(Jin-Hyuk)
"Hye-Ji'yi böyle kendinden uzaklaştırabileceğini mi sanıyorsun?" diye sordu Lewis.
1 hafta boyunca bu konu hakkında benimle konuşmamıştı. Durup dururken neden bu konuyu açmıştı.
Önümde duran tabağa baktım.
"Seni cidden anlamıyorum." dedi.
Çatalı masaya bıraktım.
"Peki ne yapsaydım Lewis?" diye sordum sinirle.
"İşime burnunu sokmaya devam edeceksen defol git evimden." diyerek masadan kalktım.
"Ya!Hey! Ben öyle demek istememiştim." dedi.
"Boşversene. İştahım kaçtı." diyerek odama gittim.
Nasıl devam etmeliydim?
Ne yapmalıydım?
...
Sekreter Park-Shion ciddi bir ifadeyle masamın yanında duruyordu.
Ona selam verdikten sonra;
"Bir sorun mu vardı efendim?" diye sordum.
Sekreter Park-Shion;
"Hiç uzun yolculuk için araba kullandım mı?" diye sordu.
"Uzun bir yolculuk?" diye sordum.
Neyden bahsediyordu anlamamıştım.
"Tahmini olarak 4 veya 5 saatlik bir yolculuk." dedi.
"Araba kullanabildiğime göre bunun bir sorun olacağını sanmam fakat neyden bahsettiğinizi anlamadım." dedim.
"Şehir dışında yapılacak olan bir konferansa senin gitmeni istiyorum." dedi.
"Konferans?" diye söylendim.
Buda nerden çıkmıştı.
"Müdürün katılması gereken önemli bir toplantısı olduğu için o konferansa katılamayacak. Bu yüzden konferansa müdür yardımıcı katılacak. Sende yardımcısı olarak yanında gideceksin."
Müdür Yardımcısı....Hye-Ji?
Hah?
Park-Shion cevap bekliyormuşcasına kaşlarını kaldırdı.
"Efendim ben gidebileceğimi sanm.."
Sözümü keserek;
"1 haftalık bir konferans olucak. Bir nevi tatilde diyebiliriz buna." dedi.
Kendisi varken neden ben gitmek zorundaydım.
"O halde müdür yardımcısı ile konuşursun." diyerek yanımdan ayrıldı.
Adamın teklifini reddetmiş fakat beni takmamıştı bile.
Neden onca çalışan varken beni seçmişti.
Yoksa Hye-Ji mi ayarlamıştı?
"Bu senin işin mi Hye-Ji?" diye sordum içeri girerken.
"Kapıyı çalmak denilen şeyi daha önce duymuş muydun? Hele ki patronun odasına girerken ha?" dedi dalga geçercesine.
Derin nefes alıp kapıyı çaldım.
"Gir!"
"Patronummuş." diye söylendim.
"Seni duyabiliyorum." dedi.
Masasına dayanarak;
"Sorun nedir Jin-Hyuk?" diye sordu.
"Sorun mu? Hah? Konferansa katılacağın doğru değil mi?" diye sordum.
"Hm...Evet. Konferansa gideceğimi nerden biliyorsun?" diye sordu şaşkın bir şekilde.
Bilerek mi yapıyordu? Yoksa gerçekten haberi yok muydu?
"Tek başına mı gideceksin?" diye sordum.
Güldü.
"Ne zamandır benim için bu kadar endişeleniyorsun?" diye sordu gözlerini kısarak.
"Ne? Olayı tamamen yanlış anladığının farkında mısın?" diye sordum.
Gözlerini devirdi.
Tam o sırada kapı çaldı.
İçeri Sekreter Park-Shion girdi.
Hye-Ji,Park-Shion'u gösterecek;
"Park-Shion ile gideceğim." dedi.
Park-Shion'a doğru döndüm.
"Aslında benimle gitmeyeceksin Hye-Ji. Babanın katıldığı toplantıya benimde katılmam gerek." dedi Park-Shion.
"O halde yalnız mı gideceğim? Hayıır!" diye bağırdı Hye-Ji.
Cidden haberi yokmuş.
"Jim-Hyuk ile birlikte gideceksin." dedi Park-Shion.
"NE!?" diye bağırdı kulak çınlatan bir ses tonuyla.
Bana doğru baktı.
"Doğru mu?" diye sordu.
Yanaklarımı şişirerek;
"Evet." dedim.
"Yok daha neler!!" diye gülmeye başladı.
"Yardımcım Jin-Hyuk mu olucak?"
