(Jin-Hyuk)
"Ayrılsak bile sana benden başka kimse dokunamaz." diye fısıldadım.
Bunu neden bir anda söylemiştim?
Daha sonra ondan uzaklaştım. Arkamı dönüp yürümeye başladım.
Hye-Ji arkamdan;
"Az önce ne dedin sen?" diye bağırdı.
"Hiç-hiç bir şey. Az önceki olanları unut." dedim.
"Hayır..hayır.Hemen söyle." diyerek bana doğru koştu.
"Tekrar söylemek zorunda değilim." dedim.
Bunu söylememle kolumdan tutarak beni çekiştirmeye başladı.En sonunda basketbol sahasına geldiğimizde kolumu bıraktı.
"Ne yapıyorsun?" diye sordum.
Basketbol potasını gösterek;
"En çok sayıyı yapan kazanır." dedi.
Kahkaha attım.
"Kazanan?"
Biraz düşündükten sonra;
"Dilek hakkı. Var mısın?" dedi emin bir şekilde.
Kolumu birleştirerek;
"Basketbol topumuz yok." dedim.
Dudaklarını büzerek etrafı incelemeye başladı.
"Bekle." diyerek karşıda oturan çocuklara doğru yürümeye başladı. Onlarla konuştuktan sonra çocuklardan biri ona basketbol topu uzattı.
Zafer kazanmış gibi sırıtarak yanıma geldi.
"Eee?" dedi topu göstererek.
"Sen ciddi misin?" dedim ona bakarak.
"Gayet ciddiyim." dedi.
"Hah? Oynamayı biliyormusun ki?" dedim.
"Hm. Hayır." dedi gülerek.
Biraz eğlenmenin bir mahsuru yoktu değil mi?
"Öyleyse bu iş kolay olacak." diyerek elindeki topu alarak potaya attım.
"1-0" dedim.
"Sayılmaz." diye bağırdı.
"Mızmızlanmaya devam mı edeceksin yoksa bir sayı daha atacağım." dedim topu göstererek.
Derim bir nefes aldı.
Bana doğru koşmaya başladı.
O topu benden almaya çalışırken ben bir sürü sayı atmıştım.
"12-0. Devam edecek misin?" dedim gülerek.
Kahkaha attı ve bir anda elimdeki topu kaptı. Potaya doğru koştu ve bir sayı attı.
Ve bir sayı.. Bir sayı daha.
"29-25" dedi sırıtırken.
"Yalan söyledin değil mi?" dedim.
"Basketbol oynamadığım konusunda mı? Okulda basketbol takımındaydım." dedi sırıtarak.
"Hah. Sayıların kabul edilmez o halde. Bana oynamayı bilmiyorum dedin bende ona göre oyunu oynadım." dedim gözlerimi kısrarak.
"Mızmızlanmayı keser misin? Seni yendim." diye bağırdı.
Karşıdaki çocuklar beni göstererek gülmeye başladılar. İçlerinden biri;
"Bir kıza yenildin dostum!" diyerek bağırdı.
Çocuğun söylediğini görmezden gelerek;
"Hile kullandın. Unut bunu. Sen kazanmadın." diye söylendim.
Gözlerini kıstı ve bana "sen öyle san" bakışı attı.
"Ah boşversene. Tamam sen kazandın. Tebrikler." dedim.
Çocuklara basketbol topunu geri verdikten sonra ortamı garip bir sessizlik kapladı.
"Dilek hakkı?" dedim.
"Oh! Ş-şey.."
Bana doğru bir adım attı.
Gülümsedi.
Elini belime dolayarak bana sarıldı.
"5 dakika boyunca hatta hayır 10 dakika boyunca böyle kalalım." dedi.
Sarılması çok iyi hissettirmişti.
Bu duyguyu özlemiştim.
Sarılmasına karşılık vermeyi istedim.
Bunu yapamazdım.
Başını göğsüme dayayıp iç çekti.
"Seni özledim." diye fısıldamıştı.
15 dakika boyunca aynı pozisyonda durduk.
En sonunda burnunu çekip benden uzaklaştı.
Ağlıyor muydu?
Ah kesinlikle ağlıyordu.
"Özür dilerim." diyerek arkasına döndü.
"Ne için özür diliyorsun?" diye sordum.
"Biliyor musun özür dilemesi gereken benim. Sana bunları yaşattığım için,seni sevdiğim için,daha sonra hiç bir şey olmamış seni kıskandığım için ve..."
