"Onu tanıyor musun?" diye sordum endişeyle. Adam çok kan kaybediyordu.
"Melissa, onu hastaneye götürmeliyiz." Dedi ve adamı kucağına aldı. Onu arabaya taşırken bende arabanın kapısını açtım. Kevin adamı arka koltuğa yatırdığında bende zaman kaybetmemek için hemen ön koltuğa geçtim. Kevin'da sürücü koltuğuna yerleştiğinde hiç beklemeden arabayı çalıştırdı.
"Onu nereden tanıyorsun?" diye sordum. Yine cevap vermediğinde çıldıracak gibiydim. Şuan arka koltukta kan kaybından ölmek üzere bıçaklanmış bir adam yatıyordu ve ben sakin olamıyordum.
"Lanet olsun! O senin arkadaşın mı?" Bu sefer kendimi tutamadım ve bağırdım. Aklımı kaçıracaktım. Bu nasıl bir gündü böyle?
"Evet." Dedi sessizce. Sesi kısılmış gibiydi. Ağlıyor muydu o? Gözlerinden akan yaşı görmeyi bekledim ama öyle bir şey olmadı. Kendimi gerçekten berbat hissetmiştim. Birinin hayatının benim elimde olduğunu düşününce gerçekten ona hak vermiştim.
Aradan 15 dakika geçmişti ve biz tüm hızımıza rağmen bunca sürede hastaneye varabilmiştik. Kevin arabayı hastanenin önünde durduğu an kapıyı açtım ve aşağı indim.
Kevin adamı kucağını alıp hastaneye doğru hızlı adımlarla ilerlerken, "Arabayı bir yere park edip yanıma gel!" diye bağırdı. Dediğini yapmak için arabanın etrafından dolanıp sürücü koltuğuna oturdum.
Bir anlığına korkmuştum. Bana anlattıkları kazadan sonra hiç araba kullanmamıştım. Sonra içimden sadece arabayı park edeceksin diye geçirdim. Arabayı çalıştırdım ve otoparka sürdüm. Gözlerimin önünde canlanan manzarayla firene bastım.
Önümde hızla akıp giden bir yol gördüm. Üstümde de bir gelinlik... Bir elim direksiyonda ilerlerken torpido gözünden bir şeyler arıyordum. Ardından tüm hızımla başka bir arabaya çarpıyordum...
Arkadan gelen korna sesleriyle ilerlemem gerektiğini fark ettim. Kafamdaki düşünceleri ve görüntüleri silmek istercesine başımı salladım ve arabayı ilerletip boş bir yer bulup park ettim.
Arabayı kilitleyip hızlı adımlarla hastanenin girişine ilerledim. İçeri girdiğimde Kevin'ın bir köşede ayakta dikildiğini gördüm. Yanına ilerleyip hemen konuşmaya başladım.
"Ameliyata mı aldılar?" Kafasını salladı ve yine hiç konuşmadı.
"Kevin yüzüme bakar mısın?" dedim sakin kalmaya çalışarak. Olan her şeyi görmüştüm ve biliyordum. Sanki benden bir şey saklarmış gibi hiç konuşmuyordu.
Sonunda dediğimi yapıp kafasını kaldırdı.
"Kevin, hani ben sana bara girdim demiştim ya," dedim ve bir tepki vermesini bekledim. Kafasını sallayınca devam ettim.
"Oradan koşarak çıktığımda önümden koşarak başkaları geçti. Hastaneye getirdiğimiz adamı, yani arkadaşını, elinde bıçak olan biri kovalıyordu." Dediklerimi dinleyince biraz kendine gelmişti sanırım.
"Adamın yüzünü gördün mü?"
"Görmedim. Üzgünüm." derken "Melissa!" diye bir ses duydum.
Kimin bana seslendiği görmek için arkama döndüğümde bana doğru yürüyen Alice'le karşılaştım. Gözleri şişmiş, üstü başı dağılmıştı.
"Hadi, Melissa. Gel de seni eve götüreyim." Dedi ve kolumu tuttu. Eve gitmek istemiyordum. Adamın durumunu merak ediyordum ve burada kalmak istiyordum. Kolumu sertçe çekerek elinden kurtardım.
"Bir yere falan gitmiyorum!" diye tısladım. Şuan sinirlenmiştim ama neye ya da kime sinirlendiğimi bilmiyordum. Duygularım ve düşüncelerimi alt üst edecek kadar kötü bir gece geçirmiştim ve geçiriyordum.
"Mel, burada durman için hiçbir neden yok!" dedi sitemkar bir şekilde. Aslında haklıydı. Bana neydi ki o adamdan? Ama buna rağmen o kanlar içinde yatan adamı iyi bir halde görmek istiyordum. Kendi gözlerimle bunu görmeden rahat edemeyecek gibiydim.
"Sadece burada kalmak istiyorum." Dedim bu sefer daha normal bir sesle. Şuan eve gitsem ne uyuyabilir ne de rahat edebilirdim. Düşünceler beynimi kemirir dururdu.
"Ama, Mel..." Sözünü kestim. Gerçekten kimseyle konuşmak istemiyordum. Sadece o adamın hala yaşadığını ve iyi olduğunu görüp evime gidip rahat bir uyku çekmek istiyordum. Özellikle de bu berbat geceyi unutmayı...
"Rahat bırak beni!" dedim sesimi fazla yükseltmemeye çalışarak. Sonuçta burası bir hastaneydi.
Onları dinlemek istemediğimi bir kez daha kendime hatırlatırken arkamı döndüm ve merdivenlere ilerledim. Tabelalarda gösterdiği üzere alt katta kafeterya vardı. Şuan oraya gitmek en mantıklı seçenekti.
Hızlı hareketlerle merdivenlerden alt kata indim ve karşıma çıkan büyük kafeteryaya göz ucuyla bakarak hemen bir masaya oturdum. Dirseklerimi masaya yasladım ve başımı ellerimin arasına aldım.
Gerçekten fazlasıyla sarsılmıştım.
Bir insanı ölümle savaşırken görmüştüm. Bu hiçte hoş bir şey değildi.
"İyi ki," dedim, "İyi ki onun yerinde ben veya bir yakınım yok."
Bir anlığına kendimden nefret etmiştim. Bir insan can çekişiyordu ve onun yerinde benim için önemli biri olmadığı için seviniyordum. Nasıl bir acizlikti bu böyle?
Kendi iç dünyamdaki savaşı bastırmaya çalışırken zamanın hızla akıp gittiğini fark etmemiştim. Kafeteryanın duvarında asılı olan büyük duvar saatine baktığımda bunu anlamıştım.
Yerimden kalktım ve uyuşuk bir şekilde yürümeye başladım. Bir an üzerime çöken ağırlık uykumun geldiğinin göstergesiydi. Esneyerek gerindiğimde merdivenlerin sonuna gelmiştim bile.
Üst kata çıktığımda Kevin ve Alice'in onları bıraktığım yerde, koltuklarda oturduklarını gördüm. İstemeyerek de olsa bir haber alma umuduyla yanlarına gittim.
Tam Kevin'a bir haber olup olmadığını soracağım sırada Kevin ayağa kalktı ve benim aksi yönümde ilerledi. Neden oraya gittiğini anlamaya çalışırken ameliyathaneden çıkan doktoru gördüm. Kalbim merakın getirdiği heyecanla çarparken iyi bir sonuç gelmesini diledim.
"Ameliyat bitti mi?" diye atıldı Kevin, doktorun cevap vermesine fırsat vermeden. Doktor ağır bir şekilde kafasını salladı.
"Siz hastanın nesi oluyorsunuz?" diye sordu öncelikle. Açıkçası ben o adamın hiçbir şeyi oluyordum.
"Arkadaşlarıyız." Diye cevap verdi Kevin oldukça sabırsız bir şekilde. "Durumu nasıl?"
"Durum tahmin ettiğimizden iyi, bıçak fazla derin saplanmamış. Herhangi bir organa ciddi bir şekilde zarar vermemiş." Kevin'ın bu sırada rahatladığını fark edebiliyor ve görebiliyordum. Alice'e baktığımda ise o da derin bir nefes almıştı.
"Bu yüzden sadece bu geceliğine burada kalması yeterli olacak ancak taburcu olduktan sonra uzun bir süre istirahat etmesi gerek. Dikişleri henüz çok yeni ve patlaması durumunda hayati tehlike tekrar başlar." Doktor bu uzun açıklamadan sonra bir cevap almayı bekledi.
"Dikkat edeceğiz." Diye onayladı Kevin. Tam Alice de ağzını açmış bir şeyler söyleyecekken ameliyathanenin kapısı tekrar açıldı ve içeriden tekerlekli sedye üzerine yatırılmış ve hala baygın yatan adam çıktı. İsmi Justin'di, değil mi?
Hemşire sedyeyi itmeye devam ederken adamın yani Justin'in nasıl olduğuna bakmaya çalışıyordum. Saçları sarıydı. Gözlerinin altı mosmordu. Yüzü ifadesizdi. Çıplak gövdesini sadece beyaz bir örtü kapatıyordu. Ama göğsündeki büyük haç dövmesini kapatacak hiçbir şey yoktu...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Change Time || Justin Bieber
FanfictionRevenge Of The Fire'ın devam kitabıdır. 1. kitabı okumadan buna geçmemeniz tavsiye edilir. Aksi taktirde hiç bir şey anlayamazsınız. Revenge Of The Fire hikayesine profilimden ve dış bağlantıdan ulaşabilirsiniz. Hikayenin kapağı Merry Photoshop ta...