dedim.
"Jin-Hyuk iyi çocuk. Yeni taşınmış olsa da bütün komşularının gözü üzerinde." dedi.
"Öyle mi?" diye sordum geçiştirmeye çalışarak.
"Onunla görüşmeye gelmiş gibi duruyorsun." dedi.
Bütün komşuları bu kadar meraklı miydi?
"Şey,evet öyleydi galiba evde değil." dedim.
"Oh! Yarım saat önce gelmişti oysa ki. Çıktığınıda görmedim." dedi.
Adamın söylediklerine göre Jin-Hyuk evdeydi. Kapıyı bilerek açmamıştı.
Adamla vedalaşıp tekrar asansöre bindim. Kapıyı tekrar çaldım. Açmamıştı. En sonunda kapıyı tıklattım. En sonuna kapıyı yumrukladım.
"Jin-Hyuk! İçeride olduğunu biliyorum. " diye bağırdım.
"Jin -Hyuk kapıyı açmazsan Tanrı şahidim olsun ki sen kapıyı açana kadar burada beklerim!"
Kapıyı hala açmamıştı.
"Pekala. Sen bilirsin. Sen kapıyı açana kadar bende burda beklerim."
Duvara doğru yaslanıp beklemeye başladım.
Yaklaşık yarım saattir bekliyordum.
Kapıyı tekrar çalacağım sırada kapı açıldı.
Lewis'ti.
"Hye-Ji, kapıyı yumruklamayı keser misin? Sayende bütün komşulardan şikayet aldık." dedi.
Sanki bunlar benim için önemliydi.
Lewis'i kolundan tutup ittim. İçeri girdim.
Lewis arkamdan;
"Ya bekle!" diye bağırdı. Kapıyı yüzüne kapttım.
İçeri doğru yürüdüm. Ev oldukça dağılmıştı. Savaş falan mı çıkmıştı? Resim çerçeveleri, vazolar hepsi yerdeydi.
Jin-Hyuk ise yere oturmuş bir şeyler düşünüyordu.
Ona doğru yaklaştım.
Başını kaldırıp bana baktı.
"Burada ne işin var?" diye sordu.
Sesi çok kötü geliyordu.
Diz çöktüm.
"Sana neler olduğunu öğrenmeye geldim." dedim.
Gözlerini devirdi.
"Neyi öğreneceksin ki?" dedi.
"Şimdi evimden defolup gider misin?" diye bağırdı.
Ayağa kalktım.
"Hayır. Gitmiyorum. Bana olanları anlatmadan gitmeyeceğim." dedim.
Oda ayağı kalktı.
Gülerek;
"Peki ne bilmek istiyorsun?" dedi.
Bu gülüşü her zamanki gülüşü değildi. İçinde gizemlilik barındıran bir gülüştü.
Tam o sırada içeri Lewis girdi.
Kapı kilidi. Lanet olsun.
Jin-Hyuk bana doğru bakarak;
"Seni bekliyorum." dedi.
Neden böyle davranıyordu?Neden her zamanki gibi değildi?Neden böyle değişmişti?
"Bilmek istediğim tek şey; neden böyle garip davranıyorsun? 2 hafta boyunca telefonlarıma cevap bile vermedin Jin-Hyuk." dedim bütün nefesimi kullanarak.
"Hıh." diyerek kahkaha attı.
Bunda komik olan ne vardı?
Kahkaha atmayı kesip ciddi bir ifadeyle;
"Her zaman bu kadar aptal mısın?" diye sordu.
Ne demek istiyordu?
Lewis;
"Jin-Hyuk!" diyerek Jin-Hyuk'u uyardı.
"Hiçbir kız senin kadar sorun çıkartmamıştı." dedi.
"Anlamadım?" dedim.
Ne saçmalıyordu bu?
"Demek istediğim Hye-Ji hiçbir kız onlardan ayrıldıktan sonra senin kadar sorun çıkartmamıştı." dedi umursamaz bir ifadeyle.
"Dostum hadi ama." diye söylendi Lewis.
"Jin-Hyuk alkol mü aldın?" diye sordum.
"Hayır. Gayet iyiyim. Sarhoş falanda değilim." dedi.
"Kısaca Hye-Ji senden ayrılıyorum." diye ekledi.
