jules

51 2 0
                                    

Merhaba!! Yepyeni bir kurgu ile karşınızdayım! Bu öyle bir kurgu ki, yazarken, düşünürken ve hayal ederken bile içimi kıpır kıpır ediyor! Noel temalı oluşuna ayrı bir düşüyorum gerçekten çünkü Noel temalı her şeyi çok seviyorum. 🥹🥹 Umarım siz de okurken benim kadar keyif alırsınız. Lütfen yorumlarınızı ve beğenilerinizi esirgemeyin. Düşüncelerinizi çoook merak ediyorum! Sizi seviyorum! 💖

Not: Başlangıç tarihlerinizi buraya bırakabilirsiniz!
🎄✨🎄

Ofisteki son toplantımızı yaptıktan sonra herkesin yüzünde geniş bir gülümseme vardı. Noel tatiline girmemize sadece iki gün kalmıştı fakat patronumuz Bayan Adams, Noel'in tadını biraz daha çıkartabilmemiz için bize ekstra iki gün tatil vermişti.
Kucağımda dosyalarla masama geri dönerken herkesin eşyalarını toplayıp yavaş yavaş şirketten ayrıldığını gördüm. İş arkadaşlarımdan Noah telefonda çok da aşina olmadığım fakat muhtemelen Almanca olduğunu düşündüğüm bir dilde konuşuyordu. Yüzündeki endişeli ifadeyle konuşurken bir yandan da parmaklarını masasına vurarak ritim tutuyordu. Gözlerini Stella'nın üzerinde gezdirdikten sonra tekrar bir şeyler söyledi ve kapatmadan önce, ''Ich vermisse dich, Mama,'' dedi. Bütün konuşmanın içinden sadece bunu ve annesiyle konuştuğunu anlamıştım. Annesine onu özlediğini söylemişti. Noah telefonunu kapattıktan sonra yanına gidip masasının köşesine oturdum ve sırıtarak ona baktım.
''Tahmin etmeme izin ver; annene bu yıl Noel'de kız arkadaşınla birlikte geleceğini söyledin ama Stella hala teklifini kabul etmedi.'' Noah gözlerini devirip yerine otururken yüzümdeki sırıtış genişledi. ''Başkalarını telefonla konuşurken dinlememelisin Jules ama için rahat edecekse eğer evet,'' dedi iki parmağının arasına aldığı dolma kalemi çevirmeye başlarken. ''Stella hala teklifimi kabul etmedi.'' Noah'nın gözleri hala Stella'nın üzerindeydi. Bunun için ona kızamazdım. Stella, akıllı, güzel, diş macunu reklamlarında oynayacak kadar güzel gülüşü olan bir kadındı ama daha da önemlisi; Tanrım... Öyle güzel saçları vardı ki bir kadın olarak ben bile her dakika onlara dokunmamak için kendimi zor tutuyordum. Belinin biraz üzerine gelen kestane kahvesi saçlarının her bir tutamı bukle bukle kalçasına doğru iniyordu. Öyle yumuşak görünüyorlardı ki... Noah'nın koluma vurmasıyla daldığım düşüncelerden ayrıldım.