Hye-Ji bana doğru dönüp;
" Beni mutlu ettiğin için mi özür diliyorsun? Seni gerçekten anlamıyorum." dedi.
"Ve seni üzeceğim için özür dilerim Hye-Ji." diyerek cümlemi tamamladım.
Dediklerimi anlamamış gibi suratıma baktı.
"Neyden bahsediyorsun sen? Beni üzmek mi?" diye sordu.
Gözlerimi kapattım.
Ya bütün bunlar olmasaydı? Hye-Ji ile hiç tanışmamış olsaydım?
Gözlerimi açtığımda Hye-Ji ifadesiz bir şekilde bana bakmaya devam ediyordu.
Ona doğru yaklaştım. Elini tuttum.
"Beni dinle. Ben senin tanıdığın Jin-Hyuk'dan çok farklıyım. Sana zarar vermek istemiyorum. O yüzden her ne olursa olsun benden uzak durmalısın anladın mı? Sana yaklaşsam bile beni görmezden gel. Hatta beni unut. Anladın mı beni?"
Bunları ona söylerken gözlerimin dolduğunu farkettim.
Kendine gel Jin-Hyuk.
"Bana zarar vermek mi? Bana nasıl zarar verebilirsin ki? " dedi Hye-Ji şaşkınlıkla.
"Boşversene. Geç oldu. Otele dönsek iyi olur." dedim konuyu değiştirmeye çalışarak.
"Hayır!" diye bağırdı.
"Asıl sen böyle yaparak bana daha fazla zarar veriyorsun. " dedi.
"Sadece seni düşünüyorum." dedim gözlerimi ondan kaçırarak.
"Beni düşündüğün falan yok. " diyerek ayağını yere vurdu.
"Beni düşündüğün falan yok. Sen sadece kaçıyorsun. Sorunun her neyse ondan kaçıyorsun." dedi.
"Yorgunum. Sabah toplantı var." diyerek arkamı döndüm. Yürümeye başladım.
Hye-Ji arkamdan;
"Sen bir korkaksın!"
"Pekala dediğini yapacağım. Senden uzak duracağım." diye bağırdı.
....
(Hye-Ji)
Telefonumu elime almış oyun oynuyordum.
O sırada kapı açıldı.
"Ben geldiim!" diye bağırarak içeri Min-Hee girdi.
"Burda ne işin var?" diye sordum.
"Arkadaşımı iş yerinde ziyarete geldim." dedi.
"Oh! Ne düşüncelisin. Yiyecek bir şeyler getirdin mi? Çok açım." diyerek telefonu masaya bıraktım.
Min-Hee elindeki poşeti göstererek;
"Annem yemek hazırladı." dedi.
"Woah! Çok düşünceli Minah Teyzem." dedim.
"Onu bırak bana olanları anlat." dedi. Min-Hee koltuğa yerleşirken.
"Olanlar? Pek bir şey olmadı aslında..." dedim.
Min-Hee bana doğru yaklaşarak;
"Bende inandım." dedi gözlerini kısarak.
"Pekala." dedim.
Olanları birine anlatırsam belki biraz olsun rahatlayabilirdim.
"Young Soo'yu biliyorsun değil mi? Bana tekrar çıkmak teklifi etti." dedim.
Min-Hee gözlerini büyütüp bana baktı.
Min-Hee'ye her şeyi anlattıktan sonra biraz olsun rahatladığımı hissetmiştim.
"Bu çocuğun soru ne? Seni sevdiğini belli ediyor ama seninle olamayacağını söylüyor." dedi Min-Hee.
"Bilmiyorum. " dedim düşünceli bir şekilde.
"Kafam çok karışık. Ne yapmalıyım bilmiyorum Min-Hee." diyerek başımı masaya koydum.
Min-Hee ayağı kalkarak yanıma geldi.
"Olanları bir yana bırakalım ve hadi kafa dağıtmaya gidelim. Bütün gün hatta sen benden bıkana kadar seninleyim." diyerek boyunumdan bana sarıldı.
"Öyle mi yapalım." dersin diyerek gülmeye çalıştım.
"Hatta kuaföre gidip bakım da yaptıralım." diyerek tırnaklarına baktı.
"Ah bekle sen en son ne zaman bakım yaptırmıştın? 1 yıl? 2 yıl? Yoksa en son benimleyken mi bakım yaptırdın?" dedi daha sıkı sarılarak.
"Seninleyken." diye cevap verdim.
"O zaman işimiz uzun sürecek. Derhal işlerini bitir gidelim." dedi.
Min-Hee'nin Karşı koltuğa bıraktığı poşetleri göstererek;
"Ya onlar ne olacak? Aç olduğumu söyledim sana." dedim.
Başını sallayarak bıraktığı poşetlerin yanına doğru gitti.
"Aç Ayı!" diye söylendi.
"Yemekten başka bir şey düşünmez misin sen? Mesela kendine bakım yaptırmak gibi." dedi yemek kutusunu poşetten çıkarırken.
"Kendi bakımımı kendim yapabilirim. Ayrıca o tarz şeylerden nefret ettiğimi biliyorsun. Neden bildiğin halde bunları bana soruyorsun?" dedim.
"Ah bazen kız olup olmadığından şüphe ediyorum." dedi derin bir iç çekerek.
"Ben bir kızım. Kanıtlamamı ister misin?" dedim dalga geçercesine.
Min-Hee;
"Ayh! Kalsın." diyerek gözlerini devirdi.
Tam yemek yemeğe başlayacağımız sırada kapı çaldı. İkimizde meraklı gözlerle kapıya baktık. İçeri sekreter Park-Shion girdi. Elinde bir zarf tutuyordu.
"Oh! Rahatsız ettim galiba. Daha sonra gelebilirim." dedi.
Min-Hee sanki Park-Shion'u yakından tanıyormuş gibi;
"Yok rahatsız etmedin. Gel bir şeyler atıştır." dedi.
Kahkaha attım.
"Teşekkür ederim fakat yani yemek yedim." dedi.
"Ayrıca bu sizin için gelmiş." dedi elindeki zarfı bana uzatarak.
"Bana mı gelmiş?" diye söylenerek zarfı aldım.
Min-Hee;
"Açsana." diyerek benden daha çok meraklı olduğunu gösterdi.
Zarfı dikkatli bir şekilde açıp içindeki kartı çıkardım.
Bir davetiyeye benziyordi.
Doğum günü partisine davetiye.
Hemde Young Soo'nun partisine.
"Neymiş,neymiş?" diye merak sordu Min-Hee.
Kartı ona doğru uzattım. Davetiyeyi inceledikten sonra;
"Woah! Büyük bir parti olacak gibi gözüküyor." dedi.
"Gidecek misin?" diye sordu.
"Gitmeli miyim? Onu reddettikten sonra nasıl yüzüne bakacağım bilmiyorum." dedim.
"Dert ettiğin şeye bak. Young Soo olanları unutmuş ki sana davetiye gönderiyor." dedi.
"Hm.. Öyle mi dersin?"
"Öyle diyorum. Parti için giyecek bir şeyler almalıyız sana." dedi.
"Yok daha neler. Partiye gitmek için giyebileceğim elbiselerim var.Hem gideceğim diye bir şey demedim ki." dedim.
"Gitmeyecek misin?" diye sordu.
"Bilemiyorum." diyerek kartı tekrar zarfın içine koydum.
"Partiler kafa dağıtmak için ideal yerlerdir." dedi.
Aslında Min-Hee doğru söylüyor olabilirdi.En azından birkaç saatliğine gidebilirdim.
"Hediye olarak ne alacağım?" dedim burnumu karıştırarak.
"Hm..Sana yardımcı olabilirim." dedi.
"Bu işlerde ustayım bilirsin." dedi göz kırparak.
...
Young Soo karşısında beni görünce şaşkın gözlerle beni süzdü.
Gülümseyerek yanıma yaklaştı.
"Gelmişsin." dedi.
"Bugün doğum günün. Mutlu gününde yanında olmam gerektiğini düşündüm." diyerek elimdeki hediye paketini ona uzattım.
"Hediye bile almışsın. Teşekkür ederim." diyerek uzattığım hediye paketini aldı.
O gün olanları unutmuş olmalıydı.
"Doğum günün kutlu olsun."
Gülümsedi.
Young Soo'nun arkasından bir kız, Young Soo'nun boynuna doğru atladı;
"Demek o kız bu kız ha?" dedi.
Ne demek istediğini anlamamıştım.
Young Soo kızı sustutarak;
"Bu kuzenim Chio Soo Eun." dedi.
Kız elini uzatarak;
"Onun dediği gibi." dedi.
"Bende Hye-Ji." dedim elimi uzatırken.
"Sürekli senden bahsedip durdu. Gelip,gelmeyeceğin hakkında az kalsın kafayı yiyordu." dedi Chio Soo Eun,Young Soo'ya bakarak.
Young Soo gözlerini kısarak Chio Soo Eun'a baktı.
Chio Soo Eun kahkaha atarak;
"Ups! Gitsem iyi olucak. Tanıştığıma memnun oldum Hye-Ji. Size iyi eğlenceler." diyerek yanımızdan ayrıldı.
"Bir şeyler içmek ister misin?" diye sordu Young Soo.
"Aslında içmesem iyi olucak fazla vaktim yok." dedim.
"Hadi ama! 1 kere." diyerek kolumdan tutup beni sürükledi.
...
(Yazar)
Yong Sung çalışma odasında koltuğa oturmuş,boş vaktinin keyfini çıkarıyordu.
Bir yandan kahvesini yudumlarken gelen mektupların aslı olmadığını bunun bir şaka yapabileceğini kendine söylüyordu.
"Bu bir şaka. Her kim böyle bir şaka yapıyorsa dursa iyi olur." diye söylendi.
Korkmuyordu.
Telefonu çalmaya başladığında düşüncelerinden kurtulup masasında bıraktığı telefonu almak için ayağı kalktı.
Gizli numaraydı.
İlk başta açmamayı düşündü. Daha sonra telefonu eline alarak aramayı cevapladı.
Telefonun ardında bir kahkaha sesi duydu.
"Sen kimsin?" diye sordu.
Telefonun ardındaki ses;
"Yong Sung..." diyerek iç çekti telefondaki ses.
Young Sung,
"O sensin değil mi? Tehdit mektuplarını gönderen sensin değil mi?" diye sordu.
"Her kimsem bu şakaya derhal son ver." dedi sakin bir sesle.
"Şaka mı? Bunun bir şaka olduğunu mu sanıyorsun? Şuanda senin işini bitirebilirim. -Öldürebilirim.-"
"Hah! Beni böyle korkutacağını mı sanıyorsun?"
"Ha? Merak ediyorum. Benim kim olduğumu öğrendiğininde aynı tepkiyi verecebilecek misin?"
"Tepkiden çok canını okuyacağım."
"Uu! Güzel laf."
"Sen kimsin?"
O sırada kapı açıldı. İçeri kulağında telefon ile Jin-Hyuk girdi. Emin adımlarla Yong Sung'un yanına giderek koltuğa oturdu.
Sırıtarak telefonu kapattı.
"Benim. 15 yıl önce öldürdüğün adamın küçük çocuğu Jin-Hyuk."
...
(Hye-Ji)
Dün gece partiden sonra eve gelmiş miydim?
Hatırlamıyorum.
Ah bu baş ağrısıda nerden çıktı?
Acaba içkiyi fazla mı kaçırmıştım?
Lanet olsun o kadar yorgunum ki gözlerimi dahi açmak istemiyorum.
Karnım da acıktı.
En azından kahvaltımı yapar tekrar yatabilirdim.
Göz kapaklarımı yavaşca araladım.
Burası odam değildi.
Hızla yataktan kalktım.
Nerdeydim ben?
Kim beni buraya getirmişti.
Yerde duran ceketimi ve çantamı aldım.
Merdivenlerden aşağı inip çıkış kapısına doğru yürüdüm.
Kapıyı açacağım sırada arkamdan ayak sesleri duydum.
Git gide yaklaşıyordu.
Korkuyordum.
"Demek uyandın. Acıktın mı?"Bölüm 2 hafta gecikti. Cidden çok özür diliyorum. Kafamı toplayıp bir türlü yazamadım bölümü. Uzun yazmaya çalıştım. Umarım beğenirsiniz.
( Hikayemi diğer arkadaşlarınızada önerirseniz sevirim.) Yorum ve Vote yapmayı unutmayın! Ve tabiki bölüm fotoğrafına mutlaka bakın! ^^
İlham perim "Petitom"'a bana ilham verdiği için teşekkürlerimi iletiyorum. :) -Jae Hwa
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YOU ARE NOT BAD
Fanfictionİntikam Almak İsteyen Bir Genç Bu İntikamı Engelleyecek Olan Bir Kız Peki Ya Sonuç?