Ciddi bir ifadeyle Hye-Ji'ye baktım.
...
1 saattir arabada Hye-Ji'nin evden çıkmasını bekliyordum. En sonunda dayanamayarak aradım.
"Derhal o evden çıkmazsan seni bırakıp gideceğim." dedim.
Telefonun ardından;
"Birlikte mi gidecektik?" dedi.
Tanrım!
"Geliyorum." diyerek telefonu yüzüme kapattı.
5 dakika sonra elinde bir çanta ile çıktı. Çantayı arka koltuğa koyduktan sonra;
"Üzgünüm. Beraber gideceğimizi bilmiyordum. " diyerek ön koltuğa yerleşti.
Hye-Ji biraz bana karşı soğuk olduğunu fark ettim. Belki de onu kendimden uzaklaştırmam işime yaramıştı.
Arabayı çalıştırdım.
Yolun yarısını neredeyse hiç konuşmadan gitmiştik.
Hye-Ji sessizce yolu seyrediyordu.
"Durdur arabayı! Derhal!" diye bağırdı ağzını tutarak.
Arabayı kenera çektim. Hye-Ji aceleyle arabadan indi.
Arabadan inerek yanına gittim.
"Yaklaşma. Acaba su getirebilir misin?" diye sordu.
Arabadan bir sise su alıp ona uzattım.
"Üzgünüm. Uzun yolculukları kaldırabilen bir bünyem yok." dedi.
"İyi misin?" diye sordum telaşla.
"Şimdi iyiyim. Hala gidecek çok yolumuz var mı?" diye sordu.
"Yolu yaraladığımızdan bile emin değilim." dedim.
"Ah lanet olsun." diyerek eliyle başını tuttu.
Bu kadar uzun yolculuğa dayanamıyorsun madem neden yola çıktın ki?
Arabaya tekrar bindiğimizde ona doğru döndüm.
"Biraz uyusan iyi olur." dedim.
Boş bir ifadeyle beni inceledikten sonra gözlerini kapattı.
Arka koltuktan ceketimi alıp üzerini örttüm.
....
Nihayetinde konaklayacağımız oteli bulmuştum. Otelin önünde arabayı durdurdum. Büyük bir otele benziyordu.
Hye-Ji'ye doğru döndüm.
Uyuyordu.
Öyle tatlı uyuyordu ki...
5 dakika boyunca onu seyrettim.
Onun gülümsemesini,
Onun şirin halini,
Bana bakışını,
Bana sarıldığında hissettiğim o duyguyu özlediğimi Hye-Ji'yi izlerken farketmiştim.
Alnına düşen saçı geriye doğru atacakken gözlerini yavaşca açtı.Hemen elimi çekmiştim. Uykulu gözlerle bir dakika boyunca - bu bir dakika bana bir saat gibi gelmişti- bana baktı.
Gözlerini ovuşturdu.
Esnerken;
"Geldik mi?" diye sordu.
" 'King Otel' denilen yer burası ise evet geldik." dedim.
Pencereden dışarı baktı.
Derin bir nefes aldı.
"Daha iyi misin?" diye sordum.
Neden bu kadar endişeliydim?
Başını evet anlamında salladı.
Saçı dağılmıştı. Gülünç bir hali vardı. Gülmemek için dudağımı ısırdım.
Aklımı okumuş olacak ki bileğindeki tokayı çıkarıp saçını topladı.
"Gidip odalarımıza yerleşsek iyi olur. Yarın sabah konferans var. Biraz dinlenmelisin." dedi soğuk bir ifadeyle.
Biraz dinlenmeliydim.
"Oh! Evet." diyerek arabadan indim.
Bagajdan kıyafetlerimin olduğu çantayı ve çalışma çantamı aldım. Hye-Ji'de arka koltuğa bıraktığı çantasını almakla meşguldü.
...
(Hye-Ji)
Artık emindim.
Jin-Hyuk beni seviyordu.
Bunu görmüştüm.
Hissetmiştim.
Ama neden böyle yapmıştı?
Otelin lobisinde siyah giyinimli bir adam bizi karşılamıştı.
"Merhaba. Siz Hong Kunge Şirketinden gelen Hye-Ji ve Jin-Hyuk değil mi?" diye sordu elini uzatarak.
Jin-Hyuk benden hızlı davranarak adamın elini sıktı.
"Evet efendim." dedi.
"Ben konferansı hazırlayan Başkan Chin Ho." dedi adam bana bakarak.
"Oh! Öyle mi? Babam adına özür dilerim. Onun yerine ben katılayacağım." dedim.