''Biliyor musun Jules, uçağımın kalkışına hala beş saat var. Şansımı son bir kez daha deneyeceğim.'' Noah benim bir şey söylememi beklemeden Stella'nın masasına doğru ilerledi. Ben ise onları daha iyi duyabilmek için kendi masama geçmiştim. Gerçi sonucu öğrenmek için onları dinlememe bile gerek yoktu. Stella son bir yıldır sürekli yaptığı gibi yine Noah'yı reddedecekti. Aslına bakarsanız onu anlamıyordum. Noah oldukça tatlı, yanında hiç sıkılmayacağın kadar eğlenceli ama daha da önemlisi Stella'ya kör kütük aşıktı. Stella buna rağmen onu sürekli reddediyordu. Göz ucuyla onlara baktığımda Noah'nın az önce benim onun masasının köşesine oturduğum gibi Stella'nın masasının köşesine oturduğunu gördüm. Umursamaz görünmeye çalışıyordu fakat sırtından terler aktığına yemin edebilirdim.
''Teklifimin hala geçerli olduğunu biliyorsun, değil mi?'' Stella, sandalyesinde oturmuş arkasına yaslanırken kollarını birbirine bağladı. Yüzündeki eğlenceli ifadeyle Noah'ya bakarken sırıtıyordu.
''Seninle İsviçre'ye gelip, on gün boyunca ailenle birlikte Noel'i geçirme teklifinden mi bahsediyorsun?'' Noah omuz silkti. ''Ailem eğlencelidir. Hem yalnız kalmaktan daha iyi bir seçenek olduğunu düşünüyorum.'' Stella başını iki yana salladı. Bu kesinlikle berbat bir fikirdi ve bence Noah'da bunun farkındaydı. Neden hala zorluyordu anlamıyordum. Stella oturuşunu dikleştirdi ve ciddi ama ''seni kırmak istemiyorum fakat bizden olmayacak'' bakışıyla Noah'ya baktı. Elini Noah'nın dizinin üzerindeki eline koydu. ''Teşekkür ederim ama teklifini bir kez daha geri çevirmek zorundayım. Ayrıca hala ne yapacağıma karar vermedim. Belki ben de ailemin yanına giderim,'' dedi. Noah yenilgiyi -sonunda- kabullenip daha fazla ısrar etmedi. Stella'nın masasından kalktığında hemen önüme döndüm ve eşyalarımı topluyormuş gibi yaptım.
''Boşuna uğraşma, bizi dinlediğini biliyorum.'' Suçlu gözlerle ona baktığımda bana sırıttığını gördüm ve içim rahatladı. Bunu söylediğim için kendimi kötü bir arkadaş gibi hissediyordum fakat Noah'ya üzülmeyi beşinci reddedilişinde bırakmıştım. Onun yüz ifadesine bakarsak kendisi de üzülmeyi bırakmıştı.
''En azından ne olacağını biliyorduk,'' dedim. Noah başını sallarken, ''Belki de sana teklif etmeliydim,'' dedi. ''Annemle çok iyi anlaşacağınıza şimdiden eminim.'' Noah'nın söylediklerine kahkaha attım. ''Bayan Nilsson'la ergenlik fotoğraflarına bakarken çok eğleneceğimize eminim ama gelemeyeceğimi biliyorsun,'' dedim. Noah başını salladı. Ellerimi tutup beni ayağa kaldırırken, ''Nasıl istiyorsan öyle olsun Jules," dedi ve bana sarıldı. Büyük ellerini sırtımda hissettiğimde gülümseyerek gözlerimi kapattım. Noah geriye çekilmeden önce kulağıma, ''Mutlu Noeller,'' diye fısıldadı. ''Seni özleyeceğim.'' Noah eşyalarını almış ofisten çıkarken gözlerimi dikip Stella'ya baktım.
''Ne var?''
''Noah'nın senden ne kadar hoşlandığının farkındasın, değil mi? Neden onu reddettiğini gerçekten anlamıyorum."
Stella sivri tırnaklarını yüzünde gezdirdikten sonra omuz silkti. "Sadece... İkimiz için doğru zaman olduğunu düşünmüyorum. Noah'dan en az onun benden hoşlandığı kadar hoşlanıyorum ama içimde tuhaf bir his var. Anlatabiliyor muyum?" Stella yüzünü buruşturarak bana bakarken derin bir nefes alıp başımı salladım. Noah'ya haksızlık ettiğini düşünsem de içimdeki küçük bir parça onu anlıyordu. Bazen erkekleri kıskanıyordum. Onların böyle düşünceleri yoktu. Daha önce hiçbir erkeğin, "Bilemiyorum Jules, içimde o kıza dair tuhaf bir his var. Bence o kızı yatağa atmamalıyım," dediğini duymamıştım. Bir kızı beğeniyorlarsa eğer onlar için geri kalan her şey önemsizdi. Bazen çok fazla düşündüğümüzü hissediyordum.
"Her neyse, benim artık çıkmam gerekiyor. Seni eve bırakmamı ister misin?"
"Teşekkür ederim ama kendim gidebilirim," dedim. Stella bana sarıldıktan sonra eşyalarını alarak ofisten çıktı. Noel'de ne yapacağımdan emin olmadığım için yanıma birkaç tane dosya aldım. Onları çantama katarken içimden bir yandan, "Tanrım, ne olur Noel'de çalışmak isteyecek kadar sıkıcı bir hafta geçirmeyeyim," diye geçiriyordum.

Ofisten çıktıktan sonra eve doğru yürümeye başladım. New York'un buz kesen soğuğunda eldivenlerimi ve beremi giydiğim için memnundum. Bir an için Stella'nın beni arabayla eve bırakma teklifini reddettiğim için pişmanlık duyacaktım fakat Noel'e bu kadar kısa bir zaman kalmışken New York her zamankinden çok daha kalabalık olurdu ve muhtemelen Stella hala trafikte sıkışmış bir durumdaydı. Bu yüzden seçimimden memnundum. Ayrıca pembe atkımın üzerine düşen beyaz kar taneleri ne kadar doğru bir seçim yaptığımı gösteriyordu. Karın altında yürümeyi her zaman çok sevmiştim. Gözlerimi yaşartan soğuğa aldırmadan etrafı seyrederek yürümeye devam ederken telefonumun çaldığını fark ettim fakat Eskimolar gibi giyindiğim için onu cebimden çıkartamıyordum. Bir köşeye çekilip telefonumu çıkartacağım sırada birisinin burnumun ucuna doğru kırmızı bir şey uzattığını gördüm. Kaşlarımı çatıp geriye çekilirken, onun yirmili yaşlarının başlarında olduğunu düşündüğüm bir çocuk olduğunu fark ettim. Elindeki broşürü bana doğru uzatıyordu. Önce almak istemedim fakat Noel arifesinde bile çalıştığına göre gerçekten bu işe ihtiyacı olmalıydı. Ayrıca soğuktan kızarmış burnu ve sulanmış gözleriyle çok tatlı görünüyordu. Tanrım... yirmilerimin son demlerinde olmaktan nefret ediyordum. Yine de bana broşürü uzatan çocuğa gülümsedim ve broşürü alarak ne olduğuna bile bakmadan cebime sıkıştırdım.

Sonunda evime ulaştığımda aceleyle içeriye girdim ve üzerimde ne kadar kalın kıyafet varsa hepsini çıkarttım. Tek başına yaşamanın avantajlarından bir tanesi de kapıdan içeriye girer girmez soyunmaya başlayabiliyordunuz ve hiç kimse size kıyafetlerinizi yere attığınız için hesap soramıyordu. Telefonum ikinci kez çalmaya başladığında bu sefer yetişebilmiştim. Annem arıyordu. İkinci kere araması beni endişelendirmişti.
"Anne, bir şey mi oldu?"
"Ah, hayır tatlım. Uçağa ne zaman bineceğinizi sormak için aramıştım." Beklediğimin aksine annemin sesi sakin hatta neşeliydi. Bir anda yüz seksene çıktığına emin olduğum kalp atışlarım normale dönebilirdi.
"Bineceğimizi mi?" Telefonumu hoparlöre alarak koltuğumun üzerine bıraktım ve sabah saat sekizden beri açık olan saçlarımı çantamın içerisinde bulduğum bir kalemle topladım. Şimdiden kendimi daha iyi hissediyordum.
"Evet tatlım. Sen ve sevgili damadım ne zaman burada olacaksınız?"
"Anne, ablamı arayacağına yanlışlıkla beni mi aradın?"
"Jules, ablanlar çoktan geldiler canım. Ayrıca teyzenler de burada. Seni ve damadımı merakla beklediklerini söylüyorlar." Derin bir nefes alıp gözlerimi devirdim. Annem teyzemlere bir sevgilim olduğunu söylemiş olmalıydı. Her sene aynı şeylerin konuşulmasından sıkılmıştım. Büyük teyzemin de annem gibi iki kızı vardı ve ikisi de çoktan evlenmiş hatta çocuk bile yapmışlardı. Ablam da yeniden hamileydi ve artık sadece ben kaldığım için herkes üstüme geliyordu. Teyzelerim bu yaşa kadar, -ki yaşım henüz yirmi altıydı- evlenmediğim için bende bir sorun olduğunu düşünmeye başlamışlardı ve annem de onlara katılıyordu.
"Biliyor musun anne, bu sene Noel'de eve gelmeyeceğim. Noel'i bensiz sevgili kardeşlerin ve onların evlenebilmeyi becermiş kızlarıyla birlikte geçirebilirsin. Mutlu Noeller," dedim ve telefonu kapattım.

Tek istediğim Noel'de kar yağarken lanet kırmızı pijamalarımı giymek ve annemin yaptığı sıcak çikolatadan içerken çocukluğumun geçtiği evin penceresinden dışarıyı izlemekti. Ellerimi saçlarımın arasından geçirip arkama yaslanırken ne yapacağımı düşünüyordum. Sanırım gerçekten de Noel'de evimde oturup, ofisten getirdiğim dosyalarla uğraşacaktım. Eh, en azından ayın hatta yılın elemanı seçilebilirdim.

Sinirle solurken koltuğun kenarından aldığım yastığı yüzüme bastırıp çığlık atmaya ve bir yandan da parke zemini tekmelemeye başladım. Noel'den nefret ediyordum. Sevgililer gününden ve çift etkinliklerinin yapıldığı her türlü şeyden nefret ediyordum. Soluk soluğa kalmış bir şekilde arkama yaslanırken gözümün önüne gelen saç tutamlarımı çektim. Perdeleri her zaman açık olan penceremin camından karşı dairedeki süslenmiş yılbaşı ağacını gördüğümde elimdeki yastığı yerine koydum. Kimi kandırıyordum ki? Noel'i seviyordum. Hatta Noel'e aşıktım... Noel geldiğinde herkes daha neşeli, sevecen ve tatlı olurdu. Noel geldiğinde sokaklar ve evler ışıl ışıl olurdu. Ayrıca en sevdiğim kahve sadece bu ayda geliyordu... Asıl nefret ettiğim teyzelerim ve onların aptal kızlarıydı. Nasıl yaptılarsa eğer annemi de delirtmeyi başarmışlardı.

Kapı çaldığında alt komşumun geldiğine neredeyse emindim ama en yakın arkadaşım Meghan gelmişti. İçeriye girer girmez yerdeki kıyafetleri görüp kaşlarını çattı fakat bir şey söyleyemeden onu susturdum. "Zaten çok kötü bir gün geçiriyorum. Kıyafetlerim yerde olduğu için özür dilemeyeceğim.'' Meghan ağzını fermuarla kapatıyormuş gibi yaparken kaşları çatılmıştı. Üzerindeki kalın montunu, beresini, atkısını ve eldivenleri sakin sakin çıkartıp, düzenli bir şekilde tekli koltuğun üzerine koydu.
''Neler olduğunu anlatacak mısın?'' Tekrar eski yerime oturup, bacaklarımı kendime doğru çektim. ''Noel'de eve gitmeyeceğim,'' dedim nefesimi dışarıya verirken. ''Teyzemler sonunda annemi de ele geçirmişler. Annem az önce arayıp hayali damadıyla birlikte ne zaman geleceğimizi sordu.'' Meghan yüzünü buruştururken ona katıldım.
''Demek durum o kadar kötü, ha?''
''Kötü, şu anki durumum için doğru bir kelime değil maalesef,'' dedim. Meghan uzanıp kolumu ovuştururken başımı onun omuzuna yasladım.
''Noel'i yalnız başıma geçireceğime inanamıyorum.''
''En azından çalışarak geçirmeyeceksin.''
Başımı iki yana doğru sallarken Meghan'ın omuzundan kalktım ve şarap getirmek için mutfağa doğru ilerledim. Şu anda gerçekten benden daha kötü durumda birisi varsa o da Meghan'dı. Şeytanın çocuğu olduğunu düşündüğümüz patronu Noel tatili boyunca bir gün bile tatil yapamayacak kadar iş vermişti.
''Aslında ben de her ihtimale karşı yanıma birkaç tane dosya almıştım. Belki de Noel'i birlikte çalışarak geçirebiliriz.''
Şarabı kadehlere doldururken Meghan'ın patronuna savurduğu küfürleri duyabiliyordum. Tekrar yanına gittiğimde elimdeki kadehlerden bir tanesini ona uzattım.
''Kesinlikle hayır,'' dedi koltuğun üzerindeki telefonumu eline alırken. ''Senin de en az benim kadar berbat bir Noel geçirmene izin vermeyeceğim. Ayrıca her ne kadar çalışmak zorunda olsam da David yanımda olacak. Sanırım ona ayıracak birkaç saat bulabilirim,'' dedi sırıtarak. Meghan'ın söylediklerine yüzümü buruştururken o sırıtmaya devam ediyor, bir yandan da telefonumu kurcalıyordu.
''Telefonumla ne yapıyorsun?'' Canım o kadar sıkkındı ki şarabımı bir kerede içtim ve kendime bir kadeh daha doldurdum. Şarap şişesini masaya geri koymadan önce bakıp iç geçirdim. Oldukça pahalı olan bir Fransız markasının kırmızı şaraplarından birisiydi ve uzun zaman önce özel bir günde özel bir kişiyle içeriz diye almıştım. Sanırım o özel zaman ve özel kişi asla gelmeyecekti...
''Noel'i yalnız geçirmene izin vermeyeceğim,'' dedi. ''Alex'e ne dersin? Uzun zamandır konuşmuyorsunuz?'' Alex'in adını duyar duymaz başımı iki yana salladım. ''Kesinlikle olmaz! Onunla en son görüştüğümde neredeyse birbirimizi öldürecektik. Ayrıca o pisliğin Noel'de yalnız olacağını sanmıyorum.'' Meghan yüzünü buruşturup rehberimi karıştırmaya devam etti.
"Ya Charles?"
Bunu sorarken kafası karışmış gibi bana bakıyordu. ''Açıkçası bu çocuğu hatırlamakta zorluk çekiyorum.'' Charles'ı hatırladığımda istemsizce sırıttım. Onunla İtalya'da bir iş toplantısı esnasında tanışmıştık ve oldukça güzel birkaç gün geçirdiğimizi hatırlıyordum. Başımı tekrar iki yana salladım.
''İtalya'da tanıştığım adamı hatırlıyor musun? Charles işte o.''
Meghan, ''Ah,'' diye sırıtırken yüzünde arsız bir gülümseme belirdi. ''Seksi iş adamı... New York'ta olmaması çok üzücü,'' dedi dudaklarını bükerek. Başımı salladım.
Elimdeki boş kadehi masanın üzerine koyarken bacaklarımı koltuğun yaslanma yerine doğru kaldırdım ve başımı koltuktan aşağıya eğdim. Bu şekilde kendimi çok rahat hissediyordum.
''Ya Dylan?'' Avuç içlerimi gözlerime bastırdım. Tanrım... Bu numaraları neden saklıyordum ki? Hiçbir zaman eski sevgilileriyle arkadaş kalabilen kızlardan olmamıştım. Ayrıca bunun mantığını anlayamıyordum. Ayrılmıştık, demek ki birbirimizi mutsuz ediyorduk. Bu yüzden birbirimizi daha fazla görmenin anlamı yoktu.
Derin bir nefes alıp tekrar doğrulurken Meghan'ın elinden telefonumu aldım. ''Hayatımın sonuna kadar Noel'i tek başıma geçireceğimi bilsem bile hiçbirini aramayacağım Meghan,'' dedim sıkılmış bir ses tonuyla. ''Belki Charles burada olsaydı...'' Cümlemi tamamlamadım fakat ikimiz de sırıttık.
''Pekâlâ... O halde yapabileceğimiz pek bir şey kalmadı.''
Omuz silktim. Bir yandan aklım hala annemdeydi. Telefonu yüzüne kapatarak onu kırdığımı biliyordum fakat beni çok kızdırmıştı. Ayrıca ne bekliyordu ki? Yalnız gittiğimde teyzelerim erkek arkadaşımın nerede olduğunu sormayacaklar mıydı? Derin bir iç çekip uzandım. Bacaklarımın yarısı kanepenin kolundan aşağı sarkıyordu. Meghan yanımda hareketlenmeye başladı. Kanepeden kalktığını hissettim.

"Geldiğim andan beri gözlerimi bu dağınıklığın üzerinden ayrı tutmaya çalışıyorum fakat artık dayanamayacağım," dedi. Hızlı adımlarla üzerimden çıkartıp yere attığım kıyafetlerimin yanına gitti. Başımı onaylamaz bir şekilde iki yana sallarken ayaklarımı kanepenin başlığına dayayıp kendimi geriye doğru ittim ve tamamen uzandım. Gerçekten şu anda umurumda olan en son şey evimin dağınıklığıydı.
"Bu ne?" Meghan kabanımın cebinden çıkan broşürü bana uzattığında omuz silktim. Ne olduğunu bilmiyordum. Dağıtan çocuk yakışıklı olduğu için almıştım ve ne olduğuna bile bakmadan cebime sıkıştırmıştım.
"At gitsin," dedim. "Muhtemelen ihtiyacım olmayan ama görünce almak isteyeceğim şeylerle dolu bir broşürdür." Meghan elindeki broşürle yanıma gelirken sırıtıyordu. Neredeyse dizlerimin üzerine oturacakken bacaklarımı kendime doğru çektim.
"Jules," dedi sesindeki neşeyle. "Galiba Noel'de ne yapacağını buldum!" Kaşlarımı çatarken elindeki broşürü bana uzattı. Yattığım yerden doğrulup broşürü okumaya başladım.

"İsviçre'de Noel Tatili!
Beş yıldızlı otelimizde bir yandan tatil yaparken bir yandan da hayatınızın aşkıyla tanışmak ister misiniz? Cevabınız; "Evet!" ise bu tatil tam size göre! Bu Noel'i hiç kimse yalnız geçirmeyecek! Otelimizin ayrıntılarını daha iyi öğrenebilmek için www.tatilegidelimalplere.com'a tıklayabilir veya aşağıda yazan numarayı arayıp bilgi alabilirsiniz."

Meghan'a ciddi olamazsın bakışımı atıyordum fakat delirmiş gibi sırıtarak başını sallıyordu. "Sen kafayı yemişsin," dedim oturduğum yerden kalkarken. "Meghan, gerçekten Noel'de evde tek başıma oturmak bile hayatımın aşkını aramak için İsviçre'ye gitmemden daha zavallıca olur!"
"Jules, ben sana hayatının aşkını bulmak için git demiyorum ki hem farklı insanlar tanımış olursun hem de Noel'i eğlenerek geçirirsin. Ne var bunda?"
Meghan yalvaran gözlerle bana bakarken elimdeki broşüre tekrar göz gezdirdim. Olabilir miydi? Gerçekten gidebilir miydim? Tanrım... Gerçekten yalnızlıktan kafayı yiyordum sanırım.
"Saçmalama," dedim bir kez daha. "Hem dolandırıcı olmadıklarını nereden biliyoruz? Belki de paramızı almak için böyle bir şey düzenlediler?"
"Önce bir arayalım, eğer peşin ödeme talep ederlerse söz veriyorum bir kez daha ağzımı açmayacağım. Hadi Jules... Ne kaybedersin? En fazla ileride torunlarına anlatacağın bir hafta geçirmiş olursun."
Meghan yanıma gelip beni desteklemek istercesine omuzumu severken şüpheli gözlerle ona baktım fakat içime bir ateş düşürmüştü. Her zaman Alpler'e gitmek istemiştim... Tuttuğum nefesimi dışarıya verip masanın üzerinde duran telefonuma eğilirken Meghan'a "Senden nefret ediyorum," dedim ve broşürde yazan numarayı arayıp hoparlöre aldım.

Ökse Otunun AltındaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin