Kapıyı açacağım sırada arkamdan ayak sesleri duydum.
Git gide yaklaşıyordu.
Korkuyordum.
"Demek uyandın. Acıktın mı?"
Yavaşca arkamı döndüm.
Young Soo karşımda otuz iki dişiyle sırıtmış,üstünde mutfak önlüğü ile duruyordu.
"Burda ne işim var? Beni buraya sen mi getirdin?" diye sordum.
Gülümseyerek;
"Oh! Evet. Dün gece eve gidemeyecek kadar sarhoştun." dedi.
O kadar çok içtiğimi hatırlamıyordum. Sarhoşluğum her zaman başıma bela açmak zorunda mıydı?
"Oh! Öyle mi oldu?"dedim.
"Evet. Kahvaltı yapmak ister misin?" diye sordu.
"Aslında ben gitsem iyi olacak." diyerek tekrar kapıya yöneldim.
Kapıyı açacağım sırada Young Soo kolumdan tuttu.
"Benimle kalamak istemez misin?" diye sordu.
"Hı?"
Kolumu kendine doğru çekerek bana sarıldı.
"Benim olmanı istiyorum sadece. Sadece seni görmek,sana dokunmak,seni öpmel istiyorum." dedi.
Onu geriye doğru ittim.
"Young Soo ben.."
"Sen ne? Artık benden hoşlanmıyor musun?"
"Young Soo. Bizim ilişkimiz lise zamanlarında kaldı. Onca zaman sonra karşıma çıkıp senden hala hoşlanıyorum diyorsun. Ben seni o günden sonra hayatımdan çıkardım."
"Senden isteyerek mi ayrıldığımı zannediyorsun?"
Derin nefes alarak konuşmasına devam etti.
"Ben o zamanlar sandığın gibi biri değildim. İstediğim her şeyi elde edebilen ve sonrasında elde ettiğim şeye zarar verebilen biriydim. Ama sen elde ettiklerimden farklıydın. Sana aşık olmuştum. Ben.. Ben bilmiyorum. Sana zarar vermekten korktum. Senden ayrıldıktan sonra her daim yakınında seni izlemekteydim. Ama sen.." duraksadı.
"Ben ne?"
"Sen Jin-Hyuk denilen herifle tanıştığın zaman daha fazla sabredemedim. Seni başkasıyla görmek beni deli etmeye başladı." dedi.
"Üzgünüm Young Soo."
"Umrumda değil. Beni sevip sevmemen umrumda değil. Sana zarar verip vermeyeceğim umrumda değil. Sadece benim olmanı istiyorum. Ve bunu başaracağımda."
Kolumdan çekiştirerek uyandığım odaya götürdü.
"Gitmek istiyorum."
"Hayır!" diye bağırdı.
"Lanet olsun! Bunu bana neden yapıyorsun? " diye bağırdım koluna vurarak.
"Bunu sana yapmayı çok mu istiyorum sanıyorsun." dedi.
"Seni istemiyorum. Seni sevmiyorum. Ben.."
O sırada aklıma Jin-Hyuk'a son söylediğim sözler geldi.
Ondan uzak duramayacağımı o an anladım. Ben onu seviyordum.
"Ben Jin-Hyuk'u seviyorum." dedim.
Young Soo kollarını birleştirerek güldü.
"Bunu hala nasıl söyleyebiliyorsun? Onun aslında kim olduğunu bildiğin halde onu sevdiğini nasıl söylüyorsun?" dedi.
"Anlamadım?" dedim.
"Aa sen bilmiyorsun." dedi şaskın biçimde.
"Neyi bilmiyorum?" dedim sinirle.
"Hah! Jin-Hyuk'dan bunu beklemezdim. Her neyse o zaman sana onun gerçekte kim olduğunu ben açıklarım." dedi.
"Burda bekle." diyerek odadan çıktı.
Jin-Hyuk'un gerçekte kim olduğunu mu?
Daha sonra elinde bir zarfla odaya girdi.
Zarfı bana uzattı.
"Ne bu?" diye sordum.
"Aç." dedi.
Zarfın içindeki kağıtları çıkarıp incelemeye başladım.
Ölüm belgesiydi. Myung-Ki adında birinin ismi yazıyordu.
"Myung-Ki?" söylendim.
Young Soo;
"Jin-Hyuk'un babası.Ölüm nedeni intihar.Aslında değil." dedi.
"Hiç düşündün mü Jin-Hyuk neden babanın şirketinde çalışmaya başladı ve seninle yakınlaştı?"
"Bunda garip olan bir şey göremiyorum." dedim.
"Pekala şöyle açıklıyım. Ya baban düşündüğünden farklı biriyse?"
"Bunun babamla ne alakası var?" dedim. İyice sinirlemiştim.