"Evet haberim var. Yong Sung'un kızısınız değil mi?" diye sordu adam.
"Evet efendim." dedim.
Adam cebinden iki tane kart çıkartıp bize uzattı.
"Bunlar odanızın giriş kartları." dedi.
Uzattığı kartı aldım.
Adama selam verdikten sonra asansöre doğru yöneldik.
Odamlarımız karşı karşıyaydı. Jin-Hyuk bir şey demeden odasına girip kapayı kapattı.
Bende odaya girip kendimi yatağa attım.
Telefonumu çıkarıp Min-Hee'yi aradım.
"Sonunda otele varabildim." dedim.
Min-Hee telefonun karşısından;
"İyisin değil mi? Yolculuğun nasıl geçti? Jin-Hyuk ile karşılaştın mı? "
"Aslında buraya Jin-Hyuk ile geldim." dedim.
Min-Hee kulak çınlatan sesi telefonu kulağındam uzaklaştırmama sebep olmuştu.
"Jin-Hyuk ile birlikte mi gittin? Oha!"
"Mmm.. Aynen öyle oldu. Min-Hee şuanda çok yorgunum sadece haber vermek için aradım. Daha sonra tekrar ararım." dedim.
"Oh! Tabii. Her şeyi detaylarıyla anlatacaksın ama! Senin yanında olmayı çok isterdim. Acaba konferansa onunla katılmasa mıydın?"
"Min-Hee ben iyiyim. "
"Peki..Peki.. İyi Geceler." diyip telefonu kapattı.
Telefonu bi kenara atarak Jin-Hyuk'un arabada bana nasıl baktığını düşündüm.
....
Gözlerimi araladığımda telefonumun çaldığını farkettim.
Dün gece telefonu nereye atmıştım.
Saçımı kaşıyarak yataktan kalktım.
Yatağın içinde bir yerlerdeydi ama?
Ben telefonu bulana kadar arayan kişi aramayı kesmişti. Telefonu uzun bir uğraş sonunda bulduktan sonra kimin aradığına baktım.
Ekranda "Young Soo" yazıyordu.
Sabahın köründe beni ne diye aramıştı ki?
Tam o sırada telefon tekrar çaldı.
Telefonu açtım.
"Demek sonunda uyanabildin ha?"
"Oh! Şey...Evet?"
"O zaman hm.. 20 dakikaya hazır olur musun?" diye sordu.
"Hı..?"
"Otelin lobisinde seni bekliyorum. Birlikte kahvaltı edelim." dedi.
Young Soo'da mı buradaydı?
Bundan haberim yoktu.
Benim burada olduğumu biliyordu.
Telefonu kapattıktan sonra çantama baktım.
Ne giymeliydim?
-15 dakika sonra-
Young Soo dediği gibi otelin lobisinde beni bekliyordu.
Beni görünce gülümsedi.
"Günaydın. Çok erken aramadım değil mi? Umarım iyice dinlenebilmişsindir." dedi.
Biraz daha uyusam fena olmazdı hani..
"Günaydın." dedim gülümsemeyerek.
"Evet Dinlendim." dedim.
"O halde güzel bir kahvaltı yapabiliriz." dedi.
...
"Senin konferansa katılacağını bilmiyordum." dedim garsonun uzattığı tabağı alırken.
"Öyle mi? Aslında bende senin gibi babamın yerine katılıyorum. Bu tarz toplantılardan nefret ederim." dedi.
"Neden nefret ediyorsun ki? Böylece tatilde yapmış sayılıyorsun." dedim.
Kahkaha atarak;
"Bak bu yönden hiç düşünmemiştim."
Young Soo gizemli biriydi. Lisedeyken yalnız olmayı severdi. Kendi içine kapanık tiplerden biri olmasına rağmen bütün okul onu tanırdı.
Geçmişe dönüp baktığımda Liseli Young Soo ile şuanki Young Soo arasında büyük bir fark vardı.
"Doyduysan kalkalım yoksa konferansa ilk günden geç kalmak istemeyiz değil mi?" diyerek ayağı kalktı.
...
Jin-Hyuk bizden önce gelmişti. İçeriye Young Soo ile girdiğimi görünce gözlerini benden kaçırdı.
Konferans bittiğinde Jin-Hyuk gözlerini Young Soo'ya dikmiş bir şeyler düşünüyordu.
"Jin-Hyuk." dedim.
"Konferans sona erdi."
...
Son konfernas yarın yapılacaktı.