Son söyledikleri kafamda bir kaç kez yankılanmıştı.
"Kısaca-a-a Hye-Ji Senden Ay-Ayrılıyorum."
"Öğrendiğine göre gidebilirsin." dedi.
Yavaşça arkamı döndüm ve göz yaşlarımın akmasına izin verdim.
"Seni eve bırakayım." diyerek Lewis kolumdan tuttu.
Lewis arabaya binmem için kapıyı açtı.
Az önceki olanların etkisinden hala çıkmamıştım.
"Hye-Ji." dedi
"İyi misin?" diye sordu.
Cevap vermedim.
"Jin-Hyuk sandığın gibi biri değil. Az önceki olanları sinirden söylediğine eminin. Ne söylediğini bilmiyor. Sadece sinirleri bozuk. Bu yüzden kendini fazla üzme. Böyle davranmasının mantıklı bir açıklaması var." dedi.
"Ah Piç kurusu! Böyle davranmak zorunda mıydı?" diye ekledi.
Gözümdeki yaşları sildim.
Lewis'in dediklerine inanmalı mıydım? Ya söylediklerinde ciddiyse? Kafamı cama doğru yasladım. Olanları kafamdan atmaya çalıştım.
...
Jin-Hyuk'un benden ayırılmasının üzerinden 1 hafta 5 gün geçmişti. Bu zaman boyunca beni aramamıştı. Bende onu aramamıştım. Kendimi odama kapatmış bütün gün ağlayıp,uyumuştum.
Odamın kapısı açıldığını duyduğumda göz yaşlarımı sildim. Ayak sesleri git gide yaklaşıyordu. Gözlerimi kapattım.
Tam sırada birisi battaniyemi üzerimden çekti.
"Hye-Ji!!!" diye bağırdı.
Başım o kadar çok ağrıyordu ki dönüp kim olduğuna bakmadan battaniyemi tekrar üzerime çekip yattım. Min-Hee olmalıydı.
"Hadi ama bebeğim. Böyle davranmamlısın. Kalk biraz hava al. Uzun süredir odandan dışarı çıktığın yok." dedi.
Battaniyeyi kaldırıp;
"Min-Hee yalnız kalmak istiyorum. Lütfen kapıyı kapatıp gider misin?" dedim.
"Lanet olsun! En son ne zaman duş aldın. Hye-Ji şu lanet olası yataktan kalk ve kendine çeki düzen ver!" diye bağırdı.
"Böyle olmamalıydı Min-Hee." dedim.
"Bu sefer farklıydı. Ona karşı hissettiklerim gerçekti Min-Hee." dedim ağlarken.
Belki orda dedikleri doğruydu. Belki de beni sadece kullanmıştı.
"Baksana. Baban telefonunu açmanı istedi. Sana ulaşamayınca beni aradı." dedi.
Göz yaşlarımı silip telefonu elime aldım. Babamın cevapsız aramaları ile doluydu. Jin-Hyuk'unkilerle değil.
Burnunu çekerek babamı aradım.
Tüm bunlar yetmezmiş gibi Woo-Jin'in annesi bizi yemeğe davet etmiş ve bu da demek oluyor ki bende davetliydim. Babama ne kadar dil döksemde gitmem konusunda oldukça ciddiydi.
Babam;
"İşlerim uzun sürecek eve uğrarsam geç kalırız o yüzden direk şirketten geçeceğim. 1 buçuk saat içerisinde şirkete gel." diyip telefonu yüzüme kapattı.
"Gelmiyeceğim.Gelmek istemiyorum." diye söylendim.
(Jin-Hyuk)
Aşk mı? İntikam mı?
Ben intikam almayı seçmiştim.
Hye-Ji'ye o gün o lafların hiçbiri doğru değildi. Onu kendimden uzaklaştırmak zorundaydım. Tüm gerçekleri öğrendiğinde birlikte olmadığımız için fazla üzülmeyecekti.
Düşüncelerimi bir kenara atıp masada duran dosyalara doklandım. Doklanmak mı dedim. Hayır. Ne kadar denesemde odaklanamıyordum. Başımı masaya koyarak gözlerimi kapattım.
Acaba çok ağlamış mıydı?
Şuan neredeydi?
Ne yapıyordu?
Jin-Hyuk kendine gel! Sen intikam almayı seçtin! Bundan sonra hiçbir şey bu intikamını engellememeli!