Sinirlenmemden zevk alıyormuş gibi güldü.
"Bundan 15 yıl önce baban bu adamı öldürdü." dedi.
"An..anlamadım?"
"Baban Jin-Hyuk'un babasını öldürdü."
Hayır. Babam öyle biri değildir.
"Bu kadar yeter. Ben gidiyorum." dedim elimdeki kağıdı yere atarak.
Young Soo önüme geçerek;
"Baban küçük Jin-Hyuk'u ise ileride işe yarabileceğini düşündüğünden yurt dışına yolladı. Peki Jin-Hyuk ne yaptı? 15 yıl sonra babandan intikam almak için döndü. Sana yaklaştı." dedi.
"Yeter!" diye bağırdım.
"Bunları anlatmak benim için bir zevk." dedi.
"Yalan söylüyorsun.Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?" dedim.
"Sağlam kaynaklarım var."
"Sana inanmıyorum." dedim.
"Neden babana sormuyorsun? Eminim aynı hikayeyi oda sana anlatacaktır." dedi.
Bütüm bunların doğru olma ihtimali kesinlikle yoktu. Young Soo yalan söylüyordu.
"Gerçekleri böyle öğrendiğin için üzgünüm. Gerçekleri bilmeyi hakediyorsun." dedi.
"Gerçekler? Ha?"
Young Soo'ya doğru yaklaştım.
"Yalan söylüyorsun. Ve bu söylediğin yalanlardan sonra sanan geri dönceğimi sanıyorsan yanılıyorsun." dedim.
Cebindeki araba anahtarını aldım ve Young Soo'yu var gücümle ittim. Evden çıkıp arabaya koştum. Arabayı babamın şirketine doğru sürdüm.
....
(Jin-Hyuk)
"Sen ne yaptığının farkında mısın?" diyen bağırdı Lewis.
"Adam seni yaşatmaz. Şuan bile tehlikedesin." dedi Lewis beni sarsarak.
"Yapamadım. Onu öldüremedim. Karşımla piç gibi sırıtırken tetiği çekemedim."
"Derhal gitmelisin. Onun seni bulamacağı bir yere gitmelisin." dedi Lewis.
"Korkağın tekiyim.Bütün planı mahvettim." diyerek koltuğa oturdum.
"Beni dinle. Bu olanlar senin hatan değil. Kalk eşyalarını topla." dedi.
"Yapacaklarım yüzünden Hye-Ji'nin benden fazlasıyla nefret etmesinden korktum. Yapacaklarım yüzünden kendine zarar vermesinden korktum."
...
(Hye-Ji)
"Hye-Ji bekle baban..."
Sekreterin dediğini umursamadan içeri daldım babam bir kaç adamla oturmuş konuşuyordu.
"Çıkın dışarı!"
Babam adamlara dışarı çıkmaları için işaret etti.
Adamlar dışarı çıkarken sekreter Park-Shion içeri girdi.
"Hye-Ji şuan..."
Sözünü keserek;
"Odaya kimseyi sokma."
Park-Shion dışarı çıktığında babama.
doğru yaklaştım.
"Bir şey mi oldu tatlım?" diye sordu.
Bir kez daha düşün Hye-Ji baban öyle biri değil.
Doğru olup olmadığını babamın ağzından duymaya ihtiyacım vardı.
"15 yıl önce noldu baba?" diye sordum.
Babam öksürmeye başladı.
"Hiç..hiç bir şey olmadı." dedi.
"Myung-Ki denilen adamla 15 yıl önce ne ilişkin vardı?" diye sordum bu sefer.
Babam dediklerime şaşırmış gibi suratıma bakıyordu.
"Ya Hye-Ji ne saçmalıyorsun.Myung-ki adında birini tanımıyorum." dedi.
İnanmalı mıydım? Bir insan babasına güvenmeliydi değil mi? Peki neden şuanda babamın yalan söylediğini hissediyordum.
"Hye-Ji durup dururken bu da nerden çıktı şimdi?" diye sordu babam.
"Baba. Sadece gerçekleri duymak istiyorum. Şuanda gerçekleri duymaya ihtiyacım var. Canımı ne kadar acıtırsa acıtsın gerçekleri duymaya hakkım var öyle değil mi?" Göz yaşlarımın akmaması için direniyordum.
Babam başını eğdi.
"Ben bunu nasıl söyleyebilirim bilmiyorum." dedi.
"Yani doğru?" değil mi?
"O adamı..."
"Öldürdüm." dedi babam lafımı keserek.
Yani doğruydu. Babam Jin-Hyuk'un babasını öldürmüştü.
"Peki neden baba?" diye sordum. Göz yaşlarımı daha fazla tutamazdım.
"Neden bu zamana kadar böyle yaşadın? Neden insanlara zarar verdin?"
"Hye-Ji ben.."