Bu zamana kadar Young Soo ile oldukça yakınlaşmıştım. Konferans bittikten sonra birlikte bir şeyler yapıyorduk. Mesela dün beni bir konsere götürmüştü. Oldukça eğlenmiştim.
Jin-Hyuk'a gelecek olursak onu konferans zamanlarında görüyordum. Şuan neredeydi acaba? Odasında? Otelin herhangi bir yerinde? Dışarıda?
Kendimi yatağa atıp telefonumu elime aldım.
Rocky ile çekildiğimiz fotoğraflar hala telefonumdaydı.
Fotoğraflara bakarken Jin-Hyuk ile ikimizin çekilmiş olduğu bir kaç fotoğrafa rasladım.
Ona sarılmayı özlemiştim.
Bana bakışını,gülümseyişini,her şeyini özlemiştim.
İşte o sırada istemsiz olarak gözlerimden yaşların akmasına izin verdim.
Telefonu yatağa bıraktım.
"Aptal Jin-Hyuk!" diye fısıladım
"Keşke Jin-Hyuk gelse ve onun omzunda uyumama izin verseydi." diye geçirdim içimden.
O sırada kapı çaldı.
Dileğim kabul mü olmuştu?
Jin-Hyuk muydu?
Hye-Ji kendini kandırmayı kes ve git kapıyı aç!
Umudumu yitirmeden kapıya doğru yürüdüm. Göz yaşlarını silip kapıyı açtım.
Jin-Hyuk değildi. Olmazdı.
Young Soo ellerini cebine koymuş bana bakıyordu.
"Bir şey mi oldu?" diyen sordum.
Kafasını salladı.
"Sahilde biraz oturmak ister misin?" diye sordu.
"Şuan mı?" diyen sordum.
Jin-Hyuk değildi belki ama beni rahatlatabilecek biriydi Young Soo.
"Bekle."diyerek odadan hırkamı aldım.
...
(Yazar)
Jin-Hyuk, Young Soo'ya fazlasıyla sinir oluyordu.
Hye-Ji'ye bu kadar yakın olması onu rahatsız ediyordu.
Her ne kadar Hye-Ji'den ayrılmış bile olsa hala onu seviyordu.
Hye-Ji'nin Young Soo ile yakın olmasını istemiyordu.
Jin-Hyuk odada sıkılmıştı. Hava almaya ihtiyacı vardı. Sahilde dolaşmaya çıkmak fena fikir değildi. Ceketini alıp sahile çıktı.
Young Soo ve Hye-Ji sahilde oturmuş biralarını yudumluyorları.
Hye-Ji deniz dalgalarını seyrederken Young Soo'da Hye-Ji'yi seyrediyordu.
Hye-Ji,Young Soo'nun ilk aşkıydı. İlk ve unutamadığı aşkı.
Onunla bilerek yakınlaşmıştı.
"Liseli yıllarımızı hatırlıyor musun Hye-Ji?" diye sordu.
Hye-Ji biraz düşündükten sonra;
"Evet hatırlıyorum." dedi.
"O halde büyük kafeterya kavgasınıda hatırlıyorsun değil mi?" diye sordu Young Soo.
Hye-Ji,Young Soo'nun neden birden bire böyle sorular sorduğuna bir anlam vermedi.
Hye-Ji hatırlamaya çalışır gibi yaparak;
"Belki." dedi.
Aslında olayı tam olarak hatırlıyordu.
Bir kız ile o gün öğle arasında kavga edeceklerdi ve bu kız okulun kötü kızlarından biriydi.
Kız,Hye-Ji'den daha iriydi. Hye-Ji'nin dayak yemesi kaçınılmazdı. Eğer o gün o kavgaya gitmeyecek olursa o kız onu bir yerlerde bulacak ve yine dövecekti.
Öğle vakti Hye-Ji kafeteryaya gitti. Herkes ona bakıyordu. Kız tam karşısında kollarını sıvamış ona doğru geliyordu. Gözlerini sımsıkı kapatıp olacakları beklemeye başladı. Bir şeylerin ters gittiğini anladığında gözlerini araladı. Young Soo kızın kolundan tutmuş Hye-Ji 'ye vurmasını engellemişti.
Young Soo'nun o kıza sözleri ise;
"Bir daha bu kıza elini sürdüğünü görürsem Tanrı şahidim olsun ki seni gebertirim.Anladın mı beni!?" olmuştu.
Bunlar olurken Hye-Ji,Young Soo'yu tanımıyordu bile.
Neden bana yardım etmişti diye düşünmüştü Hye-Ji. Neden tanımadığı bir kızı korusun ki?