İçerisi fazla sıcak olmuştu. Nefes almaya ihtiyacım vardı. Dosyaları masamda bırakıp ayağa kalktım. Dosyaları düzenlemek için nasıl olsa vaktim vardı.
Asansöre bineceğim sırada Hye-Ji'yi gördüm. Neden buraya gelmişti ki?
Yüzü solmuştu.Acaba hasta mıydı?
Bu beni ilgilendirmezdi.
Karşısında beni görünce duraksadı. Sonra hiçbir şey demeden yürümeye devam etti.
Yanımdan öylece geçerken canım öyle acımıştı ki.
(Hye-Ji)
Hayır. Hayır kesinlikle ağlamamalısın. Bu sefer olmaz. Derin bir nefes alarak yürümeye başladım. Yanından geçerken tüm nefesimi tutmuştum.
Sonuçta o burada çalışıyordu değil mi? Onu görmem büyük bir olasılıktı.
Düşüncelerden kurtulup babamın kapısını taklattım. İçeri girdiğimde hazırlanmış beni bekliyordu.
"Gelmeyeceksin sanıp Park-Shion'u eve gönderecektim." dedi.
Umursamaz bir ifadeyle omuz çektim.
Bana doğru yaklaştı.
"Sen iyi misin? Yüzün solgun gözüküyor." dedi.
"Ah! İyiyim." dedim.
"O halde gidebiliriz." dedi.
"Baba." dedim.
"Efendim."
"Bi aralar bana iş teklifinde bulunmuştun değil mi?" diye sordum.
"Hm..Öyle mi yapmıştım." dedi.
Gözlerimi kısarak babama doğru baktım.
"Ha evet hatırladım. Sende..."
Taklitimi yapmaya çalışarak;
" 'Şirket bana göre değil' demişsin." dedi.
"Öyle mi demişim. O teklifin hala geçerli mi?" diye sordum.
Kollarını birleştirerek;
"Bu da nerden çıktı şimdi?" diye sordu.
"Hm.. Madem o kadar eğitim aldım boşa gitmesin değil mi?" diyerek kıvırdım.
Amacım Jin-Hyuk'a yakın olmaktı diyebiliriz aslında.
Babam biraz düşündükten sonra;
"Senin yerin her zaman hazır tatlım." dedi.
"Teşekkürler." diyerek sırıtmaya çalıştım.
"Sekreter Park-Shion ile bu konuyu halladebilirsin." dedi.
...
"Merhaba Hye-Ji." diyerek gülümsedi Woo-Jin'in annesi.
"Tanışmaya pek fırsatımız olmadı değil mi? Ben Hei-Ryung.Bana istediğin gibi seslenebilirsin." dedi tatlı bir sesle.
Selamladıktan sonra masaya oturdum.
Woo-Jin gözlerini büyütüp boş gözlerle bana bakmaya başladı.
Tek kaşımı kaldırıp Woo-Jin'e baktım.
Daha sonra otuz iki dişiyle sırıttıp yanımdaki sandalyeye oturdu.
Bana doğru eğilip;
"Sen hiç makyaj yapmazsın." diye sordu.
Gözlerimi devirdim.
Yemek yerken babamın,Woo-Jin'in ve Bayan Hei-Ryung'un gülümsediklerini farkettim. Onların aksine ben somurtuyordum. Bayan Hei-Ryung mutfağa gittiğinde babam bana doğru dönüp;
"Biraz gülümseyebilir misin?" dedi.
Böylece mutlu bir aile tablosu ortaya çıkacaktı. Hah.
Yemekten sonra masayı toplaması için Bayan Hei-Ryung'a yardım ettim.
Bulaşıkları makineye dizdikten sonra bana doğru baktı.
"Teşekkür ederim Hye-Ji. Sana minnettarım." diyerek mutfaktan ayrıldı. Bende onu takip ederek oturma odasına gittim.
Bayan Hei-Ryung;
"Woo-Jin ödevlerini bitirdin mi?" diye sordu.
"Hayır. Yardımın gerekiyor. Daha sonra yapsam olur mu anne?" diye sordu Woo-Jin.
Dudağımı ısırarak;
"Sana yardım edebilirim." dedim.