"Sen ne baba? İkinci hatta üçüncü kez beni hayal kırıklığına uğrattın. Kim böyle bir şey yapabilir ki? Sana,sana inanamıyorum. Ayrıca sevdiğim adamı da elimden aldığın için senden nefret ediyorum. Hataların yüzünden defalarca acı çeken bendim ve yine ben oldum."
Tüm bu lafları babama söylerken içim öyle acıyordu ki.. Ayağa kalktım ve kapıya doğru yürüdüm.
Young Soo doğru söylemişti. Babam tanıdığım adam değildi.
Telefonumun bataryasını çıkarıp arka koltuğa fırlattım. Derin nefes alarak arabaya çalıştırdım. Bundan sonra ne yapacaktım?
....
(Yazar)
"Ya Lewis! Hye-Ji acaba Jin-Hyuk ile birlikte mi?" diye sordu Min-Hee.
Lewis,Jin-Hyuk'a bakarak ondan uzak bir köşeye giderek telefon konuşmasına devam etti.
"Hayır. Bir sorun mu var?"
"Ooh. Dün geceden beri telefonuna cevap vermiyor. Az öncede telefonunu kapatmış." dedi Min-Hee endişeli bir ses tonuyla.
"Jin-Hyuk ile aralarında benim bilmediğim bir şeyler mi oldu?"
"Bildiğim kadarıyla olmadı."
Tam o sırada Jin-Hyuk gelerek telefonu elinden aldı.
"Hye-Ji'ye ne oldu?"
"Oh Jin-Hyuk? Young Soo'dan az önce Hye-Ji'nin kötü durumda olabileceği ve onun yanında olmam gerektiğini söyleyen bir mesaj aldım. Onu aramayı denedim ama telefonu kapalı. Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum. Ve o mesajın ne anlama geldiğini de bilmiyorum. Onu bulabilir misin?" dedi Min-Hee.
"Young Soo mu? Hye-Ji'nin üzgün olduğunda gidebileceği yerleri biliyor musun?"
" Oh şey.. Genelde üzgün olduğunda içmeyi sever. Ve ah doğru köprü. Hana Köprüsü. Üzgün olduğunda oraya giderdi."
Jin-Hyuk telefonu Lewis'e uzatarak koşar adımlarla odasına gittim. Araba anahtarını alıp evden çıktı.
(Hye-Ji)
Anne! Sana ihtiyacım var.
Anne! Omzuna yatıp ağlamaya ihtiyacım.
Anne! Saçımı okşayıp üzülme kızım demene ihtiyacım var.
Peki bunları hakedecek ne yaptım anne?
Her şey yoluna girmişten neden hayatım bir anca cehenneme döndü?
Herkesi kaybettim.
Annemi,babamı,Jin-Hyuk'u..
Geriye ne kaldı?
Üzerimdeki yüke yeni bir yük eklendi. Kaldırmaya artık gücümün yeteceğini sanmıyorum.
Derin nefes alarak Hana Nehrine doğru baktım. Başımı demirliklere dayayarak ağlamaya başladım.
"Hye-Ji."
Burnumu çekerek arkamı döndüm.
Jin-Hyuk karşımda bana bakıyordu.
Ay ışığı gözlerini daha çekici hale getiriyordu. Ayağa kalktım. Jin-Hyuk'a doğru adım attım.
"Baban küçük Jin-Hyuk'u ise ileride işe yarabileceğini düşündüğünden yurt dışına yolladı. Peki Jin-Hyuk ne yaptı? 15 yıl sonra babandan intikam almak için döndü. Sana yaklaştı."
Young Soo'nun bu sözleri kulağımda çınladığında adımlarımı yavaşlattım.
"Burda ne işin var?" diye sordu Jin-Hyuk.
Cevap vermedim. Jin-Hyuk'u inceledim.
Bütün bu yaşadıklarımız babama yaklaşmak için miydi gerçekten? Beni sevmemiş miydi? Benden her zaman nefret mi etmişti? Babasını öldüren katilin kızıydım.
Jin-Hyuk bana doğru yaklaştı. Üstündeki ceketi çıkarıp omzumu örttü.
"Ya Hye-Ji hava soğuk gidelim."
Ceketi yere attım.
Akan göz yaşlarımı sildim.
"Katilin kızına böyle davranmak sana yakışmıyor Jin-Hyuk."-Bu bölümde böyle bitti. Kısa gibi geldi ama vaktim bu kadarına yetti. Hana Nehri diye bi yer yok ben uydurdum. Vote ve Yorum Yapmayı Unutmayın! -Jae Hwa
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YOU ARE NOT BAD
Fanfictionİntikam Almak İsteyen Bir Genç Bu İntikamı Engelleyecek Olan Bir Kız Peki Ya Sonuç?