Young Soo'nun derin nefes alışı Hye-Ji'yi geçmişten şuanki güne doğru sürükledi.
"İşte sana o anda aşık oldum." dedi Young Soo.
Young Soo neden birden bire geçmiş hakkında konuşmaya başlamıştı.
Young Soo kafasını geriye doğru yaslayarak güldü.
Daha sonra yanında getirmiş olduğu kutuyu önüne koyarak açtı.İçinden resim defteri çıkarıp Hye-Ji'ye uzattı.
"Uzun zamandır bunu saklıyordum." dedi.
Hye-Ji merakla resim defterini açtı.
Jin-Hyuk'un çizimleriyle doluydu. Bir kaç sayfa daha ilerledikten sonra kendisine benzeyen çizim dikkatini çekmişti. Hayır bu oydu. Sonraki çizimlere baktı. Daha sonraki çizimlerde öyledi.
Hye-Ji çizimleri dikkatle incelerken;
"Bunları ne zaman çizdin?" diyen sordu.
Young Soo gülümsedi.
"Ne zaman aklıma gelsen resmini çiziyorum." dedi.
Young Soo gerçekten harika çizimler yapıyordu. Hye-Ji,Young Soo ile çıkmaya başlıktan sonra bütün resim ödevlerini Young Soo'ya yaptırmıştı. Fakat Young Soo'nun onu çizdiğini bilmiyordu.
Jin-Hyuk bu sırada sahilde dolaşmaktaydı.
Hye-Ji ile Young Soo'yu sahilde görmeyi ummuyordu. Ama ikisi orda oturmuş konuşuyorlardı.
Kıskanmış mıydı?
Olduğu yerde durup onları izlemeye başladı.
...
(Hye-Ji)
"Hye-Ji." dedi Young Soo elindeki defteri yere bırakırken;
"Biliyor musun sen benin ilk ve.." duraksadı.
"..son aşkımsın." dedi.
İlk ve Son?
Young Soo bana doğru yaklaştı. Cenemden tutup beni kendine doğru çekti. Dudağı dudağıma değdiği sırada geriye doğru sürüklendim.
"Üzgünüm Young Soo. Artık sana aynı duyguları beslemiyorum." dedim.
"Umrumda değil. Yanımda ol yeter." dedi.
"Üzgünmü..." Young Soo sözünü tamamlayamadan bir anda gelen yumrukla sarsıldı.
Jin-Hyuk?
Young Soo'ya yumruk atan oydu.
Burada ne işi vardı?
"Jin-Hyuk!?" diye bağırdım.
Young Soo ayağa kalkmış ağzındaki kanı temizliyordu. Sonra gülerek Jin-Hyuk'un yüzüne oda yumruk attı.
Jin-Hyuk yediği yumruğun etkisiyle yere düştü.
"Yeter!" diye bağırdım.
"İkinizde kesin!"
"Burda ne işin var Jin-Hyuk?" diye bağırdım.
Jin-Hyuk üstündeki kumları silkelerken Young Soo'ya baktı.
"Young Soo iyi misin?" diye sordum.
Young Soo kafasını salladı.
Jin-Hyuk kolumdan tutarak beni sahilin en uzak köşesine götürdü.
"Ne yaptığını sanıyorsun?" diye bağırdım.
"Kapa ceneni!" diye bağırdı.
"Jin-Hyuk artık yeter." dedim.
"Ne yeter! Ulan Young Soo seni öptü." diye bağırdı.
"Hah? Ne yani nolmuş ki? Öpemez mi?" dedim kollarımı birleştirerek.
"Sana kapa çeneni dedim." dedi.
"Ayrıldığımızı sanıyordum." dedim gözlerimi kısarak.
Bana doğru adım attı. Kulağıma doğru eğildi.
"Ayrılsak bile sana benden başka kimse dokunamaz." diye fısıldadı.Bölümü böyle biteceğim benim bile aklıma gelmemişti Hehe ^^ Öncelikle şunu merak ediyorum.
- Hikayemi kimler okuyor? Hikâye hakkındaki düşünceleriniz neler? Neler olmasını istersiniz?
Vote vermeniz güzel hoş ama yorum yapmanız benim için daha önemli ^^
-Bölüm fotoğrafına bakmayı unutmayın!
Bölüm hakkındaki düşüncelerinizi bekliyorum... -Jae Hwa
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YOU ARE NOT BAD
Fanfictionİntikam Almak İsteyen Bir Genç Bu İntikamı Engelleyecek Olan Bir Kız Peki Ya Sonuç?