Merdivenlerden inerken hala tam olarak iyileşmemiş olan ayağım yüzünden kenara tutundum ve sonunda alt kata varabildim. Salonda kimseyi göremeyince mutfağa gittim. Herkesin burada olduğunu ve kahvaltı ettiğini görünce gülümsedim.
"Herkese günaydın." dedim neşeli olmaya çalışarak. Artık biraz da olsa kendimi buraya ait hissetmeye başlamıştım. Ama hala kendi evime gitmek istiyordum. Bugün bu konuyu onlarla konuşacaktım.
"Sana da günaydın." Dediklerinde bende boş bir yere oturdum ve daha fazla bitkin düşmemek için bir şeyler atıştırmaya başladım. Bir süre sonra sabredemedim ve sordum. "Bugün beni evime götürür müsünüz?"
Kevin hemen başını salladı. "Tabi ki götürürüz." Dedi ve elini omzuma koyup güven verici bir şekilde gülümsedi.
Herkes sessizce kahvaltısını bitirdikten sonra birlikte masayı topladık. Alice ve Kevin benimle salona geçip oturduklarında televizyonda bir dizi izlemeye başladık. Dizi de yeşil gözlü 30'lu yaşlarında çok yakışıklı bir adam oynuyordu. Merakıma yenilerek sordum. "Yeşil gözlü olanın adı ne?"
Alice heyecanla bana baktı. "O adamı beğendin mi?" diye sordu. Anlamsızca bir süre baktıktan sonra cevap vermem gerektiğini anladım ve utanarak başımı salladım "Evet."
"Kazadan öncede sen bu diziyi izlerdin ve çok severdin. O adamın ismi Jensen. Jensen Ackles. Hatırlıyor musun?"
Umutsuzca başımı salladım. Hatırlamıyordum. Tüm hayatım böyle küçük ayrıntıları hatırlamaya çalışmakla mı geçecekti? Bıkkınlıkla ayağa kalktım.
"Kendime kahve yapacağım. Sizde ister misiniz?" diye sorduğumda bir cevap alamadım. Omuz silkip mutfağa ilerledim. Kristen ve Zack sessizce konuşuyorlardı. Önemli bir şey gibiydi. Az önceki gibi tekrar merakıma yenildim. Yaptığımın yanlış olduğunu bilsem de onları dinlemeye başladım.
"...her şeyi kolileyip buraya getireceksiniz. Hiçbirini görmemesi lazım." Dinlediklerimden bir şey anlamayınca onları dinlememiş gibi içeri girdim.
Hemen sustuklarında buna aldırmadan dolaptan bir kahve kupası çıkardım. Ardından sıcak su ısıttım ve hazır kahve paketini açıp kupanın içine döktüm. Sıcak suyu da eklediğimde kahvem hazırdı. Mis gibi kahve kokusunu içime çektim. İşte huzur budur!
*****
İkinci kahvemi içerken oldukça sıkılmaya başlamıştım. İzlediğim dizi ise bir süre sonra baymıştı. Kısacası şuan yapacak hiçbir şey yoktu ve ben sıkıntıdan kendimi asacaktım.
Evde oturmaktan içim daralmıştı. Böyle oturduğum sürece karamsar düşünceler etrafımı saracaktı ve ben depresyona girecektim. Sonra herkes benden nefret edecekti ve ben yalnızlıktan ölecektim. Aklımda bunun gibi kurgulardan binlerce vardı.
Zack ve Kevin birlikte bir yere gitmişlerdi ve hala gelmemişlerdi. Kristen ve Alice ise yeğenimle yani Rebecca'yla ilgileniyorlardı. Hala tam anlamıyla iyileşemediğim için onunla vakit geçirme zamanım olmamıştı. Bildiğim üzere Rebecca benim kaza geçirdiğim günde doğmuştu. O günü hatırlamasam da çok olaylı ve hepimizin hayatını değiştiren bir gün olduğunu biliyordum. Ben kaza yapmıştım, Alice'le Kevin evlenmişti ve Kristen ile Zack'in bir kızları olmuştu.
Ben koltukta saçma sapan bir şekilde otururken kapının çaldığını duydum. Hızla yerimde kalkıp kapıyı açtım. Kevin ve Zack sonunda gelebilmişlerdi. Ellerinde koliler vardı. Bu nedenle kapıyı sonuna kadar açıp hemen kenara çekildim. Acaba bu kutuların içinde ne vardı?
Onlar hızla bodrum kata inerken bende peşlerinden gittim. Depo olarak kullanılan katta boş bir yer bulup kutuları oraya yerleştirdiler. Dikkatle izlerken sordum. "Onların içinde ne var?"
İkisi bir anlığına birbirlerine baktıklarında Zack cevap verdi. "Babamın iş yerindeki ıvır zıvır şeyleri topladık." Anladım dercesine başımı salladım.
"Hadi hazırlan, seni evine götürüyoruz." Dedi Kevin. Sevinmiş bir şekilde alkışladım.
"Hemen hazırlanıyorum." Geçici olarak kaldığım odanın bulunduğu kata çıktım.
Kızlar benim için evimden bazı kıyafetler getirmişlerdi. Onların arasından kareli bir gömlek ve kot pantolon seçip üzerime giydim. Saçlarımı taradıktan sonra yandan ördüm.
Kısa sürede hazırlandıktan sonra alt kata indim. Rebecca'da dahil herkes hazır bir şekilde aşağıdaydı. Hızlı bir şekilde evden çıkıp arabaya bindiğimizde kimse konuşmuyordu. Ben ise çok heyecanlıydım. Bir şeyler hatırlayabilme umuduyla oraya gidiyordum ve umarım bana bir şeyler çağrıştırabilirdi.
5-10 dakikalık bir yolun ardından varmıştık. Arabadan indiğimde fazla büyük olmayan, iki katlı, küçük bir bahçesi olan bir evle karşılaşmıştım. Gerçekten şirin bir yerdi. İyi seçim yapmışım diye düşündüm.
Alice önden ilerlerken durdu ve anahtarı bana verdi. "Senin evin olduğuna göre kapıyı da sen açmalısın." Kafamı salladım ve anahtarı alarak kapıyı açtım.
İçeri adımımı attığımda direk salona girmiştim. Beyaz deri koltuklar vardı. Oldukça büyük bir televizyon, yemek masası ve üzerinde aksesuarların bulunduğu beyaz eskitme boyanmış bir dolap vardı. Daha fazla incelemeyi kesp kapının önünden çekildim ve herkesin içeri girmesini bekledim. Ardından kapıyı kapattım ve salonu incelemeye geri döndüm.
İçeri girdiğimden beri karnımda garip bir ağrı vardı. Burası beni heyecanlandırmıştı. Nedense içimde burası sayesinde çok şey hatırlayacağım hissi vardı. Önce koltuğa oturdum. Burada geçirdiğim ne zamanlar vardı acaba? Kiminle gülüp ağlamıştım burada?
Bu sırada ayağa kalktım ve aksesuarların olduğu dolaba gittim. Üstünde değişik süs eşyaları ve çerçeveler vardı. Ama çerçeveler boştu? Neden boş çerçeveler burada duruyordu ki?
İstemsizce ağzımdan çıktı ve sordum. "Neden bunların içinde resim yok?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Change Time || Justin Bieber
FanficRevenge Of The Fire'ın devam kitabıdır. 1. kitabı okumadan buna geçmemeniz tavsiye edilir. Aksi taktirde hiç bir şey anlayamazsınız. Revenge Of The Fire hikayesine profilimden ve dış bağlantıdan ulaşabilirsiniz. Hikayenin kapağı Merry Photoshop ta...