Bayan Hei-Ryung ve babam şaşkın bir şekilde birbirlerine baktılar.
Woo-Jin sırıtarak;
"Cidden bana yardım edecek misin?" diye sordu.
"Tekrar sormayacağım." dedim.
...
Woo-Jin'in odası son derece mükemmel diyazn edilmişti. Dağınıklık yoktu.
Genelde erkek çocukların odaları dağınık olmaz mıydı?
"Pekala ödevin neymiş?" diye sordum.
"Jin-Hyuk ile kavga mı ettiniz?" diye sordu.
"Konumuz bu değil." dedim.
Bu çocuk boyundan küçük işlerle uğraşıyordu.
"Kavga etmişsiniz." dedi gözlerini kısarak.
"Woo-Jin!" diyerek onu uyardım.
"Of! Ödevim Matematik Problemleri." dedi suratını ekşiterek.
...
Sekretar Park-Shion gözlüklerini düzelterek;
"...., babanın katılamayacağı seminer ve toplantılara katılmak senin görevlerin arasında."
"Senin görevlerin bunlar." dedi.
"Neden bu kadar fazla görevim var. Ben müdür yardımcısıyım." dedim.
Sekreter gülerek;
"Asıl müdürlerin görevleri fazla. Merak etme sana yardımcı olacağım." dedi.
Gözlerimi kaçırarak odama göz attım. Çalışma masam,koltuklar...
Bunu başarabilecek miydim?
O sırada kapı açıldı.
İçeri elinde çiçekle Young Soo girdi.
Burada ne arıyordu.
Gülümseyerek;
"Woah! Bizim küçük sincabımız yeni işinde çalışmaya başlamış. Tebrik ederim." dedi çiçeği bana uzatarak.
"Burada ne işin var?" diye sordum uzattığı çiçeği alırken.
"Yeni işini kutlamak için geldim." dedi sırıtarak.
"Aslında iş görüşmesi. İşinin ilk gününde benimle iş görüşmesi yapmak ister misin?" diye sordu.
Gülümsedim.
"Hm..Bu şeylerde henüz yeniyim. Bunu babamla yapmalısın." dedim.
"O halde babanı daha fazla bekletmeden gideyim." dedi göz kırparak.
Young Soo odadan çıktıktan sonra Park-Shion;
"Kendini çalışanlara tanıtmak ister misin?" diye sordu.
Başımı olumlu anlamda salladım.
Acaba Jin-Hyuk'da orda mıydı?
"Sizi yeni birisiyle tanıştırmak istiyorum. Müdür Yardımcısı Hye-Ji."
Sekreter Park-Shion beni çalışanlara tanıtırken bende bir yandan Jin-Hyuk'u arıyordum.
İşte ordaydı.
Bütün ciddiyetiyle bana bakıyordu.
Bana böyle bakması beni ürkütmüştü.
Çalışanlara selam verdikten sonra odama gittim. Arkamdan kapı açıldı.
Jin-Hyuk'tu.
Kolundan tutup beni duvara yasladı.
"Amacın ne diye sordu?"
Sinirliydi.
Gözlerimi devirdim.
"Sadece çalışıyorum Jin-Hyuk. Belli bir amacım yok." dedim.
"Neden burada?" diye sordu.
"Çünkü burası babamın şirketi ve ben.."
Sözümü keserek;
"Derhal istifa etmeni istiyorum." dedi.
"Hayır."
Kolumu daha fazla sıkarak;
"Herhal." dedi.
"Canımı acıtıyorsun." diye sızlandım.
Beni serbest bıraktı. Bunu fırsat bilerek;
"Baksana Jin-Hyuk neden ben istifa ediyorum? Neden sen istifanı vermiyorsun?" diye sordum.
Bu sorum onu sinirlenirmişti. Hay dilim tutulaydıda söylemeyeydim.
"Yapmayacağım." dedi sinirle.
Üzerine doğru yürüdüm.
"O halde patronuna karşı iyi olmalısın." dedim.

Bölüm geç geldiği için özür dilerim. Geçen hafta çalışmam gereken sınavlar,hazırlamam gereken projeler vs. Vardı. Umarım bu bölümü beğenirsiniz!! Okuyan herkese minnettarım ^^ Yorumlarınızı eksik etmeyin ._. -Jae Hwa

YOU ARE NOT BADHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin