Justin gözlerimin içine acı çeker gibi baktı. Herkes donup kalmıştı. Ben ağlıyor ve titriyordum.
"Biri bana anlatsın!" diye bağırırken bacaklarım gücünü kaybetti ve yere düştüm. Ardından hıçkırarak bir çocuk gibi ağlamaya devam ettim. Onlar bana, ben onlara bakıyordum.
Kendimi hiç olmadığım kadar çaresiz hissediyordum. Bilinmezliğin, gizemin ve sırların içinde boğulmuştum ve beni kurtaracak birine ihtiyacım vardı.
Justin ayağa kalktı ve yanıma gelip elini uzattı.
"Kimsin sen?" diye bağırdım. "Söz veriyorum her şeyi sana anlatacağım." diye fısıldadı. "Benimle gel."
Bu sefer uzattığı elini tuttum, ayağa kalktım.
Ona güvenemezdim ama başka seçeneğim yoktu. Onun dışında kimse bana cevap vermek için bir girişimde bulunmamıştı.
Elimi geri çektim ve arkasından gitmeye başladım. Artık ağlamıyordum. Sadece nefesim kesilecek kadar ağrıyan kalbim kalmıştı geriye.
Kapıyı açtı ve soğuk havaya aldırmadan dışarı çıktı. Peşinden gittim. Bir anda yüzüme çarpan soğuk hava bana iyi gelmişti. Derin bir nefes aldım. Justin bahçede bulunan salıncağa oturunca onun yanına geçtim.
Elini uzattı ve elinde duran fotoğrafı aldı. Hala ellimde tuttuğumu o an fark etmiştim. Ben ona bakarken o fotoğrafa bakıyordu.
Bir şeylerden daha fazlasını biliyordu ve bu beni hiç olmadığım kadar meraklandırıyordu. Kalbimin deli gibi atmasına ve başımın dönmesine neden oluyordu.
Sıkıntıyla iç çekti. "Sana her şeyi anlatacağım ama içimden bir ses inanmayacağını söylüyor. Umarım bana inanırsın." Umut dolu gözlerle bana baktı. Daha önce kötü birini olduğunu düşünsem bile şu an masum gözüküyordu.
"Sana inanmaktan başka seçeneğim yok." diye dürüstçe itiraf ettim. Başını salladı ve konuşmaya başladı. "Sana şu anlık sadece son olanları anlatacağım. Son zamanlarda çok önemli şeyler yaşadık." Onaylamak için bende başımı salladım. Ağlamamak için kendimi zor tutuyor, dudağımı ısırıyordum.
"Sen kaza yapmadan aylar önce biz -yani sen, ben, Alice, Kevin, Kristen ve Zack- birlikte, çiftler halinde İtalya'ya gittik. Hatta bunu sen ayarlamıştın. Ben orada, Pisa Kulesi'nin önünde, sana evlenme teklifi ettim. Biz uzun zamandır birbirimize âşıktık Melissa."
Elini uzatıp elimi tutmaya çalıştı. Korkarak elimi çektim.
İnanamıyordum, bu adamla nerdeyse evlenecek olduğuma inanamıyordum. Gözyaşlarım akmak üzereydi.
"Özür dilerim ama buna dair hiçbir şey hatırlamıyorum." Umutsuzca başımı sallayıp gözlerimi elime sabitledim.
"Özür dilemeni gerektirecek bir şey yok. Şimdi bana ne hatırladığını anlat." Yavaşça başımı kaldırıp yüzüne baktım. Gerçekten güzel bir yüze sahipti. Kızları peşinden koşturacak bir tipi vardı ama ben ondan hoşlanmak yerine korkuyordum.
İç geçirdim. Anlatmalı mıydım? Hayatım için önemli bir karar verecektim ve benim ne yapacağım hakkında en ufak fikrim yoktu. Cevap vermezsem belki de tüm hayatım bu bilinmezlikle geçecekti. Ne olursa olsun bir şeyler öğrenmek için bu işin sonuna kadar gitmeliydim. Her şeyi söylemeye karar verdim.
"Kaza anını hatırlıyorum. Üstümde bir gelinlik vardı sanırım. Bir de, haç dövmesi hatırlıyorum. Seninkinin aynısıydı. Bu beni korkutuyor." Burnum sızlarken konuşmama ara verdim.
"Onlar bana Alice ve Kevin'ın düğün günü kaza yaptığımı söylediler. Çok uzun zamandır arkadaş olduğumuzdan bahsettiler ama hiçbiri seni anlatmadı."
Aklımdan geçen her şeyi söyledikten sonra endişelendim. Doğru olanı mı yapıyordum?
Kızarmış gözlerini bana çevirdiğinde ben de ona aynı şekilde baktım. "Kaza yaptığın gün bizim de düğünümüzdü." dediğinde inanamayarak ve şok geçirmiş gibi ona baktım.
Neredeyse evleneceğim, belki de evlendiğim adamdan kimse bahsetmemişti. Onlara güvenmekle hata ettiğimi anlamalıydım.
"Biz evli miyiz?" Bu gerçekten çok korkuyordum. Belki bir zamanlar kocam dediğim adam şimdi bir yabancıydı.
Soğuktan dolayı titredim. Soğuk hava iliklerime işliyordu. Bir cevap beklerken kollarımı bedenime sardım. "Hayır, biz evlenemeden her şey mahvoldu."
Bu birazda olsa beni rahatlatmıştı. Tekrar üşüdüğümü fark ettiğimde Justin'in hırkasını çıkardığını gördüm. Hırkayı alıp sırtıma koydu ve tekrar arkasına yaslandı. "Teşekkür ederim." diye fısıldadım. Bu sırada yağmur başladı ve yağmurun sesi dışında hiçbir ses duyulmadı. Bu sefer yağmurun bana huzur vermediğini fark ettim. Sanki yağmur bile bana acıyor gibiydi.
"Bana kaza günü neler olduğunu anlat." dediğimde bir an önce gerçeklerle yüzleşmeyi arzuluyordum.
"Yapamam." derken bal rengi gözlerinde acıyı gördüm. İkimizde acınacak haldeydik ama ben ona acımak istemiyordum. Çünkü o güçlü gözüküyordu. Belki de ben öyle sanıyordum. Benim gözümde gerçekten yenilmez gibiydi.
Bana "Yapamam." demesini anlamıyordum. Ben ona güvenmiş, tüm duygularımla ona cevap vermiştim ama yine hata bendeydi. Çok çabuk güvenmiştim.
"Neden?" diye sordum. Öğrenmekten başka çarem yoktu ve onlar bunu anlamıyordu.
Sıkıntıyla gözlerini devirdiğini gördüm. "Bunun için hazır olduğunu düşünmüyorum." diye yanıtladı.
Bir an kendimi öfkeye kapılmış halde buldum. "Benim hazır olup olmadığıma sen nasıl karar veriyorsun?" diye bağırdım. Ne zamandır birileri benim yerime karar veriyordu?
"Bana cevap vermek zorundasın!" diye tekrar çıkışıp ayağa kalktım. Oturduğumuz yere yağmur gelmiyordu ama şimdi ıslanıyordum. Omuzlarımda duran hırkayı alıp salıncağa attım.
O da benim gibi ayağa kalktı. "Seni anlayabiliyorum ama sen beni anlayamazsın." dedi bana göre oldukça sakin bir sesle.
"Sen beni nasıl anlayacaksın? Sen hiç hafızanı kaybedip hayata yeniden başladın mı?" Sesime ve öfkeme hâkim olamıyordum.
"Peki, sen hiç seni hatırlamayan birine âşık olmaya devam ettin mi?"

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Change Time || Justin Bieber
FanfictionRevenge Of The Fire'ın devam kitabıdır. 1. kitabı okumadan buna geçmemeniz tavsiye edilir. Aksi taktirde hiç bir şey anlayamazsınız. Revenge Of The Fire hikayesine profilimden ve dış bağlantıdan ulaşabilirsiniz. Hikayenin kapağı Merry Photoshop